Arabesk anlayıştaki, “Batsın bu
dünya!”, “Allah’ım bu dünyaya ben ne geldim!” isyanlarına hep karşı
çıkmışımdır…Bu dünyaya gelmenin bir şans olduğunu, acılara, sıkıntılara ve
sorunlara rağmen kısaca her şeye rağmen yaşamanın, nefes alıp vermenin güzel
olduğunu kabul edenlerdenim…Yaşamak güzel!..Bakın şöyle bir etrafınıza, görün
bütün güzellikleri…Güneşin içimizi ısıtan ışınlarını, denizin kıyıya vuran ve
sahili okşayan dalgalarını, renk renk açmış saksı çiçeklerini, kayanın içinde,
bulduğu küçücük toprak parçasında çiçek açan kır çiçeğini, şarkı söyler gibi
ahenkle öterek daldan dala konan çeşit çeşit kuşları, evinizin bir köşesinde
kıvrılıp uyuyan kedinizi, kuyruk sallayarak beni gezdir diye gözünüzün içine
bakan köpeğinizi, gülen gözleriyle size koşan çocuklarınızı, günaydın diyerek
sabah öpücüğü konduruveren sevgili eşinizi, sıcacık yuvanızı görün…Yaşamak ne
güzel diye haykırın!..
Yaşamak güzel!..Sevmek, sevilmek
güzel!..”Bu niye olmadı?” “Şu niye bana bunu söyledi?” “Onlar neden beni
istemedi?” “Niye bana sormadı?” gibi bizi rahatsız eden soruları, arka arkaya
sıralamayın….Bu sorulara bir başladınız mı yaşamınızın karardığını, yaşama
sevincinize sekte vurulduğunu, suratınızın asıldığını siz de biliyorsunuz…O
halde bu afra tafra niye?..Oysa, her şeyi olduğu gibi kabullenmek
gerekir…Arkadaşınızın, dostunuzun, eşinizin huyunu değiştirmeye kalkmayın!..Hem
çok yorulursunuz hem de olumlu sonuç alamazsınız…Çünkü, herkes kendi yaptığının
doğru olduğuna inanır…Kendini beğenmeyen kim var Allah aşkına?..Birbirine
kırgın insanları dinleyiniz…İki taraf da karşı tarafın haksız olduğunu, kendine
göre haklı nedenlerle size sıralayacaktır…Hiç kimse, ben haksızım, arkadaşıma
karşı haksızlık ettim, demez…Ahh diyebilse keşke, özür de dileyebilse, ne kadar
iyi olur; ama dileyemez…Üzüldüğünüzle kalırsınız…Siz olduğunuz gibi görünün,
herkesi de olduğu gibi kabul edin, lütfen!..
Yeni doğan güneşin ilk ışıklarına
bayılırım…Otelin ya da kaldığınız bir evin balkonundan karanlığı yırtarcasına
çıkan bu muhteşem doğuş, yeni günün de müjdecisidir adeta…Bir bardak çay
eşliğinde, doğanın sessizliğinde olağanüstü kızıllığı izlemek ne
güzeldir…Doymadım, doyamadım ben bu ilk ışıklara…Güneşin batışındaki hüzün de
öyle gizemlidir ki…Yerini yavaş yavaş karanlığa bırakırken, yüreğinizde
hissedersiniz, terk edilmişliği…Ama olsun!..Ben yine de doymadım, doyamadım
güneşin batışını izlemeye…Tekne gezilerine hayranım…Güzel bir koyda tertemiz
denizde yüzmek ne harika bir duygudur…Doymadım dostlar, doyamadım pırıl pırıl
denizde yüzmeye…Sahilde bir akşam yemeği…Masa donatılmış…Sevdiklerinizle
berabersiniz…Dilinizde Türk Sanat Müziği şarkıları…Doyamadım yemek eşliğinde
şarkılar söylemeye, inanın doyamadım…Akşam ışıklarında, sahilde sevdiğimle el
ele yürümeye doyamadım…
Şırıl şırıl akan dereleri, gürül
gürül akan şelaleleri izlemeye doyamadım…Orman içi yürüyüşlere, sevdalara,
aşkın kavuran ateşine, şiirlere, türkülere, okumaya, öğrenmeye, öğretmeye,
sorgulamaya, eleştirmeye, düşünmeye, direnmeye, isyan etmeye, doyamadım…Ülkemin
güzel insanlarına, öğrencilerime, dostlarıma, arkadaşlarıma doyamadım…
Sevgili eşime, canımın en hayati
parçası kızıma, anneme, babama, kardeşime, tüm yakınlarıma doyamadım…Yaşamayı
seviyorum…Ölüm gelene kadar bu doymazlık sürecek…Nefes aldığım sürece sürecek…
Doymadım, doyamadım sevmelere
ben…
Asım ERDOĞAN
0 Comments:
Yorum Gönder
Yorumunuz İçin Teşekkürler Ediyorum