YAŞAM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YAŞAM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Başarısızlık korkusunu herkes bilir. Ama insanlara ‘başarı korkun var mı?’ diye sorulduğunda tepki gösterirler: ‘Kim başarılı olmak istemez ki?’

Oscar Wilde’ın dediği gibi dünyada iki trajedi vardır: istediğiniz şeyi elde edememek ve istediğiniz şeyi elde etmek.
Yirmi üç yaşındaki delikanlı zekası ve yaratıcılığı sayesinde şirkette yaşının çok ötesinde bir konuma sahipti. Henüz diploması olmamasına rağmen, birçok diplomalının üzerinde ‘müdür’ pozisyonundaydı. Başka bir şirketten daha iyi koşullarda iş teklifi aldığının haftası işten kovuldu. Bu kovulma, yeni işindeki konumunu da etkiledi.
Genç adam başarıdan korkuyordu.
Başarılı olursa, hep başarılı olmak zorunda kalacaktı. Daha alt konuma düşemezdi.
Başarılı olursa, onu kötü koşullarda yetiştirmiş olan anne babası, hiç hak etmedikleri halde onunla iftihar edeceklerdi.
Başarılı olursa, herkes ondan bir şeyler talep edecekti.
Başarılı olursa, sevgilisinin onu kendisi için sevip sevmediğini asla anlayamayacaktı.
Genç adam, kendi kendini sabote etmişti. Ve neden işten son anda kovulduğunu bir türlü anlayamıyordu. Ona göre insanlar onu kıskanıyordu. Kız arkadaşı da onu kısa zamanda terk edecekti. Kadınlar ne de bencildi.

Ama işi kaybetmenin iyi bir yanı vardı. Artık ailesi ve kardeşi ondan borç para isteyemeyecekti. Kazancına göre ödediği vergi de yüksek olmayacaktı. Kızlar ona kendisi için yaklaşacaktı, geliri ya da konumu için değil.
Genç adam başarıdan korkuyordu. Ona göre serüven, yükselmek için dağa tırmanmaktı. Doruğa geldiğinde ise kendisini sabote ederek aşağıya düşmek istiyordu. Çünkü dorukta kalmaya kendini layık görmüyordu.
Genç kadın, üniversiteyi iyi dereceyle bitirmişti. Hemen diplomasına ve arzusuna uygun bir işi oldu. İki buçuk sene gibi kısa bir zamanda ‘müdür yardımcısı’ konumuna gelmişti. Ve aynı şirkette daha alt pozisyonda olan ama gelecek vaat eden bir adama aşık olmuştu.
Genç adam, ona pozisyonundan dolayı ilgi göstermiyordu. Çünkü bir kadın tarafından ezilmek istemiyordu. Genç kadın sevgilisiyle evlenebilmek için işinden ayrıldı. O, kadınların evlenebilmek için aptal görünmeleri gerektiğine inanıyordu. Zaten üniversiteye de ailesine uygun bir koca bulmak için gitmişti. Sevgi, konumdan daha önemli değil miydi?

Bilinçsizce başarı şanslarımızı nasıl sabote ediyoruz?
Sevgide, işte, sosyal yaşamda doyumlarımızdan nasıl vazgeçiyoruz? Çocukluk deneyimlerimiz, başarıyı nasıl da kendimizden uzaklaştırıyor?
Başarı; layık olma, değerli olma duygusunu harekete geçirir. Eğer çocukluğumuzda sevilmeye ve değerli görülmeye layık bir insan olmadığımızı hissetmişsek bu, daha sonra kocaman engeller olarak karşımıza çıkar.


Başarımızı, geç kalmakla sabote ederiz.
Başarımızı, mükemmeliyetçi olmakla sabote ederiz.
Başarımızı, yaşamı ertelemekle sabote ederiz.
Başarımızı, yakınlaşmaktan korkmakla ‘seni seviyorum’ diyememekle sabote ederiz.
Başarısızlık korkusunu herkes bilir. Başarı korkusunu ise herkes itiraf edemez.
Korkular aşılabilir: Onlarla yüzleşerek, onları kucaklayarak ve onları özgür bırakarak.
Engelleri yaratan biziz. Yıkan da! Yıkılan binaların yerine ne de güzel binalar inşa edilebilir! Yaşamlar da öyle. Eğer korku olmazsa.

Sevgiyle başarılı olun


Kaynak:
Yaşam Cesurları Sever & Nil Gün




Bırakın hayalleriniz her geçen gün biraz daha büyüsün
Geleceğin size neler vaat ettiğini bilemezsiniz...
O yüzden,
Hayalleriniz ne kadar geniş olursa
Yaşamın size sunacğı fırsatlar da o denli büyük olacaktır...
Yeter ki,
Kapınızı her daim aralık tutun...


Mehpare ÖĞÜT

Hayat,
İlkbaharda dağlardaki karların erimesi kadar çabuk sona erer.
Anlamadan bitiverir.
Yaşadığımız her saniye bize bahsedilmiş birer mucize olsa gerek.
O kadar ki, geri alınması ve tekrar yaşanması olanaksız...
Bunu bil ve her sıkıntılı anında bunu anımsa.
Acıları ve üzüntüleri, hayatının büyük bölümüne yayarak kendini yıpratma.
Dolu dolu, heyecanla, severek, sevilerek yasa....
Sevmekten ve çok sevilmekten korkma.
Sevmek, en yüce değer; ölesiye, uçsuz bucaksız sevmek.
Sevilmekte bir o kadar...
Bir gün arkana baktığında, ki o gün mutlaka gelecek tüm benliğini pişmanlık kaplamasın.
Yapamadıklarının pişmanlığıyla değil, yapabildiklerinin hazzıyla yaşlan...

Susanna TAMARO  





“Düğünler de olmasa hiç oynayıp gülemeyeceğiz…İnanır mısın kaç yıldır içimden gelip de bir şarkı mırıldanmıyorum…Zorlasam da olmuyor bu…Oysa böyle değildik gençliğimizde…Birlikte şarkılar söyler, oyunlar oynar, bol bol kahkahalar atardık…Şimdi herkes bam teli gibi gergin…Neşesiz, asık suratlı, her an kavgaya hazır bir pozisyonda beklemede…Yanlış anlamalar, incir çekirdeğini doldurmayacak bir nedenle oluşuveren tartışmalar öyle çok ki inan, çoğu yerde sıradan hale geldi bu tip olaylar…Şu cinayetlere bir bakın!..Katliam gibi…Acımasız katiller, çok şaşırtıyor bizi…Korkuyoruz…Kaybolan çocuklar, artık evlerine sağ dönemiyorlar…Sapıklar her tarafta kol geziyor…Çaresizlik, daha da çok karamsar yapıyor bizleri…Zaten çok az olan mevcut neşemizi de alıp götürüyor…Ne yapmalı bilmiyorum!..” diyordu bir sohbetimizde yakın dostum bana…Haklısın dedim…Hepimiz aynı kaygıları taşımıyor muyuz zaten?..Moralimiz bu nedenle bozuk değil mi?..Birbirimize dert yanıyoruz adeta bağıra çağıra…Nezaket kuralları da dikkate alınmaz oldu artık…Küfürler sıradanlaştı…
Kibar bir arkadaşım, üzüntüyle anlattı bana…”Ben de küfürbaz oldum Asım!..Vallahi hiç şaşırma!..Biliyorum bunu benden beklemezsin; ama gerçek bu…Küfrediyorum artık!..Her şeye kızıyorum…Siyasetçilerin kaba saba konuşmaları, tehditleri, şantajları, arsızlıkları, gamsızlıkları, hiçbir eleştiriye aldırmaz tutum ve davranışları, görsel ve yazılı basının yanlı ve yönlendirici yayınları, gazetecilerin herhangi bir görüşe saf tutuşları, objektif kriterlerin hiç dikkate alınmayışı çok rahatsız ediyor beni…Bile bile yalan söyleyen siyasetçi tipi adeta çıldırtıyor beni…İyi de bu yalanları hop diye yutanlara ne demeli?..İşte bu durum, ağzımdan çıkanları denetlememi engelliyor…Yaa biz bunları hak etmiyoruz diyorum!..Olamaz böyle şey diyorum…İsyan ediyorum!..Söyle haksız mıyım?..Düşün ben bu hale gelmişsem, normal vatandaşımız ne halde tahmin et!..” Haklısın diyorum ona da…Bozulmayan ne kaldı ki değerlerimizden?..Bir bir uçup gidiyorlar göz göre göre…Yapılacak bir şey olmalı elbette!..Her zaman yapılacak bir şey olur çünkü…Olmalı!..

Gençlerimize bakıyorum…Acıyorum onlara!..Acınacak ne var diye sormayın!..Gerçekten acınacak haldeler…İş sıkıntısı had safhada…İş bulabilenlerin çoğu düşük ücrete mecburen talim etmekte…Üstelik garantisi olmayan işler…Patronun iki dudağı arasında her şey!. İstemiyorum seni, muhasebeye uğra!..demeleri an meselesi…Söyleyin nasıl evlensin bu gençler?..Her an işten atılma kaygısı mevcutken…Pek çok genç biliyorum…Arkadaşlıkları var; ama gelecekleri belirsiz…Evlenenler anne ve baba desteğine muhtaç…Ayakta durabilmeleri, çocuk için karar verebilmeleri onlara bağlı…İyi de anne ve babaların sağlık durumları ve ekonomik durumları bu yardımı ne zamana kadar sürdürebilir?..Zihinleri kurcalayan en önemli soru da bu elbette!..

Fasıllı bir akşam yemeği, hiç fena olmaz dedi bir arkadaşım…Eğleniriz, şarkılar söyleriz, stres atar geliriz…Olur mu olur!.. Hoş bile olur diye düşündük…Gittik…Gayet güzel başladı akşam…Şarkılar hep iyi gelir bana zaten!..”Akşam oldu hüzünlendim ben yine!..” şarkısı ağlattı bizleri…İyi de biz neşelenmeye gelmiştik…Niye ağlıyoruz?..Arkadaşım eğildi kulağıma:”Şarkılar hüzün veriyor fark ettin mi?..” Evet dedim fark ettim…Hüngür hüngür ağlıyoruz, hep birlikte…Bir şarkıda vefat eden bir arkadaşım geldi aklıma…Yıllar önce aynı okulda çalışmıştık onunla…Aman her şey boooş!..deyip kahırlandım…Bir taraftan zorlamalı şak şak sesleri, bir taraftan bizi sarıveren hüzün tüneli…Şevkimiz kayboldu…Neşemiz kaçtı, zaten yemekleri de beğenmemiştik…Kalktık, dışarıya attık kendimizi…Havanın soğuk nefesi kendimize getirdi bizi…Vedalaştık ve herkes evine hareket etti…İçimiz istemiyordu, çünkü gergindik…Anladık ki keyif de içerden geliyor…
İçeriden gelmiyorsa dışarıdaki her şey gerçek anlamından çok uzak geliyor bize!..Tadımız olmuyor…Neşemiz kaçıyor…

İçimiz gülmeden yüzümüz de gülmüyor…


Asım ERDOĞAN




Kilit taşıyla döşenmiş virajlı bir yolda ilerliyoruz… Otomobilin açık camından içeriye nefis çiçek kokuları giriyor ve derin nefes alarak bu güzel mis gibi kokuları ciğerlerimize dolduruyoruz…Elimizde bir krokiyle ilerliyoruz…Çok site var bu bölgede…Kocaman demir kapıları hemen dikkati çekiyor…Her sitenin bir güvenlik birimi mevcut…Yanlış bir yola girmeyelim düşüncesiyle bu güvenlik birimlerinden birine elimizdeki adresi soruyoruz…Neyse ki doğru yolda olduğumuzu ve 2 kilometre sonra adrese ulaşacağımızı söylüyorlar…İçimiz ferahlıyor ve site binalarına hayran hayran bakarak 2 kilometre kadar gidiyoruz…Eşim, “İşte burası!..” diyor, krokiye tekrar bakarak…Site giriş kapısı tam karşımızda artık…Güvenlik bizi durduruyor…Telefon görüşmelerinden sonra içeriye girmemize izin veriliyor…Binalar A-B-C-D blokları şeklinde dizilmiş…Biz C bloğa doğru ilerliyoruz…Bina giriş kapısına ulaşıyoruz…Ev sahibi kapıdan girebilmemiz için gerekli şifreyi telefon ile bize iletiyor ve ancak bu şekilde içeriye girebiliyoruz…

Çıkacağımız 8.kat düğmesine asansörde basıp beklemeye başlıyoruz…Asansör kapısı açılıyor ve ev sahibinin daire kapısı açık bizi beklediğini görüyoruz…Kısa süren hoş geldiniz merasiminden sonra daireye giriyoruz…Öyle güzel bir daire ki bu gördüğümüz, şaşkınlığımızı belli etmeden salona doğru ilerliyoruz…Aman Tanrım!..Burası bir daire değil saray yavrusu…Salon kocaman ve mükemmel bir şömine ile hepimizi büyülüyor adeta…Salon penceresi enfes bir manzaraya açılıyor…Boğaz ayaklarınızın altında…Balkon sanki teras büyüklüğünde…Çiçeklerle bezenmiş…Sallanır koltuklar konulmuş…Tam bir dinlenme yeri…Boğaz manzarası harika!..Birbirimize bakıyoruz, gözlerimizle konuşarak…

Ev içinde hizmet eden bir görevli bayan geliyor saygılı bir selamlama ile…Bize ikram edecekleri yiyecek ve içecek çeşitlerini sorup ayrılıyor salondan…Çok şık giyinmiş bu bayan için hizmetçi tanımlamasını kullanamıyoruz haliyle…Tedirgin oturuyoruz…Resmi bir hava kol geziyor evin içinde…Bir ara şoför geliyor ve evin şımarık kızını alışveriş için götürmek üzere salondan da görülen giriş kapısında bekliyor…Kız eşyalarını otomobile götürmesi için ona veriyor ve şoför de selam vererek hızla çıkıyor açık kapıdan…Kız babasını ve annesini öpüp bize de belli belirsiz bir selam verdikten sonra ayrılıyor aramızdan…

Kaç odalı diye soruyorum bir ara…7 odalı olduğunu öğreniyorum…Merak etmiyor değiliz; ama ev sahibinden ev görmek ister misiniz teklifi gelmediğinden, sadece tasavvur ediyoruz bu 7 odayı…Dairenin içinde özel bir havuzun da olduğunu öğreniyoruz bir ara…Vay beee!..diyoruz içimizden…Ev sahibiyle ve hanımefendiyle ne konuştuğumuzu tam hatırlamıyorum…Bir şeyler sordu ev sahibi bize, biz de yanıtlar verdik otomatik…O kadar...Aklımız fikrimiz evin dekorasyonunda ve bize olağanüstü gelen büyüklüğünde…

İzin isteyip ayrılıyoruz evden, pardon saraydan…Yol boyunca bu sarayı konuşuyoruz…İçindekiler ne şanslı diyoruz…Dişimizden tırnağımızdan ayırarak zar zor sahip olduğumuz evimiz geliyor aklımıza…Nasıl kazanılabiliyor bu kadar para?..Aklımız almıyor…

Ankara’nın gecekondu bölgelerini bilirsiniz…Derme çatma evlerden oluşur…Çatıları eğretidir, kiremitler uçmasın diye üzerlerine ağır taşlar konulur…Otomobilimizle ilerliyoruz dar sokaklardan…Çocuklar bağıra çağıra oyun oynuyorlar…Adresi soruyoruz bir eve…Yarım yamalak anlatıyor bize…Sağa dön, oradan tekrar sola dön ve düz ilerle…Dediğini uyguluyoruz…23 numaralı ev görünüyor nihayet…Park edecek bir yer bulamıyoruz…Evin penceresine teğet bir biçimde yanaştırıyoruz otomobili…Sokağın çocukları sarıyor etrafımızı…”Biz o teyzeyi çok severiz!..” diyorlar…Gülümseyerek ilerliyoruz eve doğru…Kapı demeye bin şahit ister…Öyle kötü ki…Tokmağına vuruyoruz…Gıcırdayarak açılıyor kapı…Nur yüzlü teyze karşılıyor bizi…Evin içi çok karanlık…Dışarının bol ışığından sonra gözlerimiz etrafı göremiyor bir müddet!..Bir sedir, pencerede iki saksıda fesleğen var… Pencere camlarından biri kırık, mutfak bölümü hemen kenarda yıkılacak gibi duran bir tezgah ve onun üstünde birkaç raflı bir dolaptan ibaret…Yanda bir oda daha var; ama o odanın kışın damının aktığını söylüyor ve bu yüzden hep burada oturmak zorunda kaldığını söylüyor, bu temiz yüzlü teyzemiz…

Birer bardak çayını içiyor ve ayrılıyoruz evden…İçimiz acıyor…Oğlu lüks içinde yaşarken annenin bu perişan durumu, “Nasıl bir dünya düzeni bu!..” dedirtiyor bize…

Evet!.. boğaza nazır o saray yavrusunda oturan beyefendi, bu köhne, yıkılacak gibi duran gecekonduda oturan annenin öz evladı… Yanlış okunmadınız, öz evladı…

Yorum sizin!


Asım ERDOĞAN




Her şeyi düzeltebilirmişiz gibi geliyor değil mi? Bütün küslükleri bir gün bitirebilir, bütün gönülleri şak diye alabilir, bütün ertelenmiş dostlukları bir gün ''hadi'' deyip gerçekleştirebiliriz sanıyoruz değil mi? Nasılsa daha zaman var. Nasılsa daha bir ömür yaşayacağız. Nasılsa dünya küçük...
Nasılsa bir yerde karşılaşırız. Oluru varsa tesadüfler yaratır zaten öyle değil mi? Nedir ki acelemiz? Derken...
Ölüm giriverir araya. Bütün planları bozar. Barışmadan, dost olmadan gidiverir o... Baka kalırsın. Elinde bir sürü kelime. Bir dakika dersin. Benim daha sahnem bile gelmedi, nereye?... Kalp kırdıysan bir özür bile dilemediğine yanarsın, kalbin kırıksa bir sitem edemediğine... Öyle kalırsın. ''Neden daha önce gidemedim ona da şu gönlümü al da dost olalım artık demedim'' dersin. Birden fark edersin ki, meğer o kadar zamanımız yokmuş. Meğer bir ömür daha yaşayamayacakmışız. Meğer yolun sonuna gelmişiz...
Ertelemek.. Ah ne feci bir şey. Bu gün değil yarın.. Yarın değil öbür gün... Bu ay değil öbür ay... Sonraki bayram... Belki seneye... Doğru değilmiş. Yapmamak gerekirmiş... Bu gün bir kez daha öğrendim ki, biriyle dost olmak istiyorsan hemen olman gerekiyormuş... Acele etmek gerekiyormuş. Hiç vakit kaybetmemek gerekiyormuş...
Kalbini kıran özür dilemiyorsa dilemesin. Sen istiyorsan dostluğun devam etmesini, o zaman git ona... Konuş onunla... Zaman hızla akıp gidiyor. Bir geri sayım var. Kalan zamanı bizim görmediğimiz bir geri sayım... Tık tık akıyor zaman...
Çok fazla işimize kaptırıyoruz kendimizi. Çok fazla kendimize kaptırıyoruz kendimizi. Çok fazla elimizdeki mutluluklara kaptırıyoruz kendimizi. Çok fazla endişemiz, korkumuz var. Çok fazla gururumuzun esiriyiz. Çok fazla gurur etrafında dönüyoruz. Çok fazla ''asla'' larımız, çok fazla ''hiç'' lerimiz ve çok fazla ''katiyen'' lerimiz var. Çok fazla tükürdüğümüzü yalayalım mı, yalamayalım mı hesabı yapıyoruz...
Çok fazla vazgeçiyoruz. Çok fazla düşünce okumaya çalışıyoruz. Çok fazla okuyamadığımız düşüncelerin yerine kuruntu kuruyoruz. Çok fazla sinirleniyor, çok fazla kin bağlıyoruz... Çok çok çok fazla. Her şeyden çok fazlamız var. Safrayı o kadar basmışız ki gemi hiç hareket etmiyor artık. Gidemiyor. Duruyor öyle orta yerde. Yalan hepsi yalan bunların.

Ölüm var işte..
O yüzden...
Acele etmeli...
Ölüm var..
Yakında veya uzakta...
Ama var işte..



Alıntı





Jack Kerouac &Allen Ginsberg by Siegfried Woldhek iddialara göre bu liste, Allen Ginsberg’in, ikonlaşan şiiri “Howl”ı yazmadan bir sene önce, North Beach’te kaldığı otel odasının duvarında yazılıymış. Ginsberg,  ismini Kerouac’tan aldığı “Howl ve Diğer Şiirler”in  ithafında Kerouac’ın etkisini itiraf etmiş.

Charles Eames’in dediği gibi: 

“Herkes kendisinden önce gelip kendisini etkileyen kişileri itiraf edecek kadar gerçekçi olmalıdır.”

Sabahları her günü önemli bir günmüş gibi düşün.
Her şeye açık ol ve her şeyi dinle.
Hayatınla barışık ol.
Evinin dışında sarhoş olmamaya çalış.
Hissettiklerini özgür bırak, kendi biçimini bulacaktır.
Karalama defterleri ve özensizce yazılan daktilo sayfaları sevinç kaynağın olsun.
Zihninin derinlerindeki sonsuzluktan ne istiyorsan onu yaz.
Ne kadar inebiliyorsan, o kadar derine in.
Edebi, gramatik ve sentaktik kısıtlamalara takılma.
Proust gibi, zamanın eski bir kullanıcısı ol.
Anımsayarak ve şaşırarak yaz.
Dikkatli bir gözle çalış, dil denizinde yüz.
Tecrübenin, dilin, bilginin yüceliğinde utanma ve korku yoktur.
Umutsuz, zalim, yalnız karakterleri öv.
Merakın merkezi, gözün içindeki gözdür.
Kabullenmek daima kaybettirir.
Durduğun zaman kelimeleri düşünme fakat resmi daha iyi görmeye çalış.
Dünya okusun diye yaz ve resmin bütününü gör.

Kaynak: brain pickings







 




Herkes biliyor ki: Herkes için her şey olamazsın Her şeyi bir anda yapamazsın. Her şeyi mükemmel yapamazsın. Her şeyi herkesten iyi yapamazsın. Sen de herkes gibi bir insansın. Öyleyse: En azından, birisi için önemli bir şey ol. Bir anda sadece bir şey yap. Bir şeyleri hep eksik bırakacağını hatırla. Bir şeyi herkesten iyi yapmaya bak. Böylece hiç kimsenin senin gibi olamadığını gör. Herkesin herkes gibi olmaya çalıştığı yerde, sen sen ol, böylece herkesten daha iyi ol.

Kendini kendinden çıkar
Yaşın kaç ise, bir o kadar rakamı yaşından çıkar ki geriye sıfır kalsın. Hayata başladığın güne git. Doğduğun gün ağzından çıkan ilk çığlığı hatırla. Şu anda yaşadığın şehirde bir günde yüzlerce, binlerce bebek doğuyor. Hepsi de bir çığlıkla karışıyorlar hayata. Seni en çok sevenler bile seni sen varolduğun için sevdi. Şimdi sen, seni sen yokken bile seven birini düşünmek istemez misin? Seni sen var olduğun içen sevenleri hatırladığın kadar, seni sevdiği için var edeni hatırlamak istemez misin?

Kendini kendinle çarp
Bu sabah aynaya bir bak. Bakalım kimi göreceksin. Elbette yeryüzündeki bütün insanlara benzeyen bir insan yüzü. Kaşları, gözleri, yüzü, burnu, kulakları, saçları ile sen de herkes gibi bir insansın. Ama aynada herhangi bir insanı görüyor değilsin. Kendini görüyorsun. Tümüyle sana özel, sadece senin için yaratılmış bir yüz görüyorsun. Yani senin yüzün gibi başka bir yüz yok. Onun için yüzüne bakanlar seni, sadece seni görüyorlar. Seni tanıyanlar yüzünden tanır, sevenler yüzünü sever. Herkese benzeyen birini değil. Bütün zamanlarda, senin yüzün gibi bir yüz olmadı, senin yüzün gibi bir yüz olmayacak.

Kendini kendine böl
Etrafına bir bak. Ne kadar çok insan ne kadar çok şey peşinde koşuyor. Çok para, çok mal, çok yer, çok iş, çok yemek, çok araba, çok tatil, çok çok...Ne kadar telaşla yaşıyorlar. Herkesin çok acelesi var, çok telaş içindeler, çok koşturuyorlar, hep bir yerlere yetişmek istiyorlar. Durup kalsalar kaybedecekler sanki.. Koşturmasalar ellerindekileri düşürecekler gibi. Nefes alıp verebildiğin için, güneşe çıplak gözle bakabildiğin için, rüzgârı hissedebildiğin için mühimsin. Yaratıldığın için önemlisin. Kendini kendine bölersen, eline tam tamına bir 1 geçecek. Ne yarımsın, ne eksiksin, ne de kimselerin seni tamamlamasına ihtiyacın var. Sen mühimsin.

Alıntı