TÜRK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TÜRK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster


Çizebilseydim, bahar olacaktı yüzün…
Yazabilsem, en uzunu şiirlerin…
Olmadı, beceremedim…
Adını duvarlara yazacak çağım da çoktan geçti benim.
Yasak sevdamın gözaltı tarafı…
Çaresiz,
Seni yüreğimde erittim…
Ama yine de hoş geldin eskiyen yüzümün yeni gülümseyişi,
Hoş geldin!…

'Ağır ağır çıkılan bir merdiven' yok…
Eskittiğin yıllardan değil,
Sızlayınca yüreğin, anlıyorsun: yine gecikmişsin…
Sen, yeni yeni öğreniyorsun sevmeyi,
Bense çoktan düşürmüşüm aklıma ölümü…
Gönlün bedene baş kaldırdığı yerdeyim…
Ama yine de hoş geldin
Eskiyen yüzümün yeni gülümseyişi, hoş geldin…!

Ben bir bu dağları eskitemedim,
Bir de sana düşmüş yüreğimi…
Gittiğim yolları hiç hesaba katma!
Düşünü görmediğim uykular zaten haram…
Gökyüzünü boyayacak zaman da kalmadı…
Haydi sar kollarını…
'Ayrılık' diyeceğim,
Dilim varmıyor…
Daha yeni söylemiştim;
Hoş geldin eskiyen yüzümün yeni gülümseyişi, hoş geldin.

Deniz tuzunu saklıyor
Çizdiğim beyazlarda
Karlar çürüdü
Suyumuz ekşi,
Gönlümüz kırık…
Sevip de kaçanların hiç biri, yüzyıllardır yakalanamadı.
Firarinin umudu tükenmiyor,
Yaşamadan bitmiyor kör olası…
Ama yine de hoş geldin eskimeyen yüzümün yeni gülümseyişi
Hoş geldin!…

Bir tarafımızı Eylül'de budamışlardı
Kalanı, sevdana kurban…
İçtiğim içkiye seni düşürdüm,
Bu akşam gözlerimi
Küllükte söndürdüm.
Hoş geldin eskiyen yüzümün yeni gülümseyişi, hoş geldin!…

Korkunun bittiği yere yazdım adını,
Dağların en kuytu yerine…
Sonsuzluk değildi beklediğimiz,
Bir parça 'mutluluk' diye diretmiştik.
Çok mu geldi bilmem ki tanrının gözüne…
Ama yine de hoş geldin eskiyen yüzümün yeni gülümseyişi!…

Eskidi saatler,
Zamanı geldi,
Yeniden düşmeliyim yollara…
Geceler sırtımda, 
Cebimde sevdalarım
Yardan öte söyleyecek sözüm vardı benim…
Düşlere saklamalı şimdi yari, uyanmamacasına!
Yükselmeli ateşim
Kanamalı sıkmaktan avuç içlerim
Terleyip atmalıyım içimden seni
Kimseler bilmemişti, görmemişti gelişini,
Benden gidişindeki gibi… 
Ama yine de hoş geldin. 
Eskiyen yüzümün yeni gülümseyişi, hoş geldin!…

Tayfun TALİPOĞLU



Atatürk söylüyor:
- Montesquieu'nun, "Bir milletin musikicilikteki akışına önem verilmezse, o milleti ilerletmek mümkün olamaz" sözünü okudum, doğrularım. Bunun için, musikiciliğe pek çok özen göstermekte olduğumu görüyorsunuz.
- Biz Batılılara göre, doğu musikiciliğinin kulaklarımıza gelen tuhaflık yönünden söz ettim ve dedim ki; Doğunun tek anlayamadığımız bir tarafı varsa,o da onun musikiciliğidir.

Gazi, itiraz ederek şöyle demiştir:
- Bunlar hep Bizans'tan kalma şeylerdir. Bizim gerçek musikimiz Anadolu halkında işitilebilir.
- Bu ezgilerin geliştirilmesi mümkün değil midir?
- Batı musikiciliği bugünkü durumuna gelinceye kadar, ne kadar zamanlar geçti?
- Dört yüz yıl kadar geçti.

- Bizim bu kadar süre beklemeye zamanımız yoktur. Bunun için, batı musikiciliğini almakta olduğumuzu görüyorsunuz.

Emil LUDWIG

1923 Mart'ının 15. günü,

Gazi'nin mahşeri bir kalabalık içinde ve Adana İstasyonu'ndan kente doğru iki taraflı uzanan yoğun insan seddi arasından, yaya olarak, alkışlar ve coşkun sevinç gösterileriyle ilerleyişi ardından, o olağan üstü anlatımıyla sözü İsmail Habib Sevük'e bırakalım:

"...Yolun ortalarına geldiğimiz zaman, birdenbire sahne değişti. Matem simgesi gibi baştan aşağı siyahlara bürünmüş bir küme kadın içinden, iki levha taşıyan ikişerden dört kız, birdenbire yolun ortasına dikildi. Bu iki levhada Antakya ile İskenderun'un isimleri vardı ve levhalar Büyük Kurtarıcı'ya kendilerinin de kurtarılmasını söylüyordu.

...İki levha taşıyan dört kızın önüne başka bir kız geldi. 18 yaşlarında sevimli bir kız, söylev veriyor. Elinde kağıt yok, dilinde sürçme yok, tavrında yapmacık yok, ruhtan gelen ve ruhlara giden nutku dinliyoruz.
Beş dakikalık bir söylev; fakat bu bir söylev değil, söz şekline girmiş bir hıçkırıktı. Söylemiyor, inliyor. Bu Antakyalı çocuk bir kız değil, vatandan ayrı kalan o beldelerin dile gelmiş bir ruhu, o beldelerin ağlayan ve ağlatan maneviyatıydı.
Büyük Kurtarıcı'ya "kurtar" diye yalvaran kız susmuştu. Şimdi bütün gözler Kurtarıcı'ya dikildi. Ne diyecek diye bekliyoruz. Onun gözleri de nemli miydi, bize mi öyle geldi, bilmiyorum; yağmurla yıkanmış güneşli birer gök parçası maviliğiyle ışıldayan gözlerini bir an göğe dikti; söyleyeceği sözü gözleriyle gökten avlamış gibiydi. İnsana o an gökten iniyor hissini veren bir tonla tane tane şunları söyledi:

"Kırk asırlık Türk yurdu ecnebi elinde kalamaz."