Netflıx dizilerinden 1.sırada yer alan; senarist ve yönetmenliğini Mehmet Ada ÖZTEKİN'in yaptığı, Sarp AKKAYA, Songül ÖDEN, Ercan KESAL ve Aleyna ÖZGEÇEN'in başrollerde oynadığı sosyal konulu, dramatik, şiddet ve argo içeren Türk yapımı film. 


Filmde, mahkum bir babanın yıllar sonra kızını ilk defa görmesi için özel izinle bir günlüğüne dışarı çıkmasını ve ardından gelişen olaylar anlatılmaktadır. Her ne kadar Türk filmlerini izlerken daralsam da bu film beni oldukça etkiledi diyebilirim. Konunun gerçek hayatta yaşanılanlarla bağlantısı, işlenişi, deneyimli oyuncuların başarısı, filmin bir bütün olarak seyirciye aktarılması oldukça etkileyici. Konu itibariyle günümüzde, hem ülkemizde hem de tüm dünyada yaşanılan şiddet, cinsel şiddet, taciz, madde kullanımı ve özellikle de kadınlara uygulanan her türlü eylemlerin, sevgisizliğin, yoksulluğun, var olmak adına farklı yollara sapışların insanları nasıl da yanlış yapmaya sürüklediğini göstermesi adına önemli bir film olduğunu düşünüyorum. 


Son yıllarda genç ve yetenekli senarist ve yönetmenlerin de sinema sektöründe önemli yapıtlara imza atması adına mutluluk verici elbette. İzlemeyenler için tavsiye niteliğinde bir film. 


Dipnot: +18 yaş ve üzerindeki yetişkinlerin izlemesi için uygundur.


Mehpare ÖĞÜT ŞENGÜL 

Kasım 2021



Bazen yorar insanı küçük şeyler; büyük sırlar vardır küçük şeylerin içinde. Açıldıkça açılır, boyuna posuna bakmadan...
Bazen dinlendirir insanı uzaklar; uzaklığa bir yakınlığı vardır gözlerin. Gözlerin olduğu kadar gönlün de...
Bazen durur tüm adımlar; adamların tembelliğinden değil, yolların düşündürücülüğünden.
Öyle çetrefillidir ki, susar ayaklar da kimi zaman...
Bazen sorar gözler, diller kabul etse bile. Maharet gözleri bile ikna etmektir, güzel söz söylemek değil.
Bazen durur dünya, inecekler iner, sonra yoluna devam eder. Ne var ki, herkes için o duruş anı farklıdır. Kimisi içinse hiç dönmez dünya, ki o da apayrı mesele.
Bazen her şeyi bir mimik anlatır, bazen gözyaşı, bazen bir kelime. Ne kadar da ağır gelir söylemek bazen bir kelime bile.
Bazen bir anı, bir ömür kokar. Bazen bir daha yaşayamayacağını hisseder insan içinde bulunduğu ânı.
Bazen şair olur insan, mısra kuramaz. Bazen mısra kurar insan, şair değildir.
Bazen hiç biridir, ne diyeceğini bilemeyen sıradan biridir işte...
Bazen yaşadığını daha çok hisseder insan, öleceğini unutur büsbütün. Bazen yaşadığını tamamen unutur, hatta bazen her ikisini de.
Bir anı bir anına uymaz derler ya insan için, ya bütün anları birbirinin aynı olsaydı.
Bazen korkutmaz mı bu ihtimal insanı?
Bazen korkar insan gölgesinden. Gölgesinin şahsında kendisinden. Zira kendi vücudu geçmiştir güneşin önüne. Kendi eseridir gölgesi.
Bazen susar insan, dudakları çatlar susuzluktan.
Bazen susar insan, söylenecek çok söz varken bile.
Bazen dolar insan, kimse anlamaz.
Bazen herkes anlar, kendisi kendisini anlamaz.
Yalnızdır bazen insan, öyle yalnız bakar ki dünyaya.
Bazense hiç yalnız değildir, nasıl baktığını bilirse.
Bazen büyük görür insan kendini, ne acizliktir!
Bazen aciz görür, ne büyük bir görüş!
Bazen, 'bazen' değil, 'her zaman' demek gerek.
Ama bilmek gerek, ne zaman? Demek
Her bazen'in bir zamanı gerek.
Bilinmeyen sonlar
beklenmeyen başlangıçlar
Yokuştur bazen
Bazen de karanlıktır engel olan
Siyah ve beyazdır bazen düşler
ne kadar uzak olsa da
Yanı başındadır bazen
Dipsiz kuyular vardır ya hani
Karanlığında ürktüğün
Aydınlığında üşüdüğün
Hayat da öyle işte
Savaşmadan kaybedersin bazen
Bazen de yaşamaya devam edersin
Bin kurşun yemene rağmen…
Emre Nazlı – Oktay Makar



 


Eğer Birini Seviyorsan Korku Yada Nefreti Bilemezsin
Korktuğun Zaman Sevgi Yada Nefreti Hissetmene imkan Yok
Ve Nefret Ettiğindeyse Hayatında Sadece Nefret Olur
Büyü Tehlikelidir, Ama Aşk Kadar Değil
Var Olmak Tesadüf Değilse, Aşk Tesadüf Olabilir mi
Araf'tayım…



 

 




Oprah Winfrey… 1954’te evlilik dışı bir ilişkiden doğdu. Parçalanmış hayatı annesiyle babası arasında gitti, geldi.
Yalnızlığını gideren tek dostu kitaplardı. Çok ince zekalıydı. Öğretmenlerine verdiği zeki ve kıvrak cevaplar herkesin ilgisini çekiyordu. Hakkındaki teşhis,” Bu kız çok farklı,” idi. Güzeldi, sempatikti. Okul Güzeli seçildi.
17 yaşında medyayla tanıştı. Nashville’de bir yerel radyoyu ziyareti sırasında etkileyici sesi hemen dikkati çekti ve ondan bir piyesi seslendirmesi istendi. Seslendirmedi, yaşattı. Önü açılmıştı. Nashvill’de ki ilk siyahi TV sunucusu oldu.
Diğer haber sunucularına, haberin önüne geçmemelerini tavsiye ediyordu ama kendisi acıklı bir haberi okurken göz yaşlarını tutamıyor, mutlu bir haberi verirken haberin objesinden daha mutlu oluyor, kahkahalar atıyordu. İnsani tarafı her şeyin önüne geçiyordu.
Çok sevildi, büyüdü. Özellikle kadınlar onu kendilerinden biri sayıyordu. 1986’da, artık kendi özel programı vardı. “Oprah Winfrey Show.” Programına uzman kişileri falan çağırmıyor, sıradan insanlarla samimi sohbetler, dertleşmeler, yönlendirmeler yapıyor, üzüldüğü bir konuda konuğuna sarılıyor, onunla birlikte ağlıyordu.
Televizyonun gücünü keşfetmişti. Televizyon istenirse “aptal kutusu” olmaktan çıkar, dünyayı değiştiren bir araç olurdu. Winfrey’i içinde bulunduğu durumdan bir şey çıkarmıştı: EĞİTİM. Diline hepinizin alaylı bir şekilde kullandığı bir söylemi dolamıştı: “Eğitim şart.”
Karar verdi eğitime ulaşamayanlara, eğitimi ulaştıracaktı. Dünyanın en zengin kadınlarından biri olmuştu ama para belli ihtiyaçları karşıladıktan, sonra fazlasının ne gereği vardı ki?

Anlatmayacağım uzun uzun ama bakın neler yaptı:

• Oprah Winfrey Foundation (O.W.Vakfı)’nı kurarak kadın, aile ve çocuklar için dünya çapında yüzlerce yardım kampanyası düzenledi.

• Kendi “Oprah Winfrey Scholars Programı” vasıtasıyla, Amerika içinde ve dışında binlerce öğrenciye burs verdi; adeta tek başına Eğitim Bakanlığı gibi çalıştı.

• 2002’de Christmas Kindness South Africa 2002 (Güney Afrika Noel Merhameti 2002) vasıtasıyla, Güney Afrika’da okullar tamir ettirdi, 50.000 öğrenciye gıda, giysi, kırtasiye malzemeleri, oyuncaklar, kitaplar sağladı; 63 okula kütüphane yaptırdı.

• Güney Afrika Devlet Başkanı Nelson Mandela’ya verdiği söz gereği 40 milyon dolara, “Oprah Winfrey Liderlik Kız Akademisini” kurdu. Akademi halen Afrika’nın en yüksek teknolojisine sahip.

Bir kadın, bir tek kadın, hayata olabilecek en olumsuz şartlarda atılmış bir kadın neler yapmış. Halen süren programında her gün kadınlara sesleniyor:

BİR ŞEYLERİ DEĞİŞTİRİN...

Alıntı


Kristof Kolomb Amerika'yı keşfe çıktığı ilk yolculuğunda 50 yaşını çoktan aşmış durumdaydı.
Pasteur kuduz aşısını bulduğunda 60 yaşındaydı.
Mimar Sinan, Süleymaniye camisini bitirdiğinde 70 yaşını geçmişti. Selimiye camisini tamamladığında ise 86 olmuştu.
Galileo, ayın günlük ve aylık çizimlerini yaparken 73 yaşındaydı.
Charlie Chaplin, 76 yaşında film yönetmenliği yaparak hala işinin başındaydı.
Goethe, en büyük eseri Faust'u ölümünden bir yıl önce, yani 82 yaşında bitirmişti.
Gençlik hayatın belli bir çağı ile ilgili değildir.
İnsan, kendine olan güveni derecesinde genç, şüphesi derecesinde yaşlıdır.
Cesareti derecesinde genç, korkuları derecesinde yaşlıdır.
Ümitleri derecesinde genç, ümitsizliği derecesinde yaşlıdır.
Hiç kimse fazla yaşamış olmakla ihtiyarlamaz. İnsanları ihtiyarlatan, ideallerinin gömülmesi, hedeflerinin olmamasıdır. Seneler cildi buruşturabilir. Fakat heyecanların, ideallerin teslim edilmesi adeta ruhu buruşturur.
İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar, halbuki hedeflerine götüren yolu yürümedikçe yaşlanırlar.
İnsan ihtiyar olmaya karar verdiği gün ihtiyardır.
Güzelliği görme yeteneğini kaybetmeyen asla yaşlanmaz.
Tabiri caiz ise yaşlanmak bir dağa tırmanmak gibidir. Çıktıkça yorgunluğunuz artar. Nefesiniz daralır ancak görüş alanınız genişler.
Beynimiz yeni tecrübeler keşfettiği sürece insan genç sayılır.

William GLADSTONE

 

 

 


Sevgili anneme.....
'yola çıkan kralın habercisi,
Seni Nippur’a göndereceğim, bu haberi götür!
Uzun bir yolculuk yaptım,
Annem üzüntüden, uyuyamıyor,
Odasına sıkıntılı bir söz girmeyen o,
Bütün yolculara sağlığımı soruyor,
Benim selam mektubumu eline ver!
Eğer annemi bilmiyorsan, onu sana anlatayım:
Onun adı Şatiştar’dır.
Pırıl pırıl görünüşü ile
Bir tanrıça hoşluğu, tatlı bir gelindir o,
Gençliğinden beri kutsanmıştır o.
Kaynatasının evini gayretle yöneten,
Kocasının tanrısına hizmet eden,
Tanrıça İnanna’nın yerine bakmayı bilen,
Kralın sözünü yabana atmayan,
Sevilen, sevgi ile yaşayan,
Kuzu, iyi kaymak, bal,
Kalpten akan tereyağdır o.
Annemin ikinci tanımını vereyim:
Annem ufukta parlayan bir ışık, bir dağ geyiği,
Işıldayan bir sabah yıldızıdır o.
Değerli bir akik, Marhaşi’den bir topaz,
Cazibe dolu bir prens mücevheri,
Neşe yaratan bir akik,
Bir kalay yüzük, demir bilezik,
Bir altın çubuk, parıldayan bir gümüş,
İçi çeken bir fildişi heykelcik,
Mavi taştan bir taban üzerinde duran alabastar bir melektir o.
Annemin üçüncü tanımını vereyim:
Annem mevsiminde bir yağmur, ilk tohum için su,
Zengin bir bahçe, meyveyle dolu.
Kozalaklarla süslü, bakımlı bir köknar ağacı,
Yeni yılda ilk ayın ürünü,
Sulama yerlerine bereket getiren bir kanal,
Aranan en tatlı dilmun hurmasıdır o.
Annemin dördüncü tanımını vereyim:
Annem bir bayram, neşe dolu bir kurban,
Prenseslerin olgusu, bir bolluk şarkısı,
Neşesi tükenmeyen, seven, sevilen bir kalp,
Annesine dönen bir esirin müjdesidir o.
Annemin beşinci tanımını vereyim:
Annem çam ağacından bir araba, şimşirden bir tahtırevan,
Parfümle kokulandırılmış güzel bir giysi,
Kendisine tam uyan, çiçekten bir taçtır o. Sana verdiğim bu tariflere göre annemi tanıyacaksın,
Lamalara sahip olan o hoş kadın işte benim annemdir.
Benden haber için kulak kesilen ona,
Haberi neşe ile götür,
‘sevgili oğlun Ludingirra’dan selam’ de ona!


Çeviri: Avi Pardo
Sumerli Ludingirra şiirleri
Görsel,karatepe, m.o. 7. Yüzyıl hitit kabartması
Süt veren anne ve hurma ağacı birlikte.



Uzun zamandır işe gidip gelmenin dışında kendimizi eve izole etmiş durumdaydık. Bu Pazar gününü biraz farklı geçirmek gerektiğini düşünerek, Covid 19 ile ilgili tedbirlerimizi de alarak Safranbolu üzerinden Amasra’ya geçiş yaptık. Safranbolu benim memleketim Çerkeş’e de yakın bir yer. Biz İstanbul yolu üzerinden oldukça keyifli bir yolculuk yaptık. Doğayı öylesine özlemişiz ki Eylül ayının hüzünlü güzelliği ile birlikte, ağaçların muhteşem ihtişamı arasında vardık Safranbolu’ya… En son 10 küsür yıl önce gittiğim ve kültürel mirasımız arasında yer alan Safranbolu’da o tarih kokan evlerinin arasından geçmek çok güzeldi. Ne var ki yan yana yapılan ve doğal dokusunu bozduğuna inandığım yeni yetme evleri görene kadar. Üzülmedim desem yalan olur. Bu nasıl olabilirdi anlamıyorum. Bu tipsiz evlerin ne işi vardı orada, ne zaman yapılmıştı bir türlü anlam veremedim. Benim ilk gördüğüm yer ile şimdi ki yer arasında dağlar kadar fark vardı. Hani kültürel mirasımızdı orası… Şimdi ne oldu da değişti. Ama anlaşılan o ki herkes zamana ayak uyduruyor. Eski evlerin yerine yeni yetme binaları dikerek de hem kültürel mirasımıza hem de doğal dokusuna zarar verer ellerimizle mahvediyoruz ne yazık ki… İçim burkularak geçiyoruz sokaklardan. Niyetimiz Cam Teras’a gitmek. Oraya giderken yolumuzun üstünde bir yer var ki adı Tepetaklak. Birkaç saniye anlamsız olarak baktığım bu yeri sonra anlıyorum. Yapılırken temel tarafı yukarıda, yukarısı aşağıda. İlginç geldi ama elbette, adı gibi kendi de. Biraz daha gittikten sonra bir de ne görelim Nostalji Gezi Evi…Burası Eskilerden kalma, bahçe içinde, şirin mi şirin bir yer. Önce genç bir bayan karşılıyor bizi girişte ve hoşgeldiniz diyor gayet samimi bir şekilde. Ardından isminin Bahattin olduğunu öğrendiğimiz bir ağbi. Sıcakkanlı, samimi, doğal bir ağbi kendisi. Eskiden otobüsü varmış, yolcu otobüsü. Sonra bırakmış, Hacca gitmiş. Anladığım kadarıyla da ardından da bu evi ziyarete açmış. Bu arada giriş sadece 5 Tl. Sudan ucuz desek yeri. Ben böyle evleri çok severim. Geçmişin yaydığı kokuyu, ahşap kapıları, kapının önünde duran yayığı, sabanı, tekerleği… Beni alıp götürür bir yerlere. 




İki katlı bahçe içinde öylesine güzel bir yer ki doğanın arasında anlatamam. Gidenler bilir elbette. Kapı açılıyor ve giriyoruz içeri. Burada bizi hiç de yabancı gelmeyen objelerle donatılmış bir oda karşılıyor. Eski çakmaklardan tutun da lastik ayakkabılara, bisküvi kutularından “hatta bir tanesi var ki Türkan Şoray’ın resmi var” idare lambalarına, radyolara, Atatürk Köşesine kadar. Bir sürü şey. Bazıları da hediye edilmiş. Yani kısa süreli de olsa geçmişe doğru kısa bir gezinti yapıyorsunuz o anda. Oradan çıkıyoruz. Bahattin ağbi üst katı da gezin diyor ve bizi ahşap merdivenlerden yukarı çıkartıyor. Burası da pötikareli perdelerle donatılmış, o eski sedirlerin bulunduğu ve masalarla donatılmış, duvarlarında keyifli süslemelerin olduğu kocaman bir alan. Anladığımız kadarıyla burası sohbet yapılan yeme içme de olan bir yer ancak covid dolayısıyla şu an aktif değil. Harika bir yer kısacası. Yani deseler ki burada kalın kalırım inanın. Gürültü yok, ses yok, kirlilik yok. Doğanın içinde baş başa harika bir yer anlayacağınız.  Bahattin ağbiye teşekkür ederek ve mutlu bir şekilde ayrılıyoruz oradan. Ama tam ayrılırken yan tarafta gördüğümüz otobüsten cafeye dönüştürülmüş bir yer olduğunu da öğreniyoruz. Bu arada eşim Bahattin ağbiye soruyor “Ağbi burada zaman nasıl geçiyor ?” diye Bahattin ağbinin verdiği cevap ise muhteşem; “Yetmiyor ki”…

Bahattin ağbi gibi güzel düşünen ve güzel yürekli samimi, içten insanlara ihtiyacımız var velhasıl. Zaten bu dünya dönüyorsa böylesine güzel insanların yüzü suyu hürmetinedir.

Ve diyorum ki gidin görün bu güzel Nostalji Gezi Evini. Anılarınız canlansın, kurtulun kısa süreliğine de olsa dünyanın çirkinliğinden. Yaşadığınızı hissedin, doğanın içinde. Kimbilir belki yolumuz düşerse yeniden karşılaşırız sizlerle de….

 Teşekkürler Bahattin Ağbi… Anılarımıza döndürdüğün için bizi

 https://nostalji-gezi-evi.business.site


Mehpare ÖĞÜT ŞENGÜL
Eyül 2020