"Gönülde de bir gizli gönül var."
-Mevlana
Mevlana'nın yakındığı
olumsuzlukların başında dinin şekle, insanın da kalıba teslim edilmesi
gelmektedir. Bize bal taşımak
için vasıta olan bir kavanozu, içine hiç parmak sokmadan bir
ömür yalayıp durmak ahmaklığı,
özündenhikmetinden soyulmuş bir kalıplar yığınını kutsama
illetini çok güzel anlatır.
Rûmi, ruhundan uzaklaştırılmış
bir dini gönülden uzaklık olarak görür. Kur'an, Allah'ın mal ve
evlat değil selim kalp
istediğini ve son hesap gününde selim kalpten başka hiçbir şeyin işe
yaramayacağını bildirir, (bk.
Şuara, 8889)
Gönül; gerçeği gören göz,
erdiren öz, samimiyet, ölümsüzlük, isabet ve aşktır. Gönül, Hakk'ın
dinden ve insandan maksadıdır;
hayatın bizden beklediğidir. Gönülden habersiz bir din
hokkabazlık, oyalanma ve
gaflettir. Dinin şekil ve kural yönü vasıtalar yönüdür. Bu
vasıtalar(vesil)ı, iyi
kullanıp gayeler (maksıd) alanına geçemeyen, dinden hiçbir nasip
alamaz. Diyor ki Rûmi:
"Ömrün boyunca gönül rem
zinden bir harfin bile
kokusunu alamadın; a Kur'an okuyan, hafızsın, ehilsin, ustasın ama, bu
böyle." (DK. 6/130)
Gönülsüz okunduğunda, Allah'ın
rahmeti olan Kur'an bile kinlerin, düşmanlıkların leti
yapılabilir. Bu noktaya parmak
basan Rûmi, şu muhteşem sözü kulağımıza ulaştırır: "Ağzınla
Ysin okuyorsun ama, kinle
bütün bedenin sin gibi diş kesilmiş." (DK 6/436)
Sin, Arap alfabesinin üç dişi
olan bir harfidir ve o haliyle bir testere ağzını andırır. Rûmi,
gönülden nasipsiz bir adamın
bedeniyle Ysin okumasının onu testere gibi
kesmeyedoğramaya susamış
halden çıkarmayacağına dikkat çekiyor. Çünkü gönülden uzak
düşmüş bir iman yapıcı iman
olmaktan çıkıp yıkıcı iman haline gelir. Daha doğrusu yapıcı
iman, yerini yıkıcı inada
bırakır. Bu inat, iman adı altında sahneye sürülürse de aydınlatma
yerine karartma, yapma yerine
yıkma, ıslah yerine ifsd (bozma) sergilediği için insanlık buna
karşı tavır almak zorunda
kalır. Ne yazık ki bu tavır alışın adı dine karşılık olmaktadır. Oysaki
bu, dine değil, dini çürüten
örtülü inkra karşı bir tavırdır. O halde din adına ilk hareket, dini
içinden çürüten örtülü
dinsizliği deşifre etmek olmalıdır. Kur'an birçok ayetinde, özellikle
Mûn suresinde bunu yapıyor. Ve
bize gösteriyor ki, dine riyakrlığı sokanlar, görünüşte
namazniyaz içinde olsalar da,
dini yalanlayan bedbahtlardır.
Rûmi, bu Kur'ansal espriyi çok
iyi yakalamış ve kullanmıştır. Şöyle konuşuyor: "Gönlünü
yıkayıp arıtmamışsın, yüzünü
yıkamaktan ne fayda var sana? Hırstan, doymazlıktan
süpürgeye dönmüşsün, daima
toztoprak içindesin." (DK. 2/223)
Özü bırakıp, kalıp ve kabuğa
mahkum olanlar, dinde derinliği bir şuur ve basiret işi olmaktan
çıkarıp bir sayı tamamlama işi
haline getirirler ve elbetteki aldanırlar. Allah'ı sayılara
mahkûm etmeye kalkan
zihniyetten yakınırken şöyle dua ediyor Rûmi: "Herkesi boğ, şu
sayılardan kurtar bizi...
Sayıların tadına düşmüşüz, başka bir tat ver bize." (DK. 7/347) Sayı
ve kalıp rekoruyla Allah'a
ulaşacağını sananları, bir testi suyu, Dicle'nin sahibi sultana hediye
götürmek gibi bir ahmaklık
sergileyen adama benzetir. Bunun yerine, boş testiyle huzura
çıkıp hiçliğini, yoksulluğunu
itiraf etmek gerekir. Günahkr olarak boyun bükmek, sayı
ukalalığından yeğdir. Ama bu
da bir gönül nasibi gerektirir, (bk. Mesnevi, beyt; 28492868)
Sayılara sığınma aldatıcı
olduğu gibi kelimelere sığınma da aldatıcıdır. Diyor ki Mevlna:
"Salavt verip duruyorsun
ama, Mustafa'nın temizliğinden neyin var, ona bak." (DK. 5/270)
Ruhsal erişi kelime ve laf
hokkabazlığıyla ölçen karanlık bezirgnlığa şunu söylüyor: "Nice
inşallah demeyen var ki, canı
inşallaha eş olmuştur." (Mesnevi, 1/27) Ve: "Akıllı hacı niceye
dek yedi yedi tavaf ederdurur.
Ben, delidivne bir hacıyım, kaç kez döndüğümü saymam bile."
(DK. 4/371)
Rûmi'nin şekil meselesinde
çattığı illetlerden biri de kıyafet ve duvar hegemonyasıdır.
Kalıpkıyafete teslim olanları:
"İsa'yı bırakıp da eşeğine bakma!" (DK. 3/205) diye uyaran
Rûmi, şunu soruyor:
"Hırkayla sarık da nedir? Bunları rehin vermek, himmetin aşağılığından
değil de nedir?" (DK.
4/401) Ve: "Senin dayanağın Tanrı'dır, sopa değil; at sopayı, vazgeç
ondan." (DK. 7/544) Ve:
"Külahı bırak da başı ara; sır o başla ele geçer." (DK. 6/134)
Rûmi, günümüz dünyasında da
Müslümanları kemiren şekilperestlik illetine parmak
basmakta, bu illetin, Hz.
Peygamber'i bir kıyafet putu halinde algılayan gafletine şu darbeyi
indirmektedir:
"Mustafa'nın şekli yok oldu mu, lemi Allahu ekber kaplar." (DK.
5/287) Ve
bunun aksi yapılıp Mustafa,
bir bedevi kıyafetinin ihyasından mutlu olan bir ruh halinde
tanıtılınca, lemi sadece
yaygara kaplar.
Kur'an, engizisyona giden
yolları tıkamıştır. Bu tıkamada alınan tedbirlerden biri de
mabetduvar hegemonyasını
yıkmaktır. İslam'da mabet vardır ama, resmi mabet yoktur. Yani
her mümin ibadetini dilediği
yerde ve tek başına yapabilir. Hz. Resul bunu ifade için: "Bütün
yeryüzü bana ve benim ümmetime
mescit yapılmıştır." diyor.
Bütün yeryüzünün mescit
yapılması ve insanın duvarlardan, bu duvarları saltanat ve sömürü
aracı olarak kullanan
odaklardan kurtarılması Kurana bağlı tevhit erlerinin temel
görevlerinden biridir. Mevlna
bu görevi en iyi biçimde yapan Hak yolcuları arasındadır. Diyor
ki: "İsa dördüncü kat
göğe çıktıktan sonra kiliseyi ne yapsın." (DK. 5/205) Ve: "Can
İsasmın
mescidine gökyüzü tavanı daha
layıktır." (DK. 7/326)
Hakk'ı büyük yeryüzü meydanında
kucaklayamayanlar onu duvarlar arasında hapiste biri
sanıyorlar. Onların o duvarlar
arasında bulacakları olsa olsa nefislerinin putudur, Allah değil.
Rûmi şöyle konuşuyor: "Ne
aptaldır o adam ki sevgili onun evindedir de o eve gelmez, boş
yere olmayacak yerlerde koşup
gezer."(DK. 3/130) Ve şöyle belirtir duvar hegemonyasından
kurtuluşunun mutluluğunu:
"Hamdolsun Allah'a, mihrabın da haçın da hüküm sürdüğü şu
daracık yerden, onun aşkıyla
sıçrayıp kurtulduk." (DK. 6/218)
Rûmi'ye göre dini, formüller,
kalıplarkurallar halinde sundukları sanılan peygamberler,
esasında gönül mimarlarıdır.
Uyanık ruhlar, nebileri böyle anlamış, dini de bu anlayışla
yaşamışlardır. Kalabalığın,
nebileri kuralcılar olarak düşünmeleri, onların gerçek çehrelerini
göremediklerindendir. Yoksa
hiçbir nebi, içi pisliğe boğulmuş bir çanağın dışını yıkayıp
yıkayıp övünmeyi hüner diye
tanıtmamıştır. Şöyle diyor: "Canla, gönülle peygamberlerin izini
izliyorum; aşağılık kişiler
gibi kaçmadım." (DK. 4/213) Ve: "Dinin içyüzünü, özünü dile;
kabuklarından vazgeç."
(DK 2/441) Ve: "Kır da içini çıkar." (DK. 7/358)
Gerçi kabuk ve kalıp özü
bulabilmek için gereklidir, özü o taşır ama, bulmak ve öze geçmek
gayedir. Gayeyi yakalayamayan
tembel ve karanlık benliğin kabuğu ilahlaştırmasına müsade
edilmemeli. Rûmi'nin şikyeti
de esasen bu "kabuğu ilahlaştırma" illetindendir; yoksa o şeklin
ve kabuğun lüzumsuzluğunu asla
söylememiştir. Diyor ki: "Meyva ham oldukça kabuğun
içinde kalması iyidir; fakat
olgunlaştı mı artık kabuk zararlı olur. Kuş, yumurtanın içinde
kanatlandı mı bilki artık
yumurta perdedir, kötüdür." (DK. 3/100) Başak yetişsin, olgunlaşsın
diye çekilir derdi,
sapınsamanın. Sap ve samana sürekli bağımlı kalmak ise Rûmi'ye göre
eşekliktir: "Sen bir
başağa benzersin, canın buğdaydır, bedenin saman; eşek değilsen ne diye
ot otluyorsun, yüzünü öze
çevirsene." (DK. 7/115)
Nihayet bir nokta gelir ki,
şekil ve kural gönül kuşunun ayağına pranga olur. Bu noktada:
"Gönül, din halkasından
kaçıyor." (DK. 4/213)
Dine gönülle bakmayı, dini
gönülle yaşamayı, dinde taklitçiliğe karşı da koyuyor Rûmi. "Suyu
başkalarının oluklarından alan
kişi hırsızdır." diyen Rûmi, düşüncelerini şöyle sunuyor:
"Canlar, canlara şekil
veren ustaya akmada; fakat bu akış, akıllıların dillerindedir, aşıklarmsa
gönüllerinde."
"Dillerde olan şey,
"ben batanları sevmem" hükmüne girer; gönüllerdekiyse "kalan iyi
şeylerdir." der."
"Gönül göğe benzer, dilse
yeryüzüne... Yeryüzünden göğe varmaya pek çok konaklık bir yol
var."
"Gönül buluta benzer,
göğüsler damlardır... Şu dilse oluktur sanki; yağmur oradan akar."
'Yağmur suyu gönülden
göğüslere tertemiz yağar; fakat adamın içi pisse sözlerinin de
aslıfaslı yoktur."
Bu sözler, bulutu yağmur
yağdıran, damı bulutu çeken, oluğu da suyu akıtan adama göredir."
"Suyu başkalarının
oluklarından alan kişi hırsızdır... Başkalarının damlarındaki suyu aşıran,
söz nakledendir."
"Kimin gözyaşlarından
nerkisler biter, güller açarsa odur aşık... Nerkisler toplayıp demet
yapansa bir iş başarandır
ancak."
'Tartış zamanı, terazinin
kefeleri denktir ama adamın dili doğru söylemedi mi, kefenin biri
ağıverir."
"Kim canının halini
giyinmiş, canının rengine bürünmüşse hangi cevabı verirse versin,
gerçekte soru sormadadır
o."
"Bilgisigörgüsü tam olan
hekim, hastaya acı bir ilç da verse zulmediyor gibi görünür ama
zalim değildir, adalet ıssıdır
o."
"İsterse karanlık olsun;
ayak, ayakkabısını tanır; gönül de zevk yoluyla, vardığı konağın
hangi konak olduğunu
anlar."
"Gönüle gir, şu tufanda
Nuh'un gemisine at kendini... Durak korkulu ama gönlüne korku
girmesin kardeş." (DK.
7/628)
Rûmi'nin gönülşekil bahsinde
altını çizdiği noktalardan biri de gönül sırrının insanla
eşanlamlı olduğudur. Gönülden
habersiz bir dkı, bir medeniyet, bir fert insandan da
habersizdir. Ve gönlün ihya
edildiğine en büyük delil, insanın ihya edilmesidir. İnsanın
ezildiği, horlanıp bir kenara
itildiği bir dünyada ne dinden bahsedilebilir ne de Allah'tan.
"Otuz cüzü eline alıp
çileye girdin; otuz cüz benim, vazgeç çileden." (DK. 7/543) diyen Rûmi,
gerçek Kuf'an'm insanın gönlü
olduğunu, Kur'an okumanın da insanı okuyup anlamak
olduğunu söylüyor:
"Gönlün varsa gönül
kbesini tavaf et... Anlam kbe'si gönüldür; ne diye toprak sanıyorsun
onu?"
'Tanrı, suret kbesini tavaf
etmeyi, onun vasıtasıyla bir gönül ele alasın diye buyurmuştur."
"Bir gönül incittin mi
bin kez yaya gitsen de Kabe'yi tavaf etsen Tanrı kabul etmez."
"Malınımülkünü ver de bir
gönül al; al da o gönül, mezarda, o kapkara gecede ışık versin
sana."
'Tanrı kapısına binlerce altın
torbası götürsen Tanrı, bize getireceksen gönül getir der."
"Çünkü der, altın, gümüş,
kapımızda hiçbir şey değildir... Bizi istiyorsan istediğimiz gönüldür
bizim."
"Senin, bir saman çöpü
kadar değer vermediğin yıkık gönül, Arş'tan da üstündür, Kürsi'den
de, Levh'ten de, Kalem'den
de."
"Hor bile olsa gönülü hor
tutma; o horluğuyla gene de pek üstünlük üstünüdür gönül."
'Yıkık gönül, Tanrı'nın
baktığı varlıktır; onu yapan can, ne de kutludur."
"Kırılmış, iki yüz parça
olmuş gönlü yapmak, Tanrı'ya hacdan da yeğdir, umreden de."
'Tanrı defineleri, yıkık
gönüldedir... Yıkık yerlerde pek çok defineler gömülüdür."
"Kul gibi, köle gibi
gönüllere hizmet için kemer kuşan da sırlar yolu, yüzüne açılsın."
"Sana kutluluk gerekse,
devlet istiyorsan, gönüller almaya, ululuğu bırakmaya bak."
"Gönüllerin yardımı
seninle atbaşı beraber giderse kalbinden hikmet kaynakları akar."
"Dilinden sel gibi Abı
hayat akar; soluğun, Mesih'in soluğu gibi hastalıklara ilç olur."
"Sus, her kılında iki yüz
dil olsa da söylesen, gönül, gene de anlatışa sığmaz."
Dışın ihyası uğruna için,
şeklin kutsanması uğruna özün ihmali, insanın başlangıçtan beri en
büyük belası olmuştur:
"Baş gözüyle bakış yüzündendir ki dünyada senin ve benim gibi
binlercesi, durmadan helak
olur, kör olurgider."(DK. 3/122)
"İnsana bütün korku,
içinden gelir; fakat insanın aklı, daima dışardadır."
'Yûsuf gibi, boyuna dışarıyı
okşardurur; halbuki içinde, kanına kasdetmiş bir kurt vardır."
"İçinde, nasıl bir çirkin
var; bir görse ödü patlar."
"O çirkinlik, bir
saldırışta ölürgider; fakat insan, ona zebûn olmuştur." (DK. 6/230)
Şöyle sesleniyor. "Bal
çanağının ağzı kapalı, sense üstünüyanını yalayıp duruyorsun. Çanağı
yere çal, kır, görmek duymaya
benzemez." (DK. 5/179)
İnsanı erdiren, mutlu eden ve
sırları çözen görüş, gönül gözünün görüşüdür. Der ki Rûmi:
"Baştan başa gönül kesil,
çünkü Tanrı huzuruna yol bulan, sadece görüştür." (DK. 5/52) Bu>
görüşten yoksun bulunan
filozoflar, daha doğrusu felsefe, kafa gözüyle baka baka
yorulmaktan öte bir şey elde
edememiştir. "Gönülde İsa gibi babasız bir güzel resmedersin
de anlamada İbn Sina bile
buzda kalakalmış eşeğe döner." (DK. 5/431)
Kafa gözüne bağlı kalanların
din adına konuşmuş olmaları onları filozoflardan fazla farklı
kılmaz. Rûmi, fıkhın
"caizdirdeğildir" tartışmalarını da belli bir noktadan sonra
felsefenin
birbirini çürütmekten öte
hüneri olmayan saçma tartışmalarına benzetiyor. 'Yürü, bilgi
öğrenenlere katıl; fıkıh
bilgisinin çevresinde dön de caizdirdeğildir lafları başını yüceltsin
senin." (DK. 7/634) Ama
şunu da unutmamalıyız ki: "Ebu Hanife, aşka ait ders vermedi; Şafii
aşktan rivayette bulunmadı.
Caizdirdeğildir sözleri ecel vaktine kadardır; aşıkların
bilgisineyse son yoktur."
(DK 5/117)
Nihayet Rûmi işin özetini
gündeme getiren soruyu soruyor:
"Ölümsüz olarak dünyayı
parlatan, fakat ne küfür, ne de iman olmayan ışık nerede?
Meknsızlık denizi incilerle
dolu, fakat içinde insanlık incisi bulunan hangisi?" (DK. 6/225)
Böylece Rûmi, tüm
gelenekselformel kabullerin ötesinde bir insan gerçeğine çağırıyor ve bu
gerçeği yakalamada gönül denen
bakış ve eriş kudretine sarılmayı öneriyor: "Gönül,
göklerden de yüce, göklerden
de geniş!" (DK 6/283) diyen gönül eri Mevlna sözü kendisine
de getiriyor ve: "Benim
yüzümü kafa gözüyle göremezsin." (DK. 5/66) diyor.
Mevlna düşüncesinde gönlün bir
adı kalp, bir adı da candır. Can, tüm ölümsüzlüğün sembol
adıdır. Can, Allah'tan bizde
olandır. Çan'ın karşıtı ten'dir ki Rûmi onu, iğretinin, ölümlünün
sembol adı olarak kullanır,
insanda can süvari, ten binektir. Can, yani gönül tüm varlığı
güden süvaridir.
Yaşar Nuri ÖZTÜRK