NEŞRİYAT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
NEŞRİYAT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Daima İstanbul

'İstanbul'da Yaşama Sanatı', İstanbul'u kültürel anlamda kuşatıcı yazılardan oluşuyor. Kitapta, İstanbul tarihini Bizans'tan alarak günümüze kadar getiren yazıların yanında, tek bir yapı üzerine kaleme alınmış yazılar da var. Boğaziçi, musiki, şehrin florası, kuşları, damak tadı gibi konular etrafında dönen yazılarda şehrin bugün sahip olduğu değerler anlatılıyor

Baharın gelişiyle İstanbul"un rengi değişmeye başlar. Kıştan kalan soluk renkler yerini taze bir canlılığa bırakır. Gökyüzünün mavisi, doğanın yeşili daha içten yansıtır kendini. Güneş, bizi geç saatlere kadar terk etmez. Çiçek açan ağaçların kokusu ortalığa ılık bir ferahlık verir. Mayısa doğru erguvan ağaçlarının bir bir kendini göstermesiyle İstanbul"da gezmek bir şölene dönüşür. Ne kışın ilikleri donduran soğuğu, ne de yazın bunaltıcı sıcağı vardır, baharda. Gönlünce sokakların, parkların, bahçelerin tadını çıkarma zamanıdır.
Bahar ayları, İstanbul"u yeniden görmek, keşfetmek için bulunmaz bir fırsat. Eğer İstanbul"da baharın keyfini süre süre geziler yapma düşünceniz varsa yanınızdan ayırmamanız gereken bir kitap yayımlandı yakın zamanda; Haluk Dursun"un İstanbul"da Yaşama Sanatı.
Haluk Dursun"u uzun yıllar TRT2"de yaptığı Tarih Mekân programıyla tanıdık. Marmara Üniversitesi Tarih Bölümü hocalarından olan Dursun, İstanbul"a ilk kez Galatasaray Lisesi"nde okumak için geliyor. İlkgençlik yıllarında İstanbul"la kurduğu ilişki ona, zamanla kendi alanında söz sahibi olabilecek bu kitabı yazdırıyor. Halen Ayasofya Müzesi Müdürlüğü görevini sürdüren yazarın adı, en son Papa"nın İstanbul ziyareti sırasında gündeme gelmişti.
İstanbul"da Yaşama Sanatı, İstanbul"u kültürel anlamda kuşatıcı yazılardan oluşuyor. Kitapta, İstanbul tarihini Bizans"tan alarak günümüze kadar getiren yazıların yanında, sadece bir dönemin sembolü olan tek bir yapı üzerine kaleme alınmış yazılar da var. Boğaziçi, İstanbulluluk, musiki, İstanbul"un florası ve kuşları, şehrin damak tadı, su kaynakları gibi konular etrafında yer verilen yazılarda şehrin bugün sahip olduğu değerler üzerinde durulduğu görülüyor.
İstanbul"da Yaşama Sanatı, “Ele geçmezse eğer sevdiğimiz/ Çare ne? Eldekini sevmeliyiz.” arzusu üzerine kurulmuş bir kitap. Haluk Dursun, İstanbul"un yitirilen güzelliklerinin ardından ağıt yakılmasına, gençlere bu şehre dair güzel şeyler göremedikleri duygusunun yaşatılmasına inat İstanbul"un hâlâ göz alıcı zenginliklerle dolu olduğunu söylüyor. Bu da, İstanbul"u yeniden keşfetmek isteyeceklere güven sağlıyor.
Kitabı okudukça bu şehrin taş yığınlarından, araba gürültüsünden, kalabalığından ibaret olmadığını, nice cazibeli tarafları olduğunu görüyorsunuz. İstanbul"daki ağaç çeşitleri, hangi ağacın İstanbul"un neresinde daha çok görülebileceğini, bülbül seslerinin klasik edebiyat metinlerinde kalmadığını, hâlâ İstanbul korularında şakıdığını, musluk suyunun kireçli, içilmez tartışmaları süredursun İstanbul"un göğsünden çıkan suların kurumadığını, Karakulak, Hamidiye sularının varlığını okumak, İstanbul"u yatırdığımız karamsarlık uykusundan af dilemek için kaldırmamız gerektiğini bize anlatıyor.

Nostalji curcunasından uzakta
Haluk Dursun, şehri eski eser meraklısı bir tüccar gibi anlatmıyor. Osmanlıca bilgisi, tarihçi olması ona çalışmalarında kolaylık sağlamış gibi görünse de, o bu şehrin derununa inmek için yola çıkmış. Uzaktan bir göz değdirerek değil, bizzat bir şadırvanda su, bir kilisede buhur, bir bahçede çiçek olmak istercesine anlatmış gördüklerini. İstanbul"da damak tadını anlattığı bölümde sizi kıskandıracak, Çengelköy"de bahçıvanlık yapanların kim ve nereli olduklarını bilmesi şaşırtacak sizi. İstanbul"da Boğaziçi"ni gezmeye Anadolu Hisarı"ndan başlayın diye yazarken o mahallenin muhtarının neler yaptığından bahsatmesine hayret edeceksiniz.
Kitabın ismi üzerine de Haluk Dursun Batı"da şehir kitaplarına "Londra"da/Paris"te Yaşama Sanatı" adları verilirken bizdeki durumun farklı olduğunu söylüyor. “Bizde ise nedense hep şehir rehberi, İstanbul Gezi Rehberi yahut da en fazla İstanbul"da Yeme İçme Sanatı gibi başlıklar konup, o muhtevaya uygun bilgiler veriliyor. Halbuki bir şehri şehir yapan oradaki kendine özgü yaşama imkânları, renkleri, çeşitlilikleri, havasıdır. Eğer bütün bu bileşimleri, armoniyi fark edemez, onu sindiremez, o güzellikleri idrak edemezseniz o şehirde bulunuyor, vakit geçiriyor, hatta doğup ölüyor, ama o şehirdeki yaşama sanatının farkına varamıyorsunuz demektir.” ifadelerine yer veriyor.
İstanbul"da Yaşama Sanatı"nı okuduktan sonra bu şehre bakışım değişti. İstanbul"un gerçek kültürüne sahip olmanın gerekliliğine inanıyorsanız, kuru bir nostalji curcunasından kendinizi kurtarıp, ilk defa İstanbul"u anlatırken geçmiş zamandan kurtarıp var olan güzellikleriyle anlatan bu kitabı bahar boyu kendinize arkadaş edinebilirsiniz...

YAKUP ÖZTÜRK / RADİKAL


İSTANBUL"DA YAŞAMA SANATI
Haluk Dursun
Timaş Yayınları
2009
320 sayfa
12 TL.




'İlahe'nin öyküsü


İtalyan edebiyatçı, gazeteci ve televizyoncu Alfonso Signorini'nin asıl uzmanlık konusu toplum haberleri üzerine. Signorini'nin bu özelliği Maria Callas kitabında da hissediliyor. Sanatçının yaşadığı dönem ve çevresi ile ilgili hoş bir tasvir çıkıyor okurun karşısına



Dünya çapında ün yapmış birçok sanatçının yaşamlarında sanki hep bir ortak nokta var; acı... Ancak içlerindeki sanat tutkusu her şeyin üzerinde... Ne yemek, ne uyku ne de aşk onlar için önemli olan. Şarkı söylemek için yaşıyor birçoğu, çünkü şarkı söylemek için dünyaya geldiğini düşünüyor tıpkı Edith Piaf ve Maria Callas"ın yaşamında olduğu gibi... Muhteşem soprano Maria Callas"ın hayatını kalem alan Alfonso Signorini"nin Çok Gururlu, Çok Kırılgan: Maria Callas"ın Hayatı adlı eseri Türkçe yayımlandı. Kitapta sanatçının yaşamının ilginç noktaları, duyguları, dünyaya bakışı ve şarkı söyleme tutkusu bir roman tadında sunuluyor. Callas, yaşamı boyunca en çok adından söz edilen şarkıcılardan biriydi. Aslen Yunanlı olan Callas, geçim sıkıntısı çektiği çocukluğunu önceleri ailesiyle birlikte Amerika"da geçirir. Daha sonra Callas olarak değiştirdiği soyadı aslen, Kalogeropoulos"tur.
Callas"ın yaşamında annesinin rolü büyüktür. İki kızı arasında ayrım yapan annesi, özellikle ablasının gelişimi üzerinde uğraşır. Ondan büyük bir sanatçı yaratma çabası içindeyken Maria"nın nasıl muhteşem bir sese sahip olduğunun farkına bile varmaz... Hatta Maria"nın başarısını da bir türlü içine sindiremez. Maria"nın yaşamında fiziksel açıdan iki dönem vardır; sivilceli bir yüz, şişman ve bakımsız bir Maria. Diğeri şarkı söylemenin aynı zamanda göze de hitap etme olduğunu düşündüğü anda geçirdiği radikal fiziksel değişim; bu kez herkesin karşısında kocaman siyah gözlü, çıkık elmacık kemikli, hüzünlü ama mağrur ifadeli teatral güzel bir yüze sahip Maria... Amerika"da yaşadıkları geçim sıkıntısı nedeniyle anne iki kızını alıp Yunanistan"a döner. Maria şarkı söylemeye Yunanistan"da başlar.
“Sahneye çıktığında ıslıklar ve kahkahalarla karşılandı... herkes gülüyor, kimi protesto için masayı yumrukluyor, kimi de kulakları sağır edecek bir gürültüyle ıslık çalıyordu. Hatta sahneye çatal fırlatan bile oldu. Mary"nin artık göz yaşı bile kalmamıştı. İri kara gözleriyle yaşlı Yannis"in bakışlarını aradı. O anladı. Gürültüyü bastırabilmek, ötekilerden daha duyarlı olan birkaç ruhu yakalayabilmek için en yüksek tonda "la Paloma"yı çalmaya başladı. Hayır. Kimsenin onu dinlediği yoktu. Maria ansızın tuhaf bir hipnotizmaya girdi. O döküntü piyanoya yaklaştı, sesini "la Paloma"nın notalarına ayarladı ve şarkısını söylemeye başladı... Dünyaya yukarıdan bakmak, açık kanatlarla uçmak, o beyaz güvercin gibi sonsuz özgürlük içinde olmak çok güzeldi. Aşkın şarkısını söylemek ve sevilmenin mutluluğunu yaşamak çok güzeldi. Ansızın büyü bozuldu. Kendini yeniden o dumanlı tavernada buldu. Şarkısını bitirmişti. Ama artık gürültü yoktu. Karşısında sadece şaşkın bakışlarla bakan yüzlerce göz vardı. Ve hayretten açılmış birkaç ağız. Dünya durmuş gibiydi. Sonra küçük bir alkış duyuldu ve bir başka alkış onu izledi. Sonunda lokanta yıkıldı. Bu gerçek bir zaferdi...”

Huysuz ve kaprisli bir diva
Maria işte şarkı söylediği her yerde kendini hayran bırakıyordu. İnsanlar görüntüsüne bakarak onu ciddiye almıyor, ancak sonunda sesiyle büyüleniyordu.
Önceleri aşkı ve âşık olmayı önemsemedi. Daha sonra kariyerinin başlangıcında, kendisinden epey büyük, zengin bir İtalyan işadamı olan Meneghini ile evlendi. Meneghini ona ve kariyerine destek oldu. Magazin basını için çok yakından takip edilen, hayatı didik didik edildi. Çok titiz ve mükemmeliyetçi bir yapıya sahipti. Ancak bir taraftan da huysuz ve kaprisli diva olarak ün saldı.
Sesini çok iyi kullanmayı bilen Callas"ın en büyük özelliği ki buna kitapta da rastlamak mümkün-, inanılmaz derecede dramatik yeteneğe ve müthiş tekniğe sahip olmasıydı... Daha sonraları bu etkiyi görüntüsüyle de kuvvetlendirdi. Narin yapısı, hüzünlü ama mağrur ifadesi, kemikli, karakteristik ve son derece teatral o güzel yüzüyle, her biri birbirinden trajik opera kahramanlarını canlandırmak için yaratılmıştır sanki...
İtalyan edebiyatçı, gazeteci ve televizyoncu Alfonso Signorini"nin asıl uzmanlık konusu toplum haberleri üzerine. Signorini"nin bu özelliği Maria Callas kitabında da hissediliyor. Sanatçının yaşadığı dönem ve çevresi ile ilgili hoş bir tasvir çıkıyor okurun karşısına. Biyografinin en önemli özelliği roman tadında oluşu. Sadece bir müzik kitabı ya da ünlü bir ismin biyografisi demek yazara ve kitaba haksızlık olur. Edebi tarafı daha ağır bastığı için ilginç bir hikâyenin içine çekiyor okuru. Sonunda Callas"ın nasıl dünya çapında bir isim olduğunu ve hâlâ nasıl unutulmadığını gözler önüne seriyor...


ARZU HAKSUN GÜVENİLİR / radikal





ÇOK GURURLU, ÇOK KIRILGAN
Maria Callas"ın Hayatı
Alfonso Signorini
Çeviren: Eren Cendey Yücesan
Turkvaz Kitap
2009
245 sayfa, 19 TL.

http://www.ayrintilihaber.com


Bu hafta yeni çıkan ve raflarımızda yer alacak olan kitaplar kuşağında iki kitaba yer vereceğiz.

İlk kitabımız 1960 Virginia doğumlu ve halen orada yaşamını sürdürmekte olan David Baldacci’nin son kitabı olan“Koleksiyoncular”… David Baldacci, Virginia Commenwealth Üniversitesi'nin Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun olduktan sonra Virginia Üniversitesi'nde hukuk doktorası yaptı. David Baldacci, Washington D.C.'de dokuz yıl süreyle duruşma ve şirket avukatlığı görevini sürdürdü. Halen yazıyor.

Gelelim kitabın konusuna….

“Kimi zaman gerçeğe çok yaklaşan komplo teorileri de içeren çok satan romanlarıyla tanınan David Baldacci, iskambil kâğıtlarının renkli dünyasını, milyonlarca dolar değerindeki nadir kitaplarla dolu kütüphanelerin tozlu raflarıyla ve devlet sırlarının karanlık gerçekleriyle buluşturuyor…

David Baldacci, kimi zaman gerçeğe çok yaklaşan komplo teorileri de içeren çoksatan romanlarıyla tanınan bir yazar. “Deve Kulübü” ,yazarın 11 Eylül sonrasında Amerikan siyasetinin ve güvenliğinin yeni biçimini irdelediği dört kitaplık roman serisinin kahramanlarından oluşuyor. Koleksiyoncular, bu seriye dâhil bir kitap.

Koleksiyoncular, yeni Temsilciler Meclisi Başkanı’nın bir suikaste kurban gitmesiyle açılıyor. Bu suikast, haliyle Amerikan kamuoyunu ve hükümetini derinden sarsıyor. Bu arada, Kongre Kütüphanesi’nin utangaç yöneticisi Jonathan DeHaven’ın tek istediği değerli kitaplarının arasında sıradan bir gün geçirmek, ama Jonathan, bir sabah kütüphanenin orta yerinde Deve Kulübü üyelerinden, kitap sevdalısı Caleb Shaw tarafından ölü bulunduğunda işler karışmaya başlıyor.

Komplo teorileri üretmesiyle tanınan Oliver Stone’un başını çektiği “Deve Kulübü”, bu iki şüpheli ölüm karşısında duruma el koymaya ve aralarındaki bağlantıyı bulmaya karar veriyor. Araştırmaları sırasında karşılarına, Annabelle Conroy adında gizemli ve çok güzel bir kadın çıktığında, başta istemeseler de birlikte hareket etmek zorunda kalıyorlar. Stone ve adamlarının bilmediğiyse, Conroy’un Amerika’nın en önemli kumar merkezlerinden biri olan Atlantic City’de yüzyılın en büyük dolandırıcılığını yapıp uzaklara kaçmak niyetinde olduğu. Bu onu da kimileri için tehlikeli bir hedef haline getirmiş durumda. DeHaven’ın ve Bradley’nin katilleri de kimliklerinin ortaya çıkmaması ve kurdukları düzenin bozulmaması için akla hayale gelmeyecek kötülükler yapmakta hiçbir sakınca görmüyorlar.

“Deve Kulübü” ve Annabelle Conroy, iki koldan saldıran bu düşmanların karşısında aradıkları gerçeğe ulaşabilecekler mi? İşte Baldacci’nin, milyonlarca dolar değerindeki nadir kitapların gizemli dünyasında geçen ve elinizden bırakamayacağınız romanı bu sorunun cevabını arıyor.”


Koleksiyoncular / David Baldacci, Çeviri: Hande Tekin, 460 sayfa, 12,5 TL


İkinci kitabımız ise,

1923 Küba - Santiago de las Vegas doğumlu yazar İtalo CALVİNO’ya ait “Varolmayan Şovalye”…

Kitabın konusu,,,

“Italo Calvino’nun İkiye Bölünen Vikont ve Ağaca Tüneyen Baron’dan sonra Atalarımız üçlemesinin son halkası olarak yayımladığı kitabı Varolmayan Şövalye okuyucularla buluştu. Varolmayan Şövalye, İlk kez her yaştan okura hitap eden bu resimli baskısıyla Türkçe’de.

Yazarın hayattayken bu kitapları Atalarımız başlığı altında toplamasının nedeni, kendi deyişiyle “çağdaş insanın atalarının soyağacını çıkarmak” tır. Calvino, parçalanmış, kendine düşman çağdaş insanın, geçmişte kalan o kayıp uyum duygusunun yerine koyabileceği yeni bir bütünlük arayışının peşinde koşmasını anlatır bu kitaplarında.

Varolmayan Şövalye’nin kahramanı Agilulfo, çok yiğit ve soylu bir şövalye olmakla beraber, bir tek kusuru vardır: varolmamaktadır. Daha doğrusu parlak, gösterişli bir zırhtan ibarettir, ama ne yazık ki zırhın içi boştur. Soğuk bir zırha bürünmüş, korkusuz, idealleri olan, ama bir boşluktan ve bir bilinç varlığından başka bir şey olmayan Agilulfo ile karşı karşıyayızdır. Onun karşı kahramanı ise bedensel varlığa sahip, ama akıldan yoksun Gurdulù’dur. Biri bedensel varlıktan, diğeri bilinçten yoksun bu iki kahraman aslında varolan ile varolmayanın çatışmasıdır.”

Varolmayan Şövalye / Italo Calvino/48 sayfa, 18 TL

Her iki kitapta oldukça güzel ve okunası kitaplar olmakla birlikte kitap seçimindeki tercihler sizlere aittir.

İyi okumalar dileklerimle…

Mehpare


Kitapların konusu hakkındaki bilgi için “pusula.tv” ye sonsuz teşekkürler ederiz…
Günümüzden yaklaşık 4300 yıl önce yazılmış, bilinen en eski yazınsal metin Gılgamış Destanı. Ölümsüzlük, bilgelik, kardeşlik ve kahramanlık üzerine bu destanı Bilgin Adalı gençler için yeniden yazdı.

Gelmiş geçmiş en büyük kahramanlardan biri Gılgamış. İyi bir hükümdar, güçlü bir savaşçı ve en önemlisi bilge bir kişilik… Ölüme karşı çıkmak için büyük çabalar harcamış, bilginin peşinden koşmuş, onurlu bir yaşam sürmüş ve gelecek kuşaklara bıraktığı mirasla ölümsüzleşen, tanrıların kölesi olmayı reddeden ilk kahraman…

Bilgin Adalı’nın yazıp, Mustafa Delioğlu’nun resimlediği, 96 sayfadan oluşan kitabın fiyatı 8 TL.


Kaynak : Pusula.tv
Filiz Özdem’in Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan yeni romanı Düş Hırkası aklın öteki yüzüne düşüşü anlatıyor. Bir geçitten geçen onlarca insanın, geçidin ortasında dükkân camekânlarıyla birkaç eski binanın çevrelediği avlunun, birbirinin yanından geçerken farkında olmadan birbirine değen hayatların kitabı…

Bir tabağa doldurulmuş bir avuç cam bilyenin birine dokunmak nasıl hepsini döndürür, her dokunuşta bütün renkler nasıl yeniden değişirse, ustaca bir araya getirilen kişilerin her birinin romana katılışıyla bütün metin de farklı bir renge bürünüyor.

Düş Hırkası ’nda, tesadüfen iç içe geçmiş, ama aynı zamanda da birbirinden kopuk hayatların buluşmasında, hem geçmiş ile şimdi harmanlanıyor hem de yazar kalabalığa karışmadan kente yukarıdan bakıp roman kişilerinin iç dünyalarının karanlık, gizli dehlizlerinde dolaştırıyor bizi. Ayrıca bu iç dünyalar, mekânlar ve nesneler arasında ustalıkla oluşturduğu görsellikle de anlatısına değişik bir boyut getiriyor.

Filiz Özdem’in gerçeklik ve düşün sınırlarında gezinen, kâh birbirinin içinden kâh birbirinin kıyısından akıp giden hikâyelerle kurduğu bu roman delilik, hatırlama, yalnızlık, manevi hasarlar, intihar ve ölüm üzerine odaklanırken, yazarın kendi deyişiyle bir “kaybetme” hikâyesi anlatıyor.

Kaynak – pusula.tv

Italo Calvino’nun en sevilen kitaplarından biri olan Ağaca Tüneyen Baron, yazarın daha sonra Atalarımız üçlemesinde bir araya getirdiği kitaplardan ikincisidir. Birincisi İkiye Bölünen Vikont, üçüncüsü ise Varolmayan Şövalye’dir.

Ağaca Tüneyen Baron, soylu bir aileden gelen, on iki yaşındayken babasına isyan edip ağaca çıkan Cosimo üstüne yazılmış bir ütopyadır… Bir daha yeryüzüne ayak basmayacağını söyleyip bütün ömrünü ağaçların üstünde geçiren, bütün ihtiyaçlarını orada gideren; ağaçların üstünde yemek yiyen, temizlenen, okuyan, öğrenen, hatta âşık olan Cosimo, toplumdışı yaşayışına rağmen insanlarla birlikte hareket etmekte, onların yapıp ettiklerine dahil olmakta, yön vermektedir. O, dünyayı değiştiremese de tanımaya ve anlamaya çalışmaktadır. Cosimo’nun biraz komik, biraz hüzünlü ve pek tuhaf bir şekilde son bulan hikâyesi, aslında insanlık tarihinin kazanma ve kaybetmesi üstüne bir hikâyedir.

Üçlemedeki diğer kitaplarda olduğu gibi, baronun hikâyesi de ikincil bir karakter tarafından, kardeşinin ağzından anlatılır: “Sözün özü, bütün hikâye anlatanlar gibi taşkınlığa kapılmıştı, gerçekten başından geçenlerin mi, yoksa eskiler yâd edildiği zaman onların anısıyla geri gelen, içinde duygu kırıntılarının, sıkıntıların, mutlulukların, kararsızlıkların, böbürlenmelerin, kendinden tiksinmelerin yer aldığı geçmiş saatler denizinin mi ya da hani yüksekten attıkça her şeyin pek kolay göründüğü, ama değiştire değiştire anlattıkça sonunda ille de gerçekte yaşanan veya yaşarken ne olduğu görülen şeylere geri dönüldüğünün anlaşıldığı tamamıyla uydurmanın mı daha güzel olduğunu kestiremiyordu. Cosimo henüz, yaşama isteğinin anlatma isteğine ağır bas-tığı, yeterince şey anlatacak kadar yaşanmadığına inanıldığı yaşlardaydı, dolayısıyla ava çıkıyor, haftalarca ortalıkta görünmüyor, sonra kuyruğundan tuttuğu ağaçsansarları, porsuklar ve tilkilerle meydandaki ağaçların üstünde beliriyor, Ombrosalı aylaklara yeni hikâyeler anlatıyor, bunlar gerçekken anlattıkça uyduruklaşıyor, uydurdukça gerçek oluyordu.”

Ağaca Tüneyen Baron, ilk kez her yaştan okura hitap eden bu resimli baskısıyla Türkçede. 220 sayfadan oluşan kitabın fiyatı, 26 TL…
Edip Cansever, Turgut Uyar, Cemal Süreya, Metin Eloğlu, Metin Altıok, Ruhi Su, Aziz Nesin, Hayalet Oğuz, Attila Tokatlı, Onat Kutlar, Bilge Karasu, Halikarnas Balıkçısı, Suat Taşer, Nahit Ulvi Akgün, Suphi Aytimur, Can Yücel, Melih Cevdet Anday, Şükran Kurdakul gibi pek çok yazarla ilgili yaşantı parçaları ve gözlemlerle dolu bu kitapta, Mehmet H. Doğan birbirinden ilginç kişilikleri edebiyatlarıyla sarmalıyor, renklendiriyor…

Büyük bir eleştirmenden duygu yanı ağır basan bir kitap.

“Şimdi Uzaklardasın’ın, yazarken özel bir yeri oldu yaşamımda. Onun üzerinde çalışmak için hep, gecenin tek başıma olabildiğim ıssız, sessiz, geç saatlerini seçtim. Kitap halinde yayımlandıktan sonra da böyle özel bir yeri olacak. Birilerini özlediğim, anımsadığım zaman açıp okuyacağım. Tıpkı eski mektupları okur gibi.”

Şimdi Uzaklardasın, Mehmet H. Doğan 270 sayfa, 16 TL

Yapı Kredi Yayınları; Paris’te Münzevi, Amerika Dersleri, San Giovanni Yolu, Klasikleri Niçin Okumalı? ve Kum Koleksiyonu’ndan sonra Yeni Bir Sayfa’yı yayımlayarak, Calvino’nun sağlığında bir araya getirip kitaplaştırdığı kuramsal metinlerin ve denemelerin hepsini Türkçeye kazandırmış oldu.

Yeni Bir Sayfa, Italo Calvino’nun dergilerde ve gazetelerde 1955-1978 yılları arasında yayımlanan yazılarını bir araya getiriyor. Calvino’nun arzusu doğrultusunda, yazarın entelektüel biyografisini ortaya koymak üzere hazırlanan bu seçkide edebiyat ve toplum üzerine eleştirel değerlendirmeler, yazar profilleri ve yazı, üslup, dil ve yazı tekniklerine ilişkin metinler yer alıyor.

Yeni Bir Sayfa’yı, ülkemizin en önemli çevirmen ve kültür adamlarından Kemal Atakay Türkçeye kazandırdı.

Yeni Bir Sayfa / Italo Calvino, 372 sayfa, 20 YTL


Soğuk Savaş, II. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle ABD ve SSCB arasında yaşanan siyasi çekişmeyi birçok yönüyle ele alıyor. Kitap, tarih uzmanlarına olduğu kadar genel okuyucuya da sesleniyor. Olayları kronolojik sırayla değil, tematik başlıklar altında anlattığı için, döneme özgün bir bakış açısı sunuyor.

Tarih profesörü John Lewis Gaddis, II. Dünya Savaşı’yla değişen Avrupa haritasının yeniden biçimlenişini ve birçok ülkede yaşanan dönüşüm sürecini çözümleyici bir bakış açısıyla anlatıyor. Bu süreçte, olayların yanında olguları ve tutumları da tartışan kitap, uluslararası ilişkilerde güdümün oynadığı rolü, daha sonra komünist rejimlerin çöküşünü ve özerkliğin doğuşunu irdeliyor.

İki süper gücün stratejik konumdaki ülkeleri yanlarına çekmeye çalışmasıyla Asya’dan Güney Amerika’ya yayılan mücadelede tüm dünyada nüfuz alanları değişti. Savaş sonunda Berlin Duvarı’nın yıkılması ve SSCB’nin dağılmasıyla, güç dengesi nihayetinde bugünkü halini aldı.

Soğuk Savaş, dünyanın nükleer savaşın eşiğinden dönmesi, Marshall Planı ve Türkiye’nin dış siyasetine etkisi gibi, yakın tarihin önemli süreçlerini açıklayan kapsamlı bir çalışma.

Soğuk Savaş: Pazarlıklar, Casuslar, Yalanlar, Gerçek Yazan:John Lewis Gaddis Çeviren: Dilek Cenkçiler 282 sayfa, 18 YTL

Kaynak Haber
Pusula.tv