AŞK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
AŞK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster


"... aşıktım bir zamanlar ben, aşk'tım bir zamanlar...
aşıktım, gizliden-açıktan seviyordum bir zamanlar...
bir zamanlar sevginin dehlizlerinde yürür,
kaybolurdum ama o kayboluşlar hiç de "kötü" gelmezdi.
ve hiç üzmedi... çünkü SEVİYORDUM.
bir zamanlar hem aşık, hem şaşkın, hem dolaşıktım...
yanardım gizli-açık... çünkü ben AŞK'TIM bir zamanlar.
aşkım damarlarımda dolaşırdı kan yerine, kan gibi.
bakardım yüzüme her yansıtan nesnede sanki SEN var gibi.
Ruhumu sarsan depremler, gecelerime ışık, gönlüme derman.
ben seviyordum, ben aşıktım bir zaman.
bir zamanlar çokça susuzluk krizleri geçirdim sevdiğimin yokluğunda.
ne sular kandırdı beni, ne yalanlar inandırdı.
yapamazdım onsuz zamanın en kısa anında.
o zamanlar, adını her andığımda "dalıp dalıp" gittiğim zamanlardı.
ben seviyordum bir zamanlar...
bir zamanlar kalbimde SEVDAN vardı...
renklerim karışıktı bir zamanlar, tıpkı kalbim ve kafam gibi.
açık pembe kabuslarım olurdu nedenli nedensiz.
Koyu-gri hayallerim de olurdu onların yanında, sevinirdim...
ben renkleri bile karıştırırdım bir zamanlar aşık olduğumda.
bir zamanlar aşıktım ben veya öyle sandım..."


PDR-BAY / DOĞAN





Konuş yüreğim! bir sen bir de ben varız bu akşam.
Söyle içindekileri, dökül, bileyim ben de.
Kaç kere atar bir kalp...!
Ya duran bir kalp çalışır mı hiç ardından
Yetmedi mi sence de bu yalnızlık
Tükenmedin mi bunca yılın sonrasında
Hala mı umut var
Hala mı beklediğin
Hala mı sevdiğin
Anlat, anlat ki bileyim ben de
Ortak olayım derdine bu akşam…

Konuş yüreğim
Hangi yangından sonra böyle oldun anlat bana
Kör mü olmuştu gözlerin de tutuldun bu aşk’a
Yaraların ne durumda
Yoksa kanıyor mu hala!
Kim bilir imkansızlığın içinde bir yalandı bu aşk’ta…

Söyle bana yüreğim söyle, çekinme, korkma!
Sevdim onu de, utanma…
İstersen haykır, ağla..
Yeter ki anlat bana, anlat da ortak olayım bu aşk’a…

……..

Madem merak ediyorsun geç otur karşıma..
Anlatayım merak ettiklerini bir bir sana…!
Ben, şu gördüğün ben var ya…
Belki de bu dünyada ki en yalnız kişiyim aşk’ta
Seviyorum diyenin bir sözüne kanıp da
Elini aşk’a bulayan bir budalayım bu dünyada…
Tükenmedim mi sanıyorsun, yanmadım mı, ağlamadım mı…
Tükendim de, yandım da, ağladım da
Ama bir de pişman mısın sor bana
Hadi sorsana!
Sana vereceğim tek cevap; pişman değilim asla!

Madem sordun söyleyeyim!
İlk yangınımdı benim hatırladığım ve en büyük yangınım
Yıllarımı elimden çalan
Evet kör olmuştum haklısın
Belki de istemeden..
Belki de beklemeden..
Belli ki sevdiğimden…
Dinlersen her akşam bahsederim sana ondan…

Ve ben öyle sevdim ki öyle yandım ki
Cehennemi yaşarken gördüm
Öldüm öldüm de dirildim onsuzlukta
Bak haykırıyorum evet yandım, evet ağladım
Hatta sevdim, hem de büyük sevdim.
Ve isteyerek buladım elimi bu aşk’a…

Ama bir de şimdi sor bana!
Seviyor musun hala!

Sana vereceğim tek yanıt
Hayır olacaktır unutma !!!!!
“Geçmişte kalan bir mazidir aşk’ta”


Mehpare ÖĞÜT
“Geçmişte kalan bir mazidir aşk’ta”

19 EYLÜL 2013







Sana yazacaklarım bitti mi sanıyorsun,
-hayır, henüz bitmedi…

Başlamayan bir şeyin bitmesi mümkün olabilir mi…!

Daha gözlerine sıralayacağım onca dize dururken
Öpülmemiş dudaklarının sıcaklığını dudaklarımda hissetmemişken
Saçlarının arasında dolaşmayan ellerim varken
Omzuna koymadığım başım henüz beklerken
Dizlerinde bir an bile uyuyamamışken
Kalbim henüz senden vazgeçmemişken
Gözlerim sonsuz kere benden uzaklaşan yolları gözlerken
Günler ayları, aylar yılları kovalarken
Ve ben bir an bile seni görmemişken
Gördüğümü farz ederek yaşarken
Yaşarken seni düşlerken
Düşlerken en güzel günleri
Günleri sana adamışken
Adadığım tüm nefesimi henüz vermemişken
Verdiğim söze sadık kalıp seni beklerken
Beklerken kimseyi kabul etmemişken…

Senin için yazacaklarım biter mi sanıyorsun…!

Daha bitmedi…
Tüm kelimelerim sıralanmış bekliyorken senin gelmeni..
Bitmez bende ki yazılacak satırlar,,,

Kalemim her daim açık sana…
-hadi düş sayfalarıma…

Mehpare ÖĞÜT
“Sen uzaklarda bir yıldız gibisin bana, uzanamadığım, tutamadığım”


KASIM 2013









Ben kışları anlatırım, gözlerin baharları

Beyhude telaşlarımda kalır geçmiş
Ben yalnızlıkları susarım, sen eğdirirsin önünde sultanları
Sultanlar eğilince de bilesin, unutmazlar saltanatını
Güç bela düştüğüm yollarda kaldırırım önümden tüm unutulanları

Ben senin bildiğin gemilerden değilim
Rüzgarında devrilirim de bir dalgalarında boğuşurken kendimi bilirim
Issızlığım, çevremi kuşatsa da haykırıyorum denizi
İdam sehpasına giderken gocunmam ben, ölüm bir kar tanesi

Cellâdımsın diplere inmekten korkmam
Tarihim seni kovalamaktan örülü
Senin rengini başka bir renkle bozmam
Gözümde bir yaştır sonsuzluk evrenine dökülen
Binlerce yılın sürgünlük ıstırabını çıkarma benden
Hayatımı küçümseyen gözlerini uzak tut
Bir korkudur bakışların, müebbet zamanları tüketen
Bir gülün içimde devinen dikenisin, içimde yüzyılların çilesi gömülü

Lügâtimde seni anlatmaya yer yok
Saçların rüzgarıma tâ ezelden asılı
Zindandan çıktı hüznüm, yeryüzünde bana ayrılacak bir mutluluk kafesi yok
Müphem yolculuklardan artık çekil bana
Benim taşım, senin toprağına yazılı

Bir devran dönüyor başımda artık yeter
Bir servi olup göğe uzanıyor bıraktığın keder
Bir kül kaldırıyorsun ey içinde gülü barındıran
Tozumu bile kaldırdın, yollarımda ayaklarım tükendi
Ruhumda bir katılık yerleşti, boz bulanık ötelerden yani senden kalan

Yenilgiler koydun geri dönülmez ülkeme
Hayallerim bir hülyanın karanlık kıyılarına vurdu
Ateşi elinde tutan bir adam dedi
Kuzeydir aradığın yer buzlar orayı terketti
Bezirganlara yerini sormak hercai bir çaba
Sadâkat, iflas eden hücrelerimi uyandırdı
Omzumda mevsimlerle yürüyorum,
Beni ne güneşler ve yağmurlar terketti
Önüme bakmıyorum gözlerim havada ebedi ufku arıyorum

Hep vardır bir gözü değen
Sahile vuran balıklar hududunu unutsa da
Tek O unutmaz
Esrârengiz ve yorgun kelimeleri ayağa kaldıran, ayân eden

Hasan TOMUK





Ben hiçbir şeyi unutmam sevdiğimi de zira
Ama yeri gelir unutmuş gibi yaparım orası başka…
Belki bir sınama yöntemi belki de sabrımı deneme işi
Yüreğimi kendimce sorgulama yöntemi…
Gidenlerin gittiği günü milat sayarım
Her geçen güne bir gün adarım
Velhasıl kolay değil yaşanmışlıklarım
Belki de en zorudur yaşayamadıklarım
Lakin yürek bu…
Gitmek ayrı dönmek ayrı iştir
Yetiyorsa yüreği insanın
Dönmek istesin bir kez
Unutmuş gibi yapar ve hatta unuturum da…
Yeter ki geliyorum desin bir
Hiç durmaz kollarımı açarım….

Mehpare ÖĞÜT










Karımı 1998'in sonbaharında kaybettim...

Yedi senelik evliliğimizin iki senesini kanser tedavisi için hastanelerde geçirmiştik.
Karım, her evlilik yıl dönümümüz de ikimizin fotoğrafını çerçeveler, ‘‘Bunlar bizim hayatımızın gölgeleri’’ derdi.
Öldüğünde, yedi tane resmimiz vardı.

97'in bir gecesinde onu aldattım.

Oysa, ona sürekli onu ne kadar çok sevdiğimi ve sonsuza kadar sadık kalacağımı söylerdim.

Ölmeden iki hafta önce yine aynı şeyi tekrarladım.

Tuhaf bir gülümsemeyle baktı bana ve sadece:

- Biliyorum dedi.

***

İzmir'e kar yağdığı gün, yani bir ay önce, evdeydim.

Fotoğraflarımıza bakıyordum yine.

Her çerçevenin altında bir harf olduğunu ilk kez o gün fark ettim.

A.

R.

K.

A.

S.

I.

N.

Gerisi için yılları yetmemişti.

Ama sanırım ‘‘Arkasına bak’’ filan yazmaya niyetlenmişti.

Hemen çerçevelerin arkasına baktım.

Hiçbir şey yoktu.

Sonra bir şey dürttü beni, hepsini teker teker söktüm.

***

İnanabiliyor musunuz, her birinin arkasından bir mektup çıktı!

Geçirdiğimiz her sene için sevgi dolu sözler yazmıştı.

1997'deki resmimizin içinden çıkan zarf ise simsiyahtı.

Ve içinden şu sözler çıktı:

‘‘14 Mart 1997/ Gözlerin bana başka birine dokunmuş gibi baktı/ Söylemene gerek yok, biliyorum...’’

***

2002'deyiz.

Onu kaybedeli 4, aldatalı 5 yıl oluyor.

İçim acıyor şimdi.

Çünkü kadınlar biliyor, hissediyor...




Alıntı…




Aşkın yalnızca saatlere günlere yansıyabilecek kadar kısa ömürlü olduğunu sanırdım.

Sevgili Seni -Kendimde- Hatırlayınca;

Aşkın; değil yıllara, değil asırlara, Sonsuz Zamanlar boyunca, Sonsuz Aşkla, Sonsuz Sevgiyle, Sonsuz Tutkuyla, Sonsuz Şefkatla tüm boyutlara yansıyabildiğini ve tüm varlığımı kucaklayabildiğini gördüm.

Kalbimin Yalnızlığını daha önce hiç farketmemiştim, kendimi çok sandığım serüvenimde; Senden ayrı, bizi unuttuğum sonsuz zamanlar boyunca yalnız kaldığımda sensizliğin -yalnızlık- olduğunu anladım.

Aşkı ve aşka ait olan herşeyin kaosların ortasında, arada sırada yaşanan tatlı dakikalar olduğuna inanmıştım.

Anladım

Anladım ki Sevgili

Aşk; Kalbimdeki Sonsuz Aşk ile yansıdığım -Sevgiliyi- her An’da, her yerde, nefesimde bir dua, gözlerimde bir renk, tenimde gül kokusu, yüreğimde alev alev yanan bir ateş parçası gibi hissetmekmiş. Birlikte Aşkın içinde tükenerek yeniden Tek Ol’arak doğabilmekmiş.

Ve anladım ki Sevgili; her seferde olduğu gibi ve Şimdi Burada Tam ve Bütün olduğum An’da; Aşk -kendim- olabilmekmiş.
Rüzgar olup esmek
Güneş olup doğmak
Sınırsız
Sonsuz
Hesapsız
Yarınsız
Ol’makmış
Ve aslında bütün mesele; Canın, Cananda olduğunu bilebilmekmiş

Nilgün NART









aşkımız bir gün uçup giderse aramızdan sevgilim
sırt çantalı bir duman gibi
bir melekle çarpışan kelebeğin kanadından dökülen toz
bir çağlayanda sürüklenen bir dal parçası gibi
istemediğimiz yerlere giderse aşkımız
sevgilim
yalnızca kanatlarına güven

kendi yarattığımız boşluğun ucunda
sıkı sıkı tuttuğumuz bir kapı koludur yaşam
ve aşk, en derin kuyumuza düşen keman
yürüdüğümüz yollar daralırken
çökerken altımızdaki merdivenler
sevgilim
yalnızca kanatlarına güven

sevdalılar bilir
bir kuş yağmurudur ilkbahar
sevmeyi beceremeyenlerin koyduğu yasaklar
çözülüp gider çocuk gölgelerinde yazın
ve ağzımızın içinde dağılır aşk
sapsarı bir şeker gibi erirken sonbahar
bitmeyen bir kıştan söz açılırsa sevgilim
sevgilim
yalnızca kanatlarına güven

elimi uzattığımda sana gemileri göstermek için
dümende kan kokusuyla bayılmış bir kaptan
ateşin yüreğine sürüklenen bir ülke ufukta
ve çekirge sürüleri yolcu bavullarından çıkan
sevgilim
dökülürken tüyleri
savaş uçaklarına çarpan güvercinlerin
her gün değişen atlasların içinde tara saçlarını
ve yalnızca kanatlarına güven

götürürlerse bir gün beni ellerim iplerle bağlı
şiirlerimin bilmediği yerlere ve hiç kimsenin
alnımdan fırlayacak göçmen bir kuş gibi dur
dünyanın paslanmış sırtında
ve bensizliğe havalanırken
korkma sevgilim
sevgilim
yalnızca kanatlarına güven


Akgün AKOVA





Nilgün Atar, Gazeteci Ayşe Arman’a anlatıyor:”Eşimle 30 yıllık çok mutlu, uyumlu sevgi dolu bir birlikteliğimiz vardı…Vardı diyorum; çünkü artık yok…Bir Bayram sabahı, her zamanki gibi ”Günaydın!..Haydi kalkalım, artık…” dediğimde cevap gelmedi…Dürttüm…”Hadi ama…” yine ses yok…Birden doğruldum…Nefes almıyordu…Gözleri hülyalı ve yarı kapalı…Güzel bir şeye bakarmış gibi gülümsüyordu…Ellerini göğsünde birleştirmiş, ayakları dümdüz ve üzerindeki pikede bir tek kırışıklık bile yoktu…Sarstım…Şaka mıydı?..Dün hep beraber güle oynaya, çoluk çocuk, neşeli bir akşam yemeği yemiş, sohbetler etmiştik…Böyle apansız, durduk yerde neydi bu başımıza gelen?..O anı anlatabilmem mümkün değil…Dünya ayaklarımın altından çekildi…Dudaklarına eğildim, buz gibiydi…Nefesimi üfledim bedenine, belki nefesimle yeniden canlanır diye…Hiçbir şey olmadı…Uykuda kalp krizi bizi bulmuştu…Kıpırtısız, ne olduğunu bile anlamadan dünya değiştirdi sevgilim…Hem de yanımda mışıl mışıl uyurken…9 Eylül 2010’dan bu yana hâlâ alışamadım yokluğuna…Çünkü biz ruh ikiziydik onunla…” Eşi Ferit Hikmet’in ölümüyle ilgili, insanın yüreğini burkan gerçek bir olaya dayanıyor bu anlatılanlar...

Bu gerçek olay, beni doğrusu çok etkiledi…Empati kurarak Nilgün Atar’ın hissettiklerini anlamaya çalıştım…İsterseniz bir an, bu vahim olayı birlikte değerlendirmeye alalım ve düşünelim…Çok sevdiğiniz eşiniz yanınızda uyurken kalp krizi geçiriyor ve sizin bundan haberiniz yok…Sabahleyin her şey bitmiş ve siz ne yazık ki eşinize hiç bir şey yapamıyor ve büyük bir şok yaşıyorsunuz…Yaşanan bu büyük acıyı anlatacak sözcük bulabilmek gerçekten zor…Kabul edelim ki sözcüklerin aciz kaldığı nadir durumlardan biri bu istenmeyen an…Kimsenin başına gelmesini istemediğim çok zor bir durum…Her şey boş diyorsunuz o anda…Yarı yerinden bölünmüş bir hayat…Yarı yerinden bölünmüş bir mutluluk…Anılardan başka elde kalan hiçbir şey yok…Birlikte yaşanacak gelecek yok…Çıldırmaya az kaldı denilecek bir an…Dün ile bugün arasına çekilen sanal dikenli bir tel…Yüreği acıtan yer yer kanatan pıtıraklı dikenli bir tel…Sevginizin, aşkınızın yıkılan bir barajın suları gibi gürül gürül boşaldığı an…Çaresizliğin, yalnızlığın, acının, hüsranın doruk noktasına ulaştığı an…

Sevdiklerimizi kaybettiğimiz anda anlıyoruz ki onlar bin yıl yaşamayacaklar; ama ne yazık ki biz bin yaşayacaklar gibi davranıyoruz…Zaman zaman onları kırıyor ve üzüyoruz…Oysa, bir nefes uzakta ölüm, hepimizi bekliyor…Unutuyoruz bu değişmez gerçeği…Yaşadığımız her güzel an aslında kârımız bizim…Öyleyse niye karartıyoruz sevecen ruhları?..Niye solduruyoruz gülen yüzleri?..Öyle ya, sevdiğimizi alıp gidince mi göreceğiz ölümün soğuk yüzünü?..Bakın sevdiklerinizin o güzel yüzüne…Sarılın doyasıya…Tutun ellerini…Yüreğinizi yüreğiyle birleştirin…Zaman su gibi akıp geçiyor…Yarına ertelemeyin isteklerinizi…Bir alıştınız mı ertelemeye, vazgeçemezsiniz, çünkü…”Bugün olmasın yarın olsun!..” önemsiz gibi görülen duraksamalardır…Sevdiğimiz ve kendimiz için bugünü yaşamalıyız doyasıya…Yarın çok geç olabilir…

Ruh ikizi ne demek çok iyi bilirim…Ben de eşimle ruh ikiziyim…Aynı şeyleri düşünmek, aynı şeylerden hoşlanmak, hoş bir duygu…Ruh ikizini kaybetmek de o ölçüde üzücü ve yıpratıcı…Birdenbire yapayalnız kalıyorsunuz ruh ikizinizle birlikte nefes alıp verdiğiniz bu fani dünyada…Ölümün acısı çöküyor onun yüreğini içine aldığınız yüreğinizde…Ben şimdiden bu acının büyüklüğünü hissediyorum…O nedenle de eşimi elimden geldiği kadar üzmemeye özen gösteriyorum…Onun da aynı özeni benim için gösterdiğine inanıyorum…Yaşarken sevdiğinin değerini bilmek o kadar önemli ki…Sonradan yükselen pişmanlık nidalarının kime ne yararı var?..

Sevdiğiniz bugün yanı başınızda…Yarın yanınızda olacağının ya da sizin onun yanında olacağınızın garantisi var mı?..Elbette yok…O halde, her günün yeni bir güne, her yeni günün de bilinmezlere gebe olduğunu asla unutmayınız…


Asım ERDOĞAN




Yanmak mı ? sahi ne için yanardı insan.
Kalbine ne zaman hükmederdi de aşk’ın adı çeker miydi onca zaman
Uzakları yakın eden bir sevda gelip de çalar mıydı senin kapını da
Sen istemem çek git diyebilir miydin ona…
-Bir sor kendine;
Uğrunda nice düşler biriktirilen bir sevdan olmuş muydu hiç !
Adını zaruri bir ihtiyaçmışçasına ezberlediğin;
-yüreğini kurşun yarasından da  daha çok yakan, delip de geçen
Bir sevdiğin olmuş muydu  hiç !
Beklemenin adını sen koymuşsam
Susturup gönlümü sabrımı sana bağışlamışsam
Unutup konuşmayı hayallerine dalmışsam
Sevda makamından onca nağmeyi sana adamışsam
Bil ki hem yanmış, hem de sevmişim demektir seni…


Mehpare ÖĞÜT


Eliminde altında kitaplar, yanı başımda telefon…
Uzun uzadıya yazılmış sevda şiirleri
Aklımdan geçen yüzlerce soru
Ve o sorular içerisinde en önemlisi Sen…
Bir avuntu bulmalıyım kendime.
Şarkılar bile yalnızlığı söylerken
İhmale gelir mi seni düşünmemek.
Olmuyor değil  hani
Bazen öyle bir an geliyor ki bırak düşünme diyorum…
Sonra kendi kendime kızıyor, öfkeleniyor ardından üzülüyorum…
Seni düşünmemek / özlememek ne mümkün !
Seni sensizde yaşıyorum ama
Bir yanım hep eksik
Ama en çok acıyan yerimse yüreğim.
Yüreğim senden geçemez ki….
Hayallerine yattığım kimbilir kaç gecenin sabahında
Gözlerimi seninle açtığımı bilemezsin.
Düşlerimde ne zaman görsem
Ümidim yine yeniden coşardı
Yalnızlığı yaşarken en çok da farkına varıyordum ya
İşte sen olmasaydın
Belki de çoktan kaçırmıştım o aklı…

Unuttuğum bir şeyler vardı maziden.
Belki de herkes gibi sevemediğimdendi kederim.
Herkes seviyordu da birbirini,  belki birileri de sevmişti beni…
Ama bir tek ben sevemedim öyle herkesi…
Seviyorum dediğim anlarda bile
İnandıramadım demek ki…
Ya sözlerim yalan geldi ya da gözlerim
Anlamadım gitti…
  
Mehpare ÖĞÜT





Sevmek ne kadar güçlü bir duygudur ki, sevmediğin zamanlarda bile kalıyor hatırı… Güneşi göremesen bile yetiyor yüreğini saran sevgi. Sen hiç gördün mü sevmiyorum deyip de gerçekten yanmayanı. Diyorsa ki diyen, bil ki yalandandır tüm konuşmaları…

Ne unutmak için çaba harcadım ne de yeniden sevmek için… Ne zaman ki çaldı kapımı aşk, buyur edip aldım içeriye ve gösterdim ona tüm konukseverliğimi. Başımın üstünde yeri vardı ama en çok da yüreğimde. Ve dünya sadece ben, aşk ve o’nun etrafında dönmekteydi. Ve gün geldi  ne zaman sıkıldı benden girdiği kapıdan gönderirken güle güle demesini de bildim ben…Düşmedim peşine hiçbir vakit ve O’da gelmedi zaten. Bekledim belki bir ihtimal gün olur döner diye. Körü körüne de bağlanmadım aşk’a kaldı ki onun esiri olacak kadar da sevemedim hiçbirini asla. Ve işte bir umuttur yaşayıp gitmekteyim bir gün aşk kapımı çalacak diye…

Sadece zamanı vardı biliyorum ve biliyordum ki bu sefer ki geliş gidişlere izin vermeyenlerden olsundu. Bir his vardı yüreğimde tam da şuramda “O” gelecek biliyorum. Kaldı ki bu geliş zaman alacak hem de düşündüğümden çok ama çok, beklemeye devam diyorum…

Mehpare ÖĞÜT














Havaların düzeleceği yok bu gidişle ve dolayısıyla benim de ruh halimin…
Sanırım beni bu havalar mahvetti diyen şairin dizeleri tam da bana göre. Kış’ı yaşayamazsan doğru dürüst böyle ıslanır kalırsın sürekli yağmur tanelerinin altında. Ve sakladığın göz yaşların da kaynar gider arada nasıl olsa…

Bir fincan çayımı alıp yudumlamaya tam da başlamışken, dilimin ucuna aniden gelip de takılıveren

“Sana ben şiirler sözler büyüttüm
Sana ben baharlar yazlar büyüttüm
Sana ben hummalı gizler büyüttüm
Söyleyemedim….”

dizeleriyle dalıyorum düşler alemine. Bildiğim ama senin bilmediğin bir şey var ya o şey sana dair büyüttüğüm sevgiydi. Yenik düştüğüm suskunluklarıma alet olan ve beni böylesine düşlere salan sendin aslında.
Sineye çektiğim ve kabul ettiğim yenilginin altında ezilip dururken her geçen gün nasıl oluyor da sevmeye devam edebiliyordum seni veremiyordum bir anlamda…
Seni sevmekten vazgeçmek istemiyorum çünkü seni diğerlerinden ayrı tutan bir şeyler var adını koyamadığım. Sen bilmesen de ben biliyorum, kendimi sensizliğin düşlerinde oyalayıp duruyorum. Öyle çok şeyler istiyorum ki sana dair; sana bakmak, sarılmak, konuşmak en çok da seni sevmek daha çok sevmek istiyorum. Ve yüreğimden yüreğine yol bulacak bir gün sözlerim inanıyorum. Belki bir gün, hissederken seni sensizlikte, yetmese de yetinmeyi bilmek ama yokluğuna dayanarak günlerimi geçirmek. Biliyorum bir gün duyacaksın sesimi, şimdi bilmesen de sevdiğimi, bir gün inanırsan ki sevdiğime geleceksin biliyorum… Ve sana dair büyüttüğüm sevdamı, yalnızlığımı, hüzünlerimi, şiirlerimi saklayacağım geleceğin güne kadar. Meğerse ne de çok biriktirmişim yokluğunda hepsinden de… Olsun varsın, hepsi de sana dair nasıl olsa…

Şimdilik bana müsaade… Sıyrılırken düşlerimin arasından yavaş yavaş bir başka düşe kadar büyütmeye devam edeceğim seni biraz daha. Ta ki seni sevdiğimi anlayıp geleceğin güne kadar… Biraz ayrılık, biraz hüzün, biraz yalnızlık, biraz mutluluk, bir sen, bir ben ama sonunda aşk olana dek sevdiğim…
Saklayacağım o güne dek seni en gizli yerde ve geldiğin gün hayat bulacağım, yeniden doğmuş gibi olacağım seninle…

Mehpare ÖĞÜT






Her günü bir umutla tüketmenin
Yanında olmayan birinin düşlerine sarılarak uyumanın
Ve kendi kendinle yaptığın iç hesaplaşmaların
Nereye varacağını bilmeden, sevebilir misin sevgili !
Sevebilir misin aradaki mesafelere aldırmadan görmediğin
…ve belki de hiç görme umudunun olmadığı birini…
Adını yüreğine yazıp başkalarına yer vermeden,
Belki de bir ömrü adamaya yemin ederek
Sevmeye söz verebilir misin sevgili !
Bekleyebilir misin belki bir gün diyerek…
…ve o bir günün hesabını verebilir misin hiç düşünmeden kendine…

Oysa ki ben her günümü, gönlümü sana adadım…
Seninle yatıp sensizlikle uyandığım her günü;
Kendime haram kıldım ey sevgili…
…ve aklıma düşen gözlerini her düşündüğümde;
Senin hayallerinde yüzer buldum kendimi.
Belki de seviyorum dediğim zamanlardan bile daha çok sevdim seni…
Sana ulaşamadığım her anın acısından olsa gerek,
Sensizlikle geçirilen her günü yas ilan edip,
Heybeme attığım yalnızlık tohumlarını ekiyorum gönlüme…
Belki bir gün diyerek geçirdiğim her günün ardından açıp da ellerimi semaya;
Seni istiyorum şu garip gönlüme !
Kimbilir dualarım kabul olurda düşersin cemre gibi yüreğime…

…ve seni yaşıyorum her anımda, her günümde…
Tohumların çiçek açtığı, güneşin ısıttığı ve nisan yağmurlarının mevsiminde;
Sen de açar mısın benim gönlümde !
Verir misin yüreğini, katar mısın benimkine !

Mehpare ÖĞÜT
2013    
Sensiz aldığım her nefes haram bana, bil istedim…





Ne garip değil mi !
İnsanoğlu hep birilerini bekleyerek tüketiyor ömrünü…
Gözlerini ne kadar oğuşturursa oğuştursun;
Baktığı hiçbir yerde bulamayacak aradığı kişiyi.
Gelmeyecek biliyor aslında.
Ama inandıramıyor yüreğini,
Aklı ne kadar zorlasa da…
Düşle yatıp kalktıkça;
Daha da artıyor acısı farkında.
Ve ne kadar söylerse söylesin
Adı hep aklında…

Siliniyor bir  kent yokluğunda
Trafik lambaları hep kırmızı, hep kırmızı.
Gece bitmek bilmiyor, gün ağarmak
Aşk’ın her halini yaşamak istiyor, olmuyor…
Oysa ki o dünden razı…

Şimdi bir avuntu kentinin yıkıntıları arasında
Savruluyor düşleri karışıp rüzgara.
Yine sessizlik, yine sensizlik diye düşünüyor.
Düşünceleri arasında dalarken uykuya,
Adını sayıklıyor…
Geldiğinde kapıyı çal ben açarım diyor…

Mehpare ÖĞÜT











Sevmeden sevilmek, dokunulmadan dokunmak,
yaralanmadan yaralamak, acı çekmeden acı çektirmek,
zırhlarımızı, akıllarımızı, hesaplarımızı bunları elde etmek için mi kuşanıyoruz?
Onun için mi deneyip duruyoruz insanları?
Her sınamada onlar biraz daha fedakâr, biz biraz daha mı güçlü oluyoruz.

Güçlü olmak isteğinin aslında nasıl bir korkaklık olduğunu fark edememek kaç aşka mal oluyordur insana.
  
Acaba kendimizi en çok savunduğumuz sırada mı alıyoruz en büyük yaralarımızı,
en büyük budalalıklarımızı en akıllıca davrandığımızda mı yapıyoruz acaba ?
Rahatı ve güvenceyi en çok istediğimizde mi kaybediyoruz en büyük mutluluklarımızı,
en çok korktuğumuzda mı acaba korktuğumuz başımıza geliyor?..
Kendimizi bu kadar savunmasak, bu kadar akıllı olmasak, rahatın peşinde bu kadar koşmasak ve bu kadar çok korkmasak, yaralarımız, pişmanlıklarımız ve acılarımız daha mı az olurdu acaba ?

"Tanrıyı ve insanları deneme," diyen Nietzche'ye aldanmayıp herşeyi ve herkesi bu kadar çok deneyden geçirdiğimiz için mi Tanrıyı ve insanları kaybediyoruz? İnsanları bu kadar çok denediğimiz, kendimizi kalkanlarımızın arkasına böylesine iyi gizlediğimiz, hiçbir acıya ve sıkıntıya razı olamadığımız için mi en çok istediklerimiz en uzağımıza düşüyor, mutluluk ele geçmez bir masal kuşuna dünüyor ?
Schiller'in o muhteşem "Eldiven" şiirinde anlattığı hikâyeyi belki daha iyi okumalıydık,
oradaki şövalyenin adım seslerini belki daha çok duymalıydık.
Hep erken öleceğini düşünen, hayatı bu düşünce nedeniyle telaşla geçen ve düşündüğü gibi erken ölen Schiller'in söylediklerine biraz daha dikkat etmeliydik, kendi ölümünü bilen birçok şeyi bilebilir çünki.
Arenada, bütün şövalyelerin aşık olduğu ve evlenmek istediği harikulade güzel prenses kral babasıyla birlikte oturuyor, çevreleri genç ve yakışıklı şövalyelerle dolu, hepsi bir küçük tebessüm için bekliyorlar.
Borazanlar çalıyor ve aslanlar çıkıyor arenaya, kocaman yeleleri, gergin belleri, iri pençeleriyle kükreyerek dolaşıyorlar. Prenses zarif ellerini saklayan uzun eldivenlerden birini çıkartıp aslanların arasına atıyor.
- Kim eldivenimi alıp bana getirirse onunla evleneceğim.
Müthiş bir sessizlik oluyor, bir anda herkes susuyor.
Bir şövalye diğerinden ayrılıyor, taş merdivenlerden ağır ağır inmeye başlıyor,
parlak çizmelerinin çıkardığı adım sesleri tek tek duyuluyor.
Arenaya giriyor, aslanlar hareketsiz ve şaşkın, bu cesur şövalyeye bakıyorlar,
o hiçbirine aldırmadan eldiveni alıyor, gene adım sesleriyle taş merdivenleri çınlatarak çıkıyor.
Eldiveni prensesin kucağına bıraktıktan sonra, kendisine hayranlıkla dönen prensese
bir kez bile bakmadan yürüyüp gidiyor.

Nietzsche "Tanrı ve insanları deneme" diyor.

Schiller, eldiven şiirini yazıyor. Biz, herkesi her zaman deniyoruz, emin olmak, güvenmek istiyoruz, sevgisini ve bağlılığını her an kanıtlasın, hayatını ve herşeyini tehlikeye atsın ve
bunu binlerce kez yapsın istiyoruz.
Kendimizle ve korkularımızla o kadar doluyuz ki, hiçbir duyguyu, hiçbir insanı, hiçbir nesneyi olduğu gibi bütün gerçekliğiyle göremiyoruz, her şey kendimizle ve korkularımızla oluşturduğumuz prizmalardan kırılarak ulaşıyor bize, her şeyi olduğundan başka bir biçimde ve olduğundan başka bir yerde görüyoruz.
Belki de bu yüzden aradığımız şeyleri aramamız gereken yerlerden başka yerlerde arıyoruz.
Mutlulukla aramıza korkularımızı ve kendimizi sokuyoruz.
Aragon'un dediği gibi eğer "mutlu aşk yoksa," bu aşkın suçu değil.
Aşkı, acısından, kederinden, tedirginliğinden, ayrılığından, üzüntüsünden,
yarasından ayıklamaya çalışanların aşkı, mutlu olmayan aşklar.
"Ben acıya, aldatılmaya, kedere razıyım," diyenlere verilebilecek bir armağan mutlu aşk...
Aşk iki eli dolu bir eski ilahe, birinde mutluluğu birinde acıyı veriyor. Acıyı almadan öbürünü almak mümkün değil. Çok mu korkuyoruz acıdan ve yaradan ve kederden? Korku bizi acılardan koruyor mu peki?
Aşk, o eski ilahe, acıdan korkana inadına acıyı verip öbür elini kapatıyor.
Acısız mutluluk olmuyor. Lermontov, çocukluğumun müthiş yazarı, "Zamanımızın Bir Kahramanı" isimli kitabını yazdığında Rusya'yı birbirine katmıştı...
Hiçbir kadını sevmeyen, ama bütün kadınları kendine aşık etmekten hoşlanan birini anlatıyordu...
Şu hiç unutmadığım Peçorin'i, Lermontov'un ve hepimizin zamanının kahramanı olan
yalnız ve sevgisiz adamı.
Ne kadar şanslıydı Peçorin, bütün kadınlar onu seviyor, ona aşık oluyor, ama o kimseyi sevmiyordu, duyguları çelik gibi zırhlarının içine hapisti, dokunulmazlık ve yaralanmazdı, insafsızdı, kadınları kendine aşık edip kaçıyordu, kendi duygularına yaklaşılmasına bile izin vermiyordu.
Çocukluğumun kahramanı bir korkaktı.
Ve mutsuzdu.
Ve Lermontov, yalnızca tek bir roman yazabilmiş, ikincisinin yarısındayken,
yirmi yedi yaşında bir düelloda öldürülmüş o uzun saçlı şair, sanırım o da mutlu değildi.
Peçorin, edebiyatın unutulmaz kahramanları arasına girdi, korkulardan örülmüş bir kahramana ilgiyle baktı insanlar. Sevmeden sevilmek, dokunulmadan dokunmak, yaralanmadan yaralamak, acı çekmeden acı çektirmek, zırhlarımızı, akıllarımızı, hesaplarımızı bunları elde etmek için mi kuşanıyoruz?

Onun için mi deneyip duruyoruz insanları?
  
Her sınamada onlar biraz daha fedakâr,
biz biraz daha mı güçlü oluyoruz.
Güçlü olmak isteğinin aslında nasıl bir korkaklık olduğunu fark edememek kaç aşka mal oluyordur insana.
Ama korkulardan kurtulmak da ne kadar zor.
Her seferinde hep acıyan yerimiz aklımıza gelir.
Aşkı her gördüğümüzde, hemen kendi üstümüze kapanmamız,
hep o acıyan yerimizi korumak istememizden.
Kendimizi bu kadar sakınarak nasıl yaşayabiliriz hayatı?
Bu kadar güçlü, bu kadar akıllı, bu kadar zırhlı olarak nasıl değebiliriz hayata?
Bir Peçorin mi olmalıyız? Yoksa kendi aşkında yanan bir Anna Karenina mı?
Peçorin kimseyi sevmedi.
Anna Karenina istediği kadar sevilmedi.
Peçorin, Anna Karenina'ya aşık olsun isterdim,
sevmeyi bilen ve sevmekten korkmayan o kadına tutulsun isterdim...
Peçorin, eminim o zaman "Ya o beni sevmezse" diye soracaktı...
Ben de ona, "Anna Karenine, Anna Karenina'ysa eğer, seni sever," derdim.
Aşık bir Peçorin... Mutlu olurdu herhalde,
ama büyük bir ihtimalle onu edebiyat kahramanları arasından silerdi o zaman.
Hangisini tercih ederdi acaba, unutulmaz bir roman kahramanı olmayı mı,
yoksa korkusuzca seven ve sevilen mutlu bir aşık olmayı mı?
Siz hangisini seçerdiniz?
Hayat seçimlerle dolu ve Pascal'ın dediği gibi
"her seçim bir kaybediştir," bir şeyi seçer, bir başka şeyi kaybedersiniz.
Ya da hiçbir şeyi seçemez ve her şeyi kaybedersiniz.
Bu da bir seçim...
Bir şeyi seçip bir başka şeyi kaybetmek mi,
hiçbir şeyi seçmeyip her şeyi kaybetmek mi? Zırhlarımız, korkularımız, savunmalarımız,
hesaplarımız bizi hep bir şeyi seçmemeye götürüyor,
aklımız "öbürünü kaybetmemeliyiz" diyor...
Ve en akıllı, en güç, en zırhlı, en hesaplı olduğumuz zamanda, her şeyi kaybediyoruz,
en çok istediğimiz bizden en uzağa düþüyor.
Kendi seçimimizi yapamadığımız için de insanları sınayıp duruyoruz.
Eldivenlerimizi aslanların arasına atıp
"Beni seviyorsan onu getir," diyoruz.
Bir eldivene bir aşk gidiyor.

Nietzsche, "Tanrıyı ve insanları denemeyin," diyor. Schiller, eldiven şiirini yazıyor.
Peçorin, Anna Karenina'yı sevmiyor.
Anna Karenina, aşık olmayı hayatıyla ödüyor.
Peçorin mi olmalı Anna Karenina mı?
Her seçim bir kaybediş.
Hele, hem Peçorin'i hem de Anna Karenina'yı seviyorsanız.
Bütün kitapları okuyorsunuz, hayatın karmaşık yollarından dolanıyorsunuz
ve çıka çıka hep aynı mısraya çıkıyorsunuz.
"Ten hüzünlü heyhat...
Ve okudum bütün kitapları." Heyhat ten hüzünlü, bütün kitapları okusanız da. En büyük yaraları kendinizi en çok savunduğunuzda alıyorsunuz, en büyük budalalıkları en akıllıca davrandığınızda yapıyorsunuz, en güçlü olmayı en çok korktuğunuzda istiyorsunuz ve mutluluk hep uzaklarda kalıyor.

Savunmasız, güçsüz ve hesapsız olmak belki de mutluluğun kapısını açacak. Ama bunun için Peçorin'in Anna Karenina'ya aşık olacağı bir kitap bulmak gerek. Anna Karenina, Peçorin'e sevmeyi öğretmeli.
Ve, ten bu hüzünden kurtulmalı.


Osman MÜFTÜOĞLU







Gördüğüm her postacıda
Seni hatırlarım...
Yazardın ya bir zamanlar?
Hani ucunu yakıp,
Har sayfasına bir tel bağışlardın saçından,
Unutmadım...

Okuldan çıkıp da eve gelince
Annem verirdi mektuplarını....
'Hadi gözün aydın' derdi.
Nasıl sevinirdim bir bilsen.
Sığmazdım bu şehre.
Bir güzel kafayı çekip
Adımlardım kaldırımları...
Sarhoş halimle sana şiirler yazardım.
<3 p="">
 umarım iyi geçmiştir sende yıllar.
Albümlerde güzelsin de
Ben pek bakamıyorum.
Kaldırmıyor bunu yüreğim.
Güçlü değilim eskisi kadar...

Şimdi kim bilir kimin zarfını kapatıyor,
ıslak dudakların...
Belki mektup atacak kadar
Uzak değilsindir sevdiğinden?
Yanı başındadır...
Zaman alnındaki ismimi silip
Başkasının adını çoktan yazmıştır...

Sahi anlatsana,
Nasıl bir şey sevdiğinin her an yanında olması?
Ben sen de bunu pek tatmadım.
Ne güzel olurdu değil mi,
Zamana aldırmadan, acele etmeden
Yavaş adımlarla Kızılay'da yürümek.
Olmadı işte, ne yapalım...
Hep bizim payımıza düştü,
Kalkacak otobüsün saatine göre sevişmek...

Son bir mektup yaz bana.
İçinde Diyarbakır olsun.
Sen on beş yaşında ol?
Okulun arka bahçesine
Sigara içmeye çağır beni?

Ankara'dan bahset biraz da
Tunalıda beni bekle
Kadere inat,
Yaz adımı lisenin duvarlarına.

Sonra Kırşehir'ı anlat.
Üniversiteli genç kızın
Mayıs gecesinden kalma burukluğunu dök kağıda.
Saat sabahın altısı olsun,
yolcu et gideyim,
bana son kez el salla...

Tabi ki unutmadım
Bursa'yı da yaz.
Kadehte beyaz şarap, yılbaşını kutlayalım.
Güneş doğsun
Ve seninle bir kez daha ayrılalım.

Son bir mektup yolla bana
Aynı adresteyim.
Islak dudaklarınla zarfı kapamayı
Sakın unutma....

Okan SAVCI   



Sana dair bir şeyler yazmak istedim bugünüme özel..

Sana özel..

Belki diyorum mesafelere inat yine de
sevgilisini en çok yanında hisseden/hissedebilen benim!

Böyle sevmeyi öğrenmişim bir kere… yanımda olsan nasıl olurdu ?

Uzakken bile varlığın vazgeçilmezim olmuşken yakınım olsan ölümsüzlüğüm olurdun!
"Aşk" ı bulduğum "Aşk"ı sunduğum(sun)..

Seni Seviyorum Çok Uzaklardan Seni Seviyorum Çok Uzaklardan

Seviyorum seni bir insanin bir insani sevebileceğinden çok.
Bütün sınırları zorluyorum iste seninle!
Sen benim ölümden uzak yasamdan öte sevdiğimsin.

Herkesten çok bildiğim tek gerçeğim..
Gözlerimi her açışımda sen olmasan da yanımda;
bir gün sen’li günlere uyanabilmek için kapıyorum o gözleri bunu unutma
...

Seni Seviyorum Çok Uzaklardan

Ve dediğim gibi eğer ölene kadar biri olacaksa yanımda..
Bu sen ol diye dua ediyorum Allah‘a. c.c
Başkası ol(a)masın..
kimsenin sevgisi yansımaz uzaklardan böylesine bana..

Sevdanın en güzel rengisin ..Benim’se tümüm!
Yarım bırakma hiçbir şeyi ömrümde..
ne renkleri ne beni!..Ben sen oldun mu ben’im..
Sen oldun mu kendim’im..

Tarif edil(e)mesen de kelimelerin en özelini seçip biraz yansıtabilmek istedim seni bembeyazlara..
Öyle güzel duruyorsun ki… her şey sana öyle yakışıyor ki !
İçimde öyle güzelsin ki..seni çok seviyorum en kıymetlim..

Seni Seviyorum Çok Uzaklardan

Nefesin nefesimden uzak olsa da kalbim kalbinde..
Ben dokunmadan seviyorum yüreğimle…

Nasip olursa ellerin ellerime..
tutarsan/bırakma!..
Tek tutunduğumsun sen..
salıverme elini..düşürme bizi….

Seni seviyorum..
Çok Uzaklar’dan…

Alıntı, Yazarı Bilinmiyor…


♥ ♥

Sesini, nefesini,
Yaşadığı ülkesini ,
Gözlerinin bebeğini ,
Emeğini, rüyasını, dünyasını fethedersin .
Sağlığı da sen olursun, hastalığı da ,
Oğlu da sen olursun, babası da ,
Yaşama hevesi çabası da .....


Bir kadının yüreğine girebilirsen
En büyük şairi
İnanılmaz mucizesi ve sihri olursun
Herşey yalan, sen zahiri
Herşey vesairse, sen cevahiri,
Herşeyden ötesi
Yüreğinin içinde ahiri olursun

Bir kadının yüreğine girebilirsen
Yaşaması da sen olursun, ölümü de
Bir kadının yüreğine girebilirsen
Ya helalliği olursun
Ya veballiği
Bir kadının yüreğine girebilirsen
Ya adamı olursun
Ya haramı


Bir kadının yüreğine girebilirsen
Ya kaybolursun
Ya da gerçek olan seni bulursun

İhsan TURHAN





Sen olmasan...
Seni bir lâhza görmesem yâhut,
Bilir misin ne olur?
Semâ, güneş ebediyyen kapansa, belki vücud
Bu leyl-i serd ile bir çâre-i teennüs arar,
Ve bulur;
Fakat o zulmete mümkün müdür alıştırmak
Bütün güneşle, semâlarla beslenen rûhu,
Bu rûh-ı mecrûhu? ..

Sen olmasan...
Seni bulmak hayâli olsa muhâl,
Yaşar mıyım dersin?
Söner ufûlüne bir lâhza kaail olsa hayâl;
Soğur, donar, kırılır senden ayrılınca nazar
Ne hazin
Gelir hâyât o zaman hem vücûda hem rûha,
Yaşar mıyız seni kaybetsek âh ben, kalbim,
Bu kalb-i muztaribim?

Sen olmasan...
Bu samîmî bir îtirâf işte;
Sen olmasan yaşayamam:
Seninle rabıtamız hoş bir îtilâf işte;
Fakat bu râbıta hâlî mi rûhu ezmekten? ...
Akşam
Gurûba karşı düşündüm sükûn içinde bunu:
Fenâ değil sevişip ağlamak, fakat heyhât,
Bükâya değse hayat! ..

Tevfik FİKRET