NEŞRİYAT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
NEŞRİYAT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster



LEYL SURESİ – CEMALNUR SARGUT 


Bu kitap, inceleme – araştırma kategorisindedir.
Mekke döneminde inen ve 21 âyetten oluşan Leyl Sûresi; hüsnâyı tasdik, takvâ ve Allah rızası için infak etmenin öneminden bahseden bir kitaptır. Elbette bu kitabı okurken bazı terimler bizi zorluyor olsa da bence bu tarz kitapların çok hızlı okunup geçilmemesi, anlayarak ve araştırılarak okunması gerektiği taraftarıyım. Anlaşılmasından kasıt; öncelikle anlamadığımız bir kelime olduğunda öncelikle onun ne manaya geldiğini öğrenmek ve ondan sonra anlatılmak isteneni birleştirerek anlamak...


Hüsnâyı tasdik, “Allah’ın isimlerinin gerektirdiği neticeleri kabul etmektir.” Hüsnâyı tasdik’ten gaye; hiç kimseyi kınamamak, hiç kimsede abes görmemek, herkesin kendi vazifesini yaptığını kabul etmektir. Çünkü herkes ezelî ismine göre hareket eder. Bu durumda kınanacak hiçbir şey yoktur. O halde bize düşen, herkesin ezelî ismine göre hareket ettiğini kabul etmek, ancak hareketi yapma şeklinden dolayı cezâ göreceğini bilmektir. Yani zarar verirse karşılığında o da zarar görecektir; iyilik yaparsa karşılığında

O da iyilik görecektir.



Bu kitap bize Allah’ın kulunda olması gereken nitelikleri anlatmakta. Bunu da takva yaparak, hüsnayı tasdik ederek ve bir şeyi yaparken yaptığını Allah rızası için yapması gerektiğine örnekler vererek. Mesela takvayı şöyle tarifliyor kitap;


Gerçek takvå şudur: Kalbindeki bütün düşüncelerini toplayıp bir tabağın içine koysan ve onu üstü açık bir halde çarşıda bütün halka sunsan, eğer onda utanacağın bir şey yoksa işte bu takvâdır. “


Bu arada takva; (Arapça: التقوى at-taqwá)  kulun, azametinden korkarak ve rahmetini ümit ederek Rabb'ine karşı olan kulluk görevlerini yerine getirmesi, emirlerini tutup yasakladıklarından kaçınması anlamına gelen bir terimdir.


Utanacağın bir şey yoksa diyor o halde bizler kul olarak eline, beline, diline sahip ol’dan yola çıkarak attığımız her adımda, söylediğimiz her söz de ve yaptığımız her işte Allah’a karşı sorumluyuz. Ama bunu gerçek manada uygulayabiliyor muyuz ! İşte bütün mesele bu. Yaşadığmız zaman içerisinde öyle çok mücadele ediyoruz ki hayatla, unuttuğumuz bazı şeyleri yeniden hatırlatması adına gerçekten okunması gerekli bir kitap diye düşünüyorum. Zaten, Cemalnur Sargut hanımın anlatımlarına hayran biri olarak bu kitabı ile aydınlanmak ve gittiğim yolun doğruluğunu hesaplamak adına da iyi ki okudum diyorum.


Kitabı okuyup okumamak size kalmış. Ancak okuduğunuzda keyif alacağınız ve çok şeyi düşünmeye yeniden sevk edecek bir kitap olduğunu da belirtmek isterim.


Keyifli okumalar dileğiyle....


Mehpare ÖĞÜT ŞENGÜL




Martin Grunwald

TOTEM YAYINCILIK

“Fiziksel yakınlık olmadan sağlıklı ve mutlu yaşayamayız.”

Martin Grunwald, „Dokunma hissi olmadan, yaşam mümkün değildir ve Homo Sapiens
hayatının her saniyesinde Homo Hapticus’tur,“ der.


Bir duyu sistemi nasıl olur da bu kadar hayati bir önem taşıyabilir?

Bir kişi kör veya sağır doğabilir ve buna rağmen hayatını sürdürebilir. Koku ve tat alma
duyusunu da kaybedebilir ve bu onun yaşamını tehlikeye sokmaz. Ancak dokunma duyusu
için aynı şeyi söyleyemeyiz. Bu sistem olmadan kendi varlığımızı bile bilemeyiz.

Bu kitapta yazar, kısa bir kucaklaşmanın neden bin kelimeden daha fazla teselli ettiğini,
depresyona ve endişeye karşı masajın nasıl etkili olduğunu, dalgıç kıyafetlerinin anoreksiya
tedavisinde ki olumlu etkilerini, tabletlerin neden çocuklarımızın konuşma gelişimini
geciktirdiğini ve iş görüşmelerinde sıcak elle tokalaşmanın neden şansımızı artırdığını somut örneklerle ortaya koyuyor.



Bir süre önce okumaya başladığım ve okurken hem düşündüren hem de tüm zamanlar için geçerli olan bir kitaptan bahsetmek istiyorum. Okuyanların yanı sıra okumayanlarında göz ucu ile kitapçıların raflarında gördükleri, okusam mı okumasam mı diye ikilemde kaldıkları bu eser Feridüddin Attar’a ait olan Pendname…Öncelikle Feridüddin Attar hakkında kısa bir bilgi vermek gerekirse, internet ortamından derlediğim şu bilgileri paylaşmak yerinde olacaktır.

  • Ferîdüddin Attâr (Faɾsça: فرید الدین عطار‎) ya da tam adıyla Ebû Hâmid Feɾîdüddin Muhammed bin Ebî Bekiɾ İbɾâhîm-i Nîsâbûɾî, Hoɾasan'nın en önemli döɾt şehɾinden biɾi olan Nişabuɾ'da 1136 yılında doğmuş 1221 yılında vefat etmiş ünlü biɾ İɾanlı şaiɾ ve mutasavvıftıɾ. Hekim ve eczacı olmasından dolayı Attâɾ (aktaɾ) olaɾak anılıɾ.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Şeyh Galip ve diğeɾ mutasavvıflaɾ taɾafından yüceltilen Attâɾ, çoğu günümüze kadaɾ ulaşan pek çok eseɾ bıɾakmıştır.
Bazı tarihςiler Ferîdüddin Attâr'ın tasavvufta adet olduğu üzere seyahatler yaρtığından, Mekke'ye gidip Кabe'yi ziyaret ettiğinden, hatta Şam, Mısır, ve Hindistan'a kadar gittiğinden söz ederlerse de bunlar ispatlanmamış rivayetlerdir. Hayatının sonuna doğru yazdığı Esrarname 'de Кabe'yi görme arzusu iςinde olması Hicaz'a gitmediğinin delilidir.”

Pendname kelime itibariyle Fars kökenli olup öğüt kitabı, nasihat kitabı anlamlarına gelmektedir. Mesnevi formatında yazılan bu eserlerin vasıfları dînî, tasavvufî ve ahlâkî-didaktik karakter arzetmeleridir. Bu nedenle de pendnameler, insanlara doğruyu göstermeyi,  ahlak ve din konularında öğütler vermeyi, halkı ve devlet adamlarını olgunlaştırmayı ve de erdemli kılmayı hedefleyen eserlerdir.
Bu konuda ki en önemli ve orijinal eser ise Feridüddin Attar’a ait olan Pendname’dir. Attar’ın bu eseri asırlar boyunca tüm doğu İslam ülkelerinde hemen hemen her sınıf halk tarafından okunmuş, geniş ve derin bir yer bırakmış olup itinalı bir şekil ve üslupla yazılmıştır.

Pendnameler üzerine daha fazla şeyler söylemek mümkündür. Ancak sizlere, okuduğum kitap olması açısından kısacık da olsa parantez içerisinde bir şeyler paylaşmayı uygun gördüm. Şimdi ise gelelim Attar’ın meşhur Pendnamesine. Kitap ince bir kitap ve aslına bakarsanız bir günde okunacak kitaplar arasında. Bu kitabın içeriği kişilere, devlet büyüklerine, ahlaki, dini, tasavvufi ve daha bir çok konularda öğütler veren, yanlış ile doğrunun ayrımını bildiren bir kitap. Karbon Kitaplar tarafından basılan ve çevirisi Ahmet Metin ŞAHİN tarafından yapılmış olun bu kitaptan beğendiğim alıntılardan birkaçı..

DUALARI KABUL EDEN ALLAH’A YAKARIŞ
50/
“Öldürüp kabr içre koymazdan teni,
Beklerim Rabbim günahtan sil beni!
Canı Rabbim benden almazdan hele.
Girsem elbet kalbe nur iman ile!”



NEFSİ EMMAREYİ KÖTÜLEME
“Aklı çoklar şükreder her nimete,
Nefse hakimler erişmiş izzete.
Öfke yenmiş kimseler ey genç, inan,
Kurdular elbette bir dertsiz cihan!
Ahmak insan olmuş elbet olk kişi,
Hep nefis ardında koşmaktır işi.
55/
“Hem bozulmuş fikrin ardından gider,
Zanneder Allah bırakmaz, affeder!”
….
60/
….
“Sevmez Allah halkı incitmişleri
Huysuz insan olmaz asla din eri!
Hem sitemkar, atsa ayrık kalbe ok,
Kendinin gönlünde açmış derdi çok.
Halkı incitmekse şahsın niyeti,
Sonda elbet ağlamakmış kısmeti.”

Konuya ait başlıklar altında verilen bu öğütler geçmiş, gelecek ve şu an arasında adeta bir köprü vazifesi görmekte. Çünkü yüzyıllar önce kaleme alınmış bu satırlar hala geçerliliğini korumakta ve bizlere öğütler vermekte. Bu nedenle de baş ucumuzda ve elimizin altında olması gerekli olan kitaplar arasında yer almaktadır. Okumanız ve tavsiye etmeniz dileğiyle…

Mehpare ÖĞÜT ŞENGÜL





Özgün Adı - The Fıve Love Languages - Gary CHAPMAN 
Koridor Yayıncılık
2007

Bir süredir ara verdiğim kitap okumaya sınavların bitmesiyle yeniden başlamış bulunmaktayım. Özellikle iş yerinde bulduğum vakit aralıklarında okumak bana oldukça iyi geliyor. Çalışırken nasıl kitap okumaya vakit buluyorsun diye soranlara ise tek diyebileceğim şey ise ancak şu olabilir; insan istedikten sonra kitap okumak için vakit yaratabilir...

Kitapçılarda dolaşmayı çok severim. Benim için apayrı bir dünyanın kapılarını araladığına inanırım. Kitap okumayı seven insanlara da ayrıca bir sempati duyarım. Kim duymaz ki ! Evet, iş hayatı derken okul ile birlikte ara verdiğim kitaplarıma geri döndüm. En azından bir tanesini okuyabilmek bile beni mutlu etmeye yetecekti. Ve aldığım 5 kitabın içinde Gary Chapman'a ait olan “Beş Sevgi Dili”adlı kitabı tercih ettim. Bilmem neden. Belki de içinde sevgi sözcüğü geçtiğindendir kimbilir....!

Herneyse.. Sonuçta kitap bitti. Beğendiğim ve oldukça da yararlı bulduğum bu kitabı daha önce okumamış herkese tavsiye edebilirim. Özellikle de evliliğinde sorunları olan, evlilik aşamasında ya da yeni bir aşka adım atmış olanlara..

Çünkü evlilik gibi kutsal bir kurumun çatısı altında birbirlerine aşık olarak evlenen çiftlerin, zamanla gündelik sıradan bir yaşantıya nasıl adapte olduklarını ve evliliklerinin hatta hatta flört dönemlerindeki o güzelliklerin nasıl da zamanla ortadan kaybolduğunu gözler önüne seriyor. İşte bu kitap bir evlilik danışmanının kaleminden yola çıkarak, ilk dönemdeki karşılıklı sevgiyi, saygıyı, heyecanı ve de aşkı kaybetmiş olan çiftlerin boşalan sevgi depolarının yeniden doldurulması ama bunun içinde bir takım aşamalardan geçerek birbirlerinin eksik ya da hoşlandıkları yönlerini yeniden ortaya çıkartmak adına ilişkileri yeniden masaya yatırmaktadır.

Kısacası herkes için yararlı bulduğum bu kitabı okumanızı illa ki tavsiye ediyoru... Ve mutlaka kitaplığınızda yer almazı gerektiğini düşünüyorum. Kimbilir bugün olmasa bile bir gün ihtiyacınız olabilir...

Sizlere keyifli okumalar dileğiyle....


Mehpare ÖĞÜT





Son Cuma – Yıldız Sarayı’nda Sönen Kandil ; Sultan Abdülhamid Han;

Ünlü tarihçimiz Cemal Kutay’ın kaleme aldığı, devrin önemli şahsiyetlerinin tuttukları günlüklerle, Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilişi, 31 Mart olayının gelişme süreci ve sonuçları belgeler dahilinde anlatılıyor. Tarihi öğrenmek ve olayların sürecini anlamak bakımından oldukça yararlı bulduğum bu kitabı sizlerin de okumasını tavsiye ediyorum, en azından henüz okumamış olanlar var ise. Oldukça güzel ve anlaşılır bir dille yazılmış olan kitapta, “tarih tekerrürden ibarettir” sözünü hatırlatır tarzda, her devirde buna benzer olayların yaşandığı, halkı galeyana getiren iç güçlerin yanı sıra dıştan gelen etkilerin de bir ülkenin kaderini nasıl tayin ettiğini gözler önüne sermektedir.. Ne var ki ülke yönetiminde olan insanların her daim ellerinde bulunan güçleri iyi değerlendirmesi, ülkesinin ve insanlarının refahı ve mutluluğu adına kendi hırslarından vazgeçmesi gerektiğinin de önemini vurgulamaktadır.

Kitabın arka yüzünden:
 “Sultan Abdülhamid Han’ın olaylara kendine has bakışını, diyaloglarını, saray erkanı ile özel görüşmelerini, gündelik hayatının detaylarını ilgiyle okuyacaksınız. Bir devrin kapanışının gizli kalmış anılarını içeren, araştırmacılara da kaynak teşkil edeceğine inandığımız bu günlükleri kıdemli tarihçi Cemal Kutay’ın kaleminden okurlarımıza sunmaktan mutluluk
duyuyoruz.” (Kitabın arka kapağından alıntılanmıştır)

Bol kitaplı günler dileğiyle, 

Mehpare ÖĞÜT







Kitabın Özgün Adı : A Thousand Splendid Suns
Türkçesi : Püren ÖZGEREN & Everest Yayınları

Biri 14, diğeri 15 yaşında iki çocuk…Yaşlarından önce olgunlaşmış iki genç kadın.  Ve hayatın, onlara, hayallerinin dışında çizdiği farklı yollar. “Harami” lakabının üste yapışması ve bir ömür boyu taşınması. İstenmeden zoraki yapılan evlilikler, kesişen yollar, hayal kırıklıkları, kırgınlıklar… Umutların bir bir kaybolması. İç savaşın patlak vermesi, kaçışlar, yakalanışlar, dövülmeler, kandırılmalar, roketler, dağılan bedenler…Her şeye rağmen bitmek bilmeyen yaşam umudu ve mücadelesi.

Baştan sona hüzün dolu bir kitap. Okurken yüreğinizin sıkışacağı, gözlerinizin dolacağı ve daha çocukken ergenliğe ulaşan ve hiç tahmin edemeyecekleri şeyleri yaşamak zorunda bırakılan iki genç kadın, iki sübyan… Hayatın insanlara ne zaman ne getireceğini hiçbirimiz bilemeyiz. Ve bu kitabın iki kahramanı olan Meryem ve Leyla’da bilemezdi elbette. Kendi adıma düşünüyorum da böyle bir şeyi yaşamak zorunda kalsaydım ya da günün birinde yaşayacak olsam şayet, onlar kadar mücadeleci, onlar kadar dayanıklı olabilir miydim acaba !!!

Bu kitap yazar Khaled Hosseını tarafından kaleme alınmış olup yazarın şu ana kadar yazdığı iki kitaptan ikincisidir. Öncelikle gerçekten yazarı kutlamak gerekiyor çünkü; kullandığı dil itibariyle okurken anlamak adına hiçbir zorluk çekmiyorsunuz. Gayet yalın bir dille, yaşanan olayları saptırmadan ve de üstüne katmadan olduğu gibi anlatmış. Okurken kendinizi kitabın içinde hissediyor olmanız da en büyük ayrıcalık ki, çoğu yazarın kitabında bunu yaşamak bazen imkansızdır en azından benim için. Mutlaka okunması ve üzerinde düşünülmesi gereken bir konunun işlendiği bu kitap, bizlere, günlük yaşamımızı sürdürürken, yanı başımızda ki komşularımızın yaşadıklarını ve insanlık suçu olarak nitelendirilen vahşi katliamları, işkencelerı, dışlanma ve tecavüzleri bir bir gözler önüne sermektedir.
Günümüzde hala bu tür vahşetlerin yaşandığı ama kimilerinin ayakta alkışlayıp, kimilerinin de acıyan gözlerle uzaktan seyretmeyi seçtiği bu olaylar acaba bir gün son bulacak mı ne dersiniz !!!

Son söz olarak şunu söylemek isterim ki; bu dünya üzerinde yaşayan bir kadın olarak, kitapta anlatılan ve gerçeklerden yola çıkılarak paylaşılan bu olaylar neticesinde, bizlere özgürlüğümüzü sunan, kadın-erkek arasında ki eşitliğimizi sağlayan ve kadını cinsel bir obje olmaktan çıkarıp, bir birey olarak her konuda eşitlik sağlayan yüce önderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ümüzü bir kez daha saygı, şükran ve sevgiyle anıyorum…

Kitapsız kalmamanız dileklerimle…
Mehp@re ÖĞÜT




İlk defa 2004 yılında kitaplarıyla tanıştığım ve o zamandan bugüne değin müdavimi olduğum, okuduğum her kitabından büyük bir keyif aldığım ve belki de bana ilham kaynağı olan yazar Danıelle STEEL’in okumuş olduğum son kitabı “Aşkın Büyüsü”…

Geçen yaz aldığım kitaplardan biri ve ancak bu sene okuyabildiğim bir kitap. Bazı kitapların okumak adına aceleye gelmemesi taraftarı olduğumdan, her zaman yaptığım gibi sona sakladığım kitaplarımdan biriydi. İlk okumaya başladığımda ve özellikle ilk birkaç sayfa biraz sıkıcı gibi geldi ve ilk defa STEEL’e ait bir kitabı okumadan bırakma kararı aklımdan geçmişti ki, içimden bir ses oku dedi. Konusu aşk ve korku üzerine kurgulanmış bir kitap. Adı Aşkın Büyüsü olup da nasıl korku üzerine bir kitap olabilir diye bir düşünce geçebilir elbette akıllardan ancak, eğer hayatınızda sosyopat bir sevgiliniz / sevdiğiniz var ise şayet, endişe ve korkunun olmaması abes olur kanımca…

Roman kahramanları Fiin O’Neill ve Hope… İkisi de kendi alanlarında tanınmış ve ünlü birer insan. Hope büyük başarılara imza atmış bir fotoğrafçı, Fiin ise ünlü bir yazar. İkisinin de yolları Hope’un, Fiin’in son romanının kapak fotoğraflarının çekimi için anlaşmasıyla kesişiyor ve aralarında başlayan tutkulu aşk, ardından ise duyguları ile korku ve endişe arasında sıkışan bir kadının bu çıkmazdan nasıl kurtulacağını anlatıyor. Sevdiği erkeğin yazdığı romanlarda ki karakterler gibi bir canavar mı yoksa sevgi dolu bir erkek mi olduğunu anlamaya çalışan Hope, her şeye rağmen onu sevmeye devam mı etmeli yoksa ondan bir an önce kurtulmalı mı ? Bu sorularının yanıtlarını bulmaya çalışıyor…

Her zaman ki gibi oldukça sürükleyici bir Danıelle STEEL kitabı. Kitabı bir süreliğine mola vermek adına bıraktığınızda bile aklınız kalıyor dersem doğru söylemiş olurum…
Kitap severlere ve özellikle de henüz okumamış olan Danıelle STEEL hayranlarına yüzde yüz tavsiye edebileceğim bir kitap…

Başka bir kitapta buluşmak üzere,,, okumaktan geri kalmamanız dileklerimle…

Mehpare ÖĞÜT
Annem hep, “Başkaları için savaş bitti. Ama bizim için daha yeni başladı” diyor…

PEGASUS YAYINLARI – Ullstein Buchverlage Gmbh, Berlin, 2001 yılında Ulstein Taschenbuch Verlag tarafından yayınlanmış ve ülkemizde ise ilk baskısı 2010 yılına ait olan “Leyla” Alexandra CAVELİUS tarafından kaleme alınmıştır…

Leyla, henüz 16 yaşında bilmediği ve anlam veremediği bir savaşın içine düşmüş Bosnalı bir genç kızın, kabuslarla dolu yıllarını anlatmaktadır. Leyla ile birlikte binlerce kadının gözleri önlerinde öldürülen eş, çocuk, akrabalarıyla birlikte, evlerini terk etmek zorunda kalmalarına, genç/yaşlı demeden çocukları ile birlikte hapsedildikleri toplama kamplarıhda uğradıkları toplu tecavüzleri, geçirdikleri travmaları anlatmakta olan oldukça yürekleri burkan ve okurken insanı olayların içindeymişçesine yaşatan hikayelerini anlatmakta. Ve bu hikayenin en büyük kahramanlarından biri de Bosnalı Leyla’dır. Başından geçen onca şeye karşın içinde her daim küçücük de olsa umut barındırabilmiş ve bir gün yaşadığı bu kabusların biteceğine olan inancıyla ayakta kalmayı başarabilmiştir…
Ayrıca savaşın karanlık yüzünü ve insanlar üzerinde bıraktığı ruhsal bozukluklara da değinmesi açısından da oldukça önemli…

Kitap hakkında çok fazla detaya inmek istemiyorum ama kitaplığımda sona sakladığım kitaplardan biri olarak, sadece bir günde okuduğumu söyleyebilirim. Oldukça sürükleyici ve bir sonra ki sayfada Leyla’nın başına gelebilecek şeyin merakını uyandıran, herkesin anlayabileceği sade bir dille yazılmıştır.

Bu arada yazar hakkında da kısa bir bilgiyi paylaşmak istiyorum.

Alexandra CAVELİUS, 1967 yılında doğmuş ve serbest çalışan bir gazetecidir. Alman gazete ve dergilerinde yazı yazmaktadır. Cavelius savaş sonrasında Uluslar arası Mahkeme’ye çıkmaya hazırlanan kadınlar üzerine yaptığı bir araştırmayı hazırlarken Saray Bosna’da bir köyde Leyla ile tanışmıştır. Kitapta kişilerin ve yerlerin isimleri değiştirilmiştir. Cavelius aynı zamanda Rabia Kadir’in yaşam öyküsünün yer aldığı Ejderha Savaşçısı adlı bir kitap yazmış olup, Berlin’de yaşamaktadır.

Bu arada kitabı okuyan ve arka kapakta yer alan birkaç eleştirmeninde düşüncelerini paylaşmakta yarar görüyorum…

Allt on Böcker
-Bu kadar acı ve yürek burkucu bir kitap okumadım. Ağlayarak elimden bıraktığım kitaba her seferinde geri döndüm. Korkunç bir öyküydü. Bir zamanlar basın organlarında Yugoslavya’nın adıyla birlikte duyduğum “etnik temizlik”, “toplama kampı”, “toplu tecavüz” gibi sözcüklerin en anlattığını bu kitapta anladım.

Svenska Dagbladet
-Balkanlarda neler olup bittiğini anlatan sarsıcı bir kitap. Leyla kendisinin ve başka kadınların yaşadıkları cehennemi haykırıyor. Bu kitabı sonuna kadar okuyup bitirmeden duramıyorsunuz.

Dagens Nyheter
-Eğer yetkim olsa her okula insanlık dersi diye bir ders koyar ve bu kitabı herkesin okumasını zorunlu kılardım.

Kitapla ilgili bu düşüncelerden sonra eminim okuma istediği duyacaksınızdır. Hala okumayanlarınız varsa mutlaka bu kitabı edinip okuyun derim…

Bir başka kitapta buluşmak üzere,,,

Mehpare ÖĞÜT




"İNKAR EDİLEN AŞKLARDAN"
 YAZAN - ANGELA BECERRA
 BASIM YILI - 2008
 ÇEVİREN - PINAR SAVAŞ
 GOA BASIM YAYIN


Fiamma ve Martin…
Fiamma bir psikolog ve Martin ise gazeteci. Onların ilişkisi oldukça tutkulu ve romantik bir şekilde başlıyor ancak ilerleyen zaman içerisinde bir zamanlar onları birbirlerine bağlayan o tutku sönüyor ve evlilikleri monoton bir hal alıyor. Bunun farkında olmalarına rağmen, birbirlerine karşı saygı duymaya, aynı evi paylaşmaya ve işlerine devam eden bu çiftin zaman içerisinde ve hiç de beklemedikleri bir anda tamamen tesadüf eseri hayatlarına yeni ve onlar için oldukça da özel insanlar giriyor ve yine onlar sayesinde kaybettikleri sandıkları tutku, romantizm dolu ve açlık çektikleri tüm duygulara yeniden kavuşuyorlar.

Bu kitabı tamamen tesadüf eseri aldım dersem inanır mısınız bilmem. Çünkü kitap alma fikrimin olmadığı bir günde, alışveriş için gittiğim büyük bir mağazanın giriş kapısının önüne konulan ve içinde bir sürü kitapların yer aldığı sepetten aldım bu kitabı ve diğerlerine şöyle bir göz ucuyla bakmış olsam da, sanki beni al dercesine göz kırpıyordu ve onun bu göz kırpmasına daha fazla dayanamayarak elime aldım, arka yüzünü çevirdim ve ilgimi çeken birkaç cümleden sonra kitaplığıma kazandırdığım bir kitabım daha oldu diyerekten çıktım oradan. Bu kitabı almamdaki sebep kitabın kapağındaki resim mi yoksa kitabın adımı oldu hiç bilmiyorum.

Hemen okumadım elbette; çünkü sırada okunmayı bekleyen bir sürü kitabım vardı ve onlara haksızlık etmemek adına en azından elimde ki kitabı bitirip okuma düşüncesiyle koydum bir köşeye. Elimdeki kitabı okurken de aklım fikrim ondaydı. En sonunda okumaya başladım ve çevirdiğim her sayfada yazarın kullanmış olduğu akıcı dil ve cümleler beni romanın kahramanı yapıyordu adeta. Bunca kitap okumuş biri ve nadiren okuduklarımdan etkilenen biri olarak gerçekten de kullanılan kelimeler olsun ve kurulan cümleler hepsi de seçilmiş ve yerli yerindeydi.
Ve kitap tüm övgüleri hak ettiğini bağıra bağıra söylüyordu ki zaten bunda da haklıydı Çünkü bu kitap Chigaco Kitap Fuarında aldığı Latin Edebiyatı ödülünün yanı sıra, edebiyat çevrelerince “Büyük bir roman” ve “Erotik Edebiyatın en büyük başyapıtlarından biri” olarak büyük bir övgü topladığı yazılıydı.
Doğrusu bu satırlar benim merakımı daha da arttırmıştı ve okudukça gerçekten erotik olan yerler dışında kullanılan dil, duygular ve yaşanılan doludizgin aşklar açısından bu övgülerin hiç de yersiz olmadığını gösteriyordu bana. Ve kitabın her bir sayfasında neler olacak sorusunu sormaktan alamıyorsunuz kendinizi. Ve Fiamma sizmiş gibisine bir his uyandırıyor ki bu sözü hemcinslerim için söylüyorum elbette. Erkek okurlarda Martin gibi hissedeceklerdir kendilerini eminim ki, eğer okumaya karar verirlerse.
Bu kitap insanların yüreklerindeki duyguların zaman içerisinde yitirilmesini ve bir köşeye sıkıştırıp yokmuşçasına davranmalarını yani şu hep sözü edilegelen bastırılmış duyguların günün birinde patlak vermesini ve bu duyguların esiri olup, her şeyden ve herkesden vazgeçerek, farklı bir dünyanın içinde ki ama bir taraftan da gerçek dünyaya kendilerini uyarlamalarını anlatmakta.

Fiamma ve Martin birbirlerini delice seven ve tutkulu bir aşk ile bağlanan bir çift…Hayatlarına dahil olan yeni  tutkulu aşklar ve devamında seyreden olaylar…Gerisini anlatmayacağım elbette ki, alıp okuyasınız diye. Bu kitap her ne kadar 2008 yılında basılmış olsa bile ben ne yazık ki yeni okuyorum ve aranızda okuyanlar da mutlaka vardır ama benim gibi henüz okumamış olanlar vardır diye de sizlerle paylaşmak istedim... Sonuç itibariyle yeni çıkan her kitabı ne okumam mümkün ne de zaman ayırmam...Ama tek diyebileceğim bu kitap gerçekten okunmayı hak ediyor...

Belki bizler birer Fiamma ve Martin kadar olamayız ancak onların paylaştığı duygulara ve düşüncelere bu kitabı okuyarak eşlik edebiliriz öyle değil mi !...

Dipnot : Şimdi ben bu kitabı nerden bulup alacağım diye düşünmenize de hiç gerek yok internet üzerinden ve özellikle de http://www.kitapyurdu.com/ adresinden temin etmeniz mümkündür...

Bir başka kitapta buluşmak üzere, kitapsız kalmayın dileklerimle…

Mehpare




Daima İstanbul

'İstanbul'da Yaşama Sanatı', İstanbul'u kültürel anlamda kuşatıcı yazılardan oluşuyor. Kitapta, İstanbul tarihini Bizans'tan alarak günümüze kadar getiren yazıların yanında, tek bir yapı üzerine kaleme alınmış yazılar da var. Boğaziçi, musiki, şehrin florası, kuşları, damak tadı gibi konular etrafında dönen yazılarda şehrin bugün sahip olduğu değerler anlatılıyor

Baharın gelişiyle İstanbul"un rengi değişmeye başlar. Kıştan kalan soluk renkler yerini taze bir canlılığa bırakır. Gökyüzünün mavisi, doğanın yeşili daha içten yansıtır kendini. Güneş, bizi geç saatlere kadar terk etmez. Çiçek açan ağaçların kokusu ortalığa ılık bir ferahlık verir. Mayısa doğru erguvan ağaçlarının bir bir kendini göstermesiyle İstanbul"da gezmek bir şölene dönüşür. Ne kışın ilikleri donduran soğuğu, ne de yazın bunaltıcı sıcağı vardır, baharda. Gönlünce sokakların, parkların, bahçelerin tadını çıkarma zamanıdır.
Bahar ayları, İstanbul"u yeniden görmek, keşfetmek için bulunmaz bir fırsat. Eğer İstanbul"da baharın keyfini süre süre geziler yapma düşünceniz varsa yanınızdan ayırmamanız gereken bir kitap yayımlandı yakın zamanda; Haluk Dursun"un İstanbul"da Yaşama Sanatı.
Haluk Dursun"u uzun yıllar TRT2"de yaptığı Tarih Mekân programıyla tanıdık. Marmara Üniversitesi Tarih Bölümü hocalarından olan Dursun, İstanbul"a ilk kez Galatasaray Lisesi"nde okumak için geliyor. İlkgençlik yıllarında İstanbul"la kurduğu ilişki ona, zamanla kendi alanında söz sahibi olabilecek bu kitabı yazdırıyor. Halen Ayasofya Müzesi Müdürlüğü görevini sürdüren yazarın adı, en son Papa"nın İstanbul ziyareti sırasında gündeme gelmişti.
İstanbul"da Yaşama Sanatı, İstanbul"u kültürel anlamda kuşatıcı yazılardan oluşuyor. Kitapta, İstanbul tarihini Bizans"tan alarak günümüze kadar getiren yazıların yanında, sadece bir dönemin sembolü olan tek bir yapı üzerine kaleme alınmış yazılar da var. Boğaziçi, İstanbulluluk, musiki, İstanbul"un florası ve kuşları, şehrin damak tadı, su kaynakları gibi konular etrafında yer verilen yazılarda şehrin bugün sahip olduğu değerler üzerinde durulduğu görülüyor.
İstanbul"da Yaşama Sanatı, “Ele geçmezse eğer sevdiğimiz/ Çare ne? Eldekini sevmeliyiz.” arzusu üzerine kurulmuş bir kitap. Haluk Dursun, İstanbul"un yitirilen güzelliklerinin ardından ağıt yakılmasına, gençlere bu şehre dair güzel şeyler göremedikleri duygusunun yaşatılmasına inat İstanbul"un hâlâ göz alıcı zenginliklerle dolu olduğunu söylüyor. Bu da, İstanbul"u yeniden keşfetmek isteyeceklere güven sağlıyor.
Kitabı okudukça bu şehrin taş yığınlarından, araba gürültüsünden, kalabalığından ibaret olmadığını, nice cazibeli tarafları olduğunu görüyorsunuz. İstanbul"daki ağaç çeşitleri, hangi ağacın İstanbul"un neresinde daha çok görülebileceğini, bülbül seslerinin klasik edebiyat metinlerinde kalmadığını, hâlâ İstanbul korularında şakıdığını, musluk suyunun kireçli, içilmez tartışmaları süredursun İstanbul"un göğsünden çıkan suların kurumadığını, Karakulak, Hamidiye sularının varlığını okumak, İstanbul"u yatırdığımız karamsarlık uykusundan af dilemek için kaldırmamız gerektiğini bize anlatıyor.

Nostalji curcunasından uzakta
Haluk Dursun, şehri eski eser meraklısı bir tüccar gibi anlatmıyor. Osmanlıca bilgisi, tarihçi olması ona çalışmalarında kolaylık sağlamış gibi görünse de, o bu şehrin derununa inmek için yola çıkmış. Uzaktan bir göz değdirerek değil, bizzat bir şadırvanda su, bir kilisede buhur, bir bahçede çiçek olmak istercesine anlatmış gördüklerini. İstanbul"da damak tadını anlattığı bölümde sizi kıskandıracak, Çengelköy"de bahçıvanlık yapanların kim ve nereli olduklarını bilmesi şaşırtacak sizi. İstanbul"da Boğaziçi"ni gezmeye Anadolu Hisarı"ndan başlayın diye yazarken o mahallenin muhtarının neler yaptığından bahsatmesine hayret edeceksiniz.
Kitabın ismi üzerine de Haluk Dursun Batı"da şehir kitaplarına "Londra"da/Paris"te Yaşama Sanatı" adları verilirken bizdeki durumun farklı olduğunu söylüyor. “Bizde ise nedense hep şehir rehberi, İstanbul Gezi Rehberi yahut da en fazla İstanbul"da Yeme İçme Sanatı gibi başlıklar konup, o muhtevaya uygun bilgiler veriliyor. Halbuki bir şehri şehir yapan oradaki kendine özgü yaşama imkânları, renkleri, çeşitlilikleri, havasıdır. Eğer bütün bu bileşimleri, armoniyi fark edemez, onu sindiremez, o güzellikleri idrak edemezseniz o şehirde bulunuyor, vakit geçiriyor, hatta doğup ölüyor, ama o şehirdeki yaşama sanatının farkına varamıyorsunuz demektir.” ifadelerine yer veriyor.
İstanbul"da Yaşama Sanatı"nı okuduktan sonra bu şehre bakışım değişti. İstanbul"un gerçek kültürüne sahip olmanın gerekliliğine inanıyorsanız, kuru bir nostalji curcunasından kendinizi kurtarıp, ilk defa İstanbul"u anlatırken geçmiş zamandan kurtarıp var olan güzellikleriyle anlatan bu kitabı bahar boyu kendinize arkadaş edinebilirsiniz...

YAKUP ÖZTÜRK / RADİKAL


İSTANBUL"DA YAŞAMA SANATI
Haluk Dursun
Timaş Yayınları
2009
320 sayfa
12 TL.




'İlahe'nin öyküsü


İtalyan edebiyatçı, gazeteci ve televizyoncu Alfonso Signorini'nin asıl uzmanlık konusu toplum haberleri üzerine. Signorini'nin bu özelliği Maria Callas kitabında da hissediliyor. Sanatçının yaşadığı dönem ve çevresi ile ilgili hoş bir tasvir çıkıyor okurun karşısına



Dünya çapında ün yapmış birçok sanatçının yaşamlarında sanki hep bir ortak nokta var; acı... Ancak içlerindeki sanat tutkusu her şeyin üzerinde... Ne yemek, ne uyku ne de aşk onlar için önemli olan. Şarkı söylemek için yaşıyor birçoğu, çünkü şarkı söylemek için dünyaya geldiğini düşünüyor tıpkı Edith Piaf ve Maria Callas"ın yaşamında olduğu gibi... Muhteşem soprano Maria Callas"ın hayatını kalem alan Alfonso Signorini"nin Çok Gururlu, Çok Kırılgan: Maria Callas"ın Hayatı adlı eseri Türkçe yayımlandı. Kitapta sanatçının yaşamının ilginç noktaları, duyguları, dünyaya bakışı ve şarkı söyleme tutkusu bir roman tadında sunuluyor. Callas, yaşamı boyunca en çok adından söz edilen şarkıcılardan biriydi. Aslen Yunanlı olan Callas, geçim sıkıntısı çektiği çocukluğunu önceleri ailesiyle birlikte Amerika"da geçirir. Daha sonra Callas olarak değiştirdiği soyadı aslen, Kalogeropoulos"tur.
Callas"ın yaşamında annesinin rolü büyüktür. İki kızı arasında ayrım yapan annesi, özellikle ablasının gelişimi üzerinde uğraşır. Ondan büyük bir sanatçı yaratma çabası içindeyken Maria"nın nasıl muhteşem bir sese sahip olduğunun farkına bile varmaz... Hatta Maria"nın başarısını da bir türlü içine sindiremez. Maria"nın yaşamında fiziksel açıdan iki dönem vardır; sivilceli bir yüz, şişman ve bakımsız bir Maria. Diğeri şarkı söylemenin aynı zamanda göze de hitap etme olduğunu düşündüğü anda geçirdiği radikal fiziksel değişim; bu kez herkesin karşısında kocaman siyah gözlü, çıkık elmacık kemikli, hüzünlü ama mağrur ifadeli teatral güzel bir yüze sahip Maria... Amerika"da yaşadıkları geçim sıkıntısı nedeniyle anne iki kızını alıp Yunanistan"a döner. Maria şarkı söylemeye Yunanistan"da başlar.
“Sahneye çıktığında ıslıklar ve kahkahalarla karşılandı... herkes gülüyor, kimi protesto için masayı yumrukluyor, kimi de kulakları sağır edecek bir gürültüyle ıslık çalıyordu. Hatta sahneye çatal fırlatan bile oldu. Mary"nin artık göz yaşı bile kalmamıştı. İri kara gözleriyle yaşlı Yannis"in bakışlarını aradı. O anladı. Gürültüyü bastırabilmek, ötekilerden daha duyarlı olan birkaç ruhu yakalayabilmek için en yüksek tonda "la Paloma"yı çalmaya başladı. Hayır. Kimsenin onu dinlediği yoktu. Maria ansızın tuhaf bir hipnotizmaya girdi. O döküntü piyanoya yaklaştı, sesini "la Paloma"nın notalarına ayarladı ve şarkısını söylemeye başladı... Dünyaya yukarıdan bakmak, açık kanatlarla uçmak, o beyaz güvercin gibi sonsuz özgürlük içinde olmak çok güzeldi. Aşkın şarkısını söylemek ve sevilmenin mutluluğunu yaşamak çok güzeldi. Ansızın büyü bozuldu. Kendini yeniden o dumanlı tavernada buldu. Şarkısını bitirmişti. Ama artık gürültü yoktu. Karşısında sadece şaşkın bakışlarla bakan yüzlerce göz vardı. Ve hayretten açılmış birkaç ağız. Dünya durmuş gibiydi. Sonra küçük bir alkış duyuldu ve bir başka alkış onu izledi. Sonunda lokanta yıkıldı. Bu gerçek bir zaferdi...”

Huysuz ve kaprisli bir diva
Maria işte şarkı söylediği her yerde kendini hayran bırakıyordu. İnsanlar görüntüsüne bakarak onu ciddiye almıyor, ancak sonunda sesiyle büyüleniyordu.
Önceleri aşkı ve âşık olmayı önemsemedi. Daha sonra kariyerinin başlangıcında, kendisinden epey büyük, zengin bir İtalyan işadamı olan Meneghini ile evlendi. Meneghini ona ve kariyerine destek oldu. Magazin basını için çok yakından takip edilen, hayatı didik didik edildi. Çok titiz ve mükemmeliyetçi bir yapıya sahipti. Ancak bir taraftan da huysuz ve kaprisli diva olarak ün saldı.
Sesini çok iyi kullanmayı bilen Callas"ın en büyük özelliği ki buna kitapta da rastlamak mümkün-, inanılmaz derecede dramatik yeteneğe ve müthiş tekniğe sahip olmasıydı... Daha sonraları bu etkiyi görüntüsüyle de kuvvetlendirdi. Narin yapısı, hüzünlü ama mağrur ifadesi, kemikli, karakteristik ve son derece teatral o güzel yüzüyle, her biri birbirinden trajik opera kahramanlarını canlandırmak için yaratılmıştır sanki...
İtalyan edebiyatçı, gazeteci ve televizyoncu Alfonso Signorini"nin asıl uzmanlık konusu toplum haberleri üzerine. Signorini"nin bu özelliği Maria Callas kitabında da hissediliyor. Sanatçının yaşadığı dönem ve çevresi ile ilgili hoş bir tasvir çıkıyor okurun karşısına. Biyografinin en önemli özelliği roman tadında oluşu. Sadece bir müzik kitabı ya da ünlü bir ismin biyografisi demek yazara ve kitaba haksızlık olur. Edebi tarafı daha ağır bastığı için ilginç bir hikâyenin içine çekiyor okuru. Sonunda Callas"ın nasıl dünya çapında bir isim olduğunu ve hâlâ nasıl unutulmadığını gözler önüne seriyor...


ARZU HAKSUN GÜVENİLİR / radikal





ÇOK GURURLU, ÇOK KIRILGAN
Maria Callas"ın Hayatı
Alfonso Signorini
Çeviren: Eren Cendey Yücesan
Turkvaz Kitap
2009
245 sayfa, 19 TL.

http://www.ayrintilihaber.com


Bu hafta yeni çıkan ve raflarımızda yer alacak olan kitaplar kuşağında iki kitaba yer vereceğiz.

İlk kitabımız 1960 Virginia doğumlu ve halen orada yaşamını sürdürmekte olan David Baldacci’nin son kitabı olan“Koleksiyoncular”… David Baldacci, Virginia Commenwealth Üniversitesi'nin Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun olduktan sonra Virginia Üniversitesi'nde hukuk doktorası yaptı. David Baldacci, Washington D.C.'de dokuz yıl süreyle duruşma ve şirket avukatlığı görevini sürdürdü. Halen yazıyor.

Gelelim kitabın konusuna….

“Kimi zaman gerçeğe çok yaklaşan komplo teorileri de içeren çok satan romanlarıyla tanınan David Baldacci, iskambil kâğıtlarının renkli dünyasını, milyonlarca dolar değerindeki nadir kitaplarla dolu kütüphanelerin tozlu raflarıyla ve devlet sırlarının karanlık gerçekleriyle buluşturuyor…

David Baldacci, kimi zaman gerçeğe çok yaklaşan komplo teorileri de içeren çoksatan romanlarıyla tanınan bir yazar. “Deve Kulübü” ,yazarın 11 Eylül sonrasında Amerikan siyasetinin ve güvenliğinin yeni biçimini irdelediği dört kitaplık roman serisinin kahramanlarından oluşuyor. Koleksiyoncular, bu seriye dâhil bir kitap.

Koleksiyoncular, yeni Temsilciler Meclisi Başkanı’nın bir suikaste kurban gitmesiyle açılıyor. Bu suikast, haliyle Amerikan kamuoyunu ve hükümetini derinden sarsıyor. Bu arada, Kongre Kütüphanesi’nin utangaç yöneticisi Jonathan DeHaven’ın tek istediği değerli kitaplarının arasında sıradan bir gün geçirmek, ama Jonathan, bir sabah kütüphanenin orta yerinde Deve Kulübü üyelerinden, kitap sevdalısı Caleb Shaw tarafından ölü bulunduğunda işler karışmaya başlıyor.

Komplo teorileri üretmesiyle tanınan Oliver Stone’un başını çektiği “Deve Kulübü”, bu iki şüpheli ölüm karşısında duruma el koymaya ve aralarındaki bağlantıyı bulmaya karar veriyor. Araştırmaları sırasında karşılarına, Annabelle Conroy adında gizemli ve çok güzel bir kadın çıktığında, başta istemeseler de birlikte hareket etmek zorunda kalıyorlar. Stone ve adamlarının bilmediğiyse, Conroy’un Amerika’nın en önemli kumar merkezlerinden biri olan Atlantic City’de yüzyılın en büyük dolandırıcılığını yapıp uzaklara kaçmak niyetinde olduğu. Bu onu da kimileri için tehlikeli bir hedef haline getirmiş durumda. DeHaven’ın ve Bradley’nin katilleri de kimliklerinin ortaya çıkmaması ve kurdukları düzenin bozulmaması için akla hayale gelmeyecek kötülükler yapmakta hiçbir sakınca görmüyorlar.

“Deve Kulübü” ve Annabelle Conroy, iki koldan saldıran bu düşmanların karşısında aradıkları gerçeğe ulaşabilecekler mi? İşte Baldacci’nin, milyonlarca dolar değerindeki nadir kitapların gizemli dünyasında geçen ve elinizden bırakamayacağınız romanı bu sorunun cevabını arıyor.”


Koleksiyoncular / David Baldacci, Çeviri: Hande Tekin, 460 sayfa, 12,5 TL


İkinci kitabımız ise,

1923 Küba - Santiago de las Vegas doğumlu yazar İtalo CALVİNO’ya ait “Varolmayan Şovalye”…

Kitabın konusu,,,

“Italo Calvino’nun İkiye Bölünen Vikont ve Ağaca Tüneyen Baron’dan sonra Atalarımız üçlemesinin son halkası olarak yayımladığı kitabı Varolmayan Şövalye okuyucularla buluştu. Varolmayan Şövalye, İlk kez her yaştan okura hitap eden bu resimli baskısıyla Türkçe’de.

Yazarın hayattayken bu kitapları Atalarımız başlığı altında toplamasının nedeni, kendi deyişiyle “çağdaş insanın atalarının soyağacını çıkarmak” tır. Calvino, parçalanmış, kendine düşman çağdaş insanın, geçmişte kalan o kayıp uyum duygusunun yerine koyabileceği yeni bir bütünlük arayışının peşinde koşmasını anlatır bu kitaplarında.

Varolmayan Şövalye’nin kahramanı Agilulfo, çok yiğit ve soylu bir şövalye olmakla beraber, bir tek kusuru vardır: varolmamaktadır. Daha doğrusu parlak, gösterişli bir zırhtan ibarettir, ama ne yazık ki zırhın içi boştur. Soğuk bir zırha bürünmüş, korkusuz, idealleri olan, ama bir boşluktan ve bir bilinç varlığından başka bir şey olmayan Agilulfo ile karşı karşıyayızdır. Onun karşı kahramanı ise bedensel varlığa sahip, ama akıldan yoksun Gurdulù’dur. Biri bedensel varlıktan, diğeri bilinçten yoksun bu iki kahraman aslında varolan ile varolmayanın çatışmasıdır.”

Varolmayan Şövalye / Italo Calvino/48 sayfa, 18 TL

Her iki kitapta oldukça güzel ve okunası kitaplar olmakla birlikte kitap seçimindeki tercihler sizlere aittir.

İyi okumalar dileklerimle…

Mehpare


Kitapların konusu hakkındaki bilgi için “pusula.tv” ye sonsuz teşekkürler ederiz…
Günümüzden yaklaşık 4300 yıl önce yazılmış, bilinen en eski yazınsal metin Gılgamış Destanı. Ölümsüzlük, bilgelik, kardeşlik ve kahramanlık üzerine bu destanı Bilgin Adalı gençler için yeniden yazdı.

Gelmiş geçmiş en büyük kahramanlardan biri Gılgamış. İyi bir hükümdar, güçlü bir savaşçı ve en önemlisi bilge bir kişilik… Ölüme karşı çıkmak için büyük çabalar harcamış, bilginin peşinden koşmuş, onurlu bir yaşam sürmüş ve gelecek kuşaklara bıraktığı mirasla ölümsüzleşen, tanrıların kölesi olmayı reddeden ilk kahraman…

Bilgin Adalı’nın yazıp, Mustafa Delioğlu’nun resimlediği, 96 sayfadan oluşan kitabın fiyatı 8 TL.


Kaynak : Pusula.tv
Filiz Özdem’in Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan yeni romanı Düş Hırkası aklın öteki yüzüne düşüşü anlatıyor. Bir geçitten geçen onlarca insanın, geçidin ortasında dükkân camekânlarıyla birkaç eski binanın çevrelediği avlunun, birbirinin yanından geçerken farkında olmadan birbirine değen hayatların kitabı…

Bir tabağa doldurulmuş bir avuç cam bilyenin birine dokunmak nasıl hepsini döndürür, her dokunuşta bütün renkler nasıl yeniden değişirse, ustaca bir araya getirilen kişilerin her birinin romana katılışıyla bütün metin de farklı bir renge bürünüyor.

Düş Hırkası ’nda, tesadüfen iç içe geçmiş, ama aynı zamanda da birbirinden kopuk hayatların buluşmasında, hem geçmiş ile şimdi harmanlanıyor hem de yazar kalabalığa karışmadan kente yukarıdan bakıp roman kişilerinin iç dünyalarının karanlık, gizli dehlizlerinde dolaştırıyor bizi. Ayrıca bu iç dünyalar, mekânlar ve nesneler arasında ustalıkla oluşturduğu görsellikle de anlatısına değişik bir boyut getiriyor.

Filiz Özdem’in gerçeklik ve düşün sınırlarında gezinen, kâh birbirinin içinden kâh birbirinin kıyısından akıp giden hikâyelerle kurduğu bu roman delilik, hatırlama, yalnızlık, manevi hasarlar, intihar ve ölüm üzerine odaklanırken, yazarın kendi deyişiyle bir “kaybetme” hikâyesi anlatıyor.

Kaynak – pusula.tv

Italo Calvino’nun en sevilen kitaplarından biri olan Ağaca Tüneyen Baron, yazarın daha sonra Atalarımız üçlemesinde bir araya getirdiği kitaplardan ikincisidir. Birincisi İkiye Bölünen Vikont, üçüncüsü ise Varolmayan Şövalye’dir.

Ağaca Tüneyen Baron, soylu bir aileden gelen, on iki yaşındayken babasına isyan edip ağaca çıkan Cosimo üstüne yazılmış bir ütopyadır… Bir daha yeryüzüne ayak basmayacağını söyleyip bütün ömrünü ağaçların üstünde geçiren, bütün ihtiyaçlarını orada gideren; ağaçların üstünde yemek yiyen, temizlenen, okuyan, öğrenen, hatta âşık olan Cosimo, toplumdışı yaşayışına rağmen insanlarla birlikte hareket etmekte, onların yapıp ettiklerine dahil olmakta, yön vermektedir. O, dünyayı değiştiremese de tanımaya ve anlamaya çalışmaktadır. Cosimo’nun biraz komik, biraz hüzünlü ve pek tuhaf bir şekilde son bulan hikâyesi, aslında insanlık tarihinin kazanma ve kaybetmesi üstüne bir hikâyedir.

Üçlemedeki diğer kitaplarda olduğu gibi, baronun hikâyesi de ikincil bir karakter tarafından, kardeşinin ağzından anlatılır: “Sözün özü, bütün hikâye anlatanlar gibi taşkınlığa kapılmıştı, gerçekten başından geçenlerin mi, yoksa eskiler yâd edildiği zaman onların anısıyla geri gelen, içinde duygu kırıntılarının, sıkıntıların, mutlulukların, kararsızlıkların, böbürlenmelerin, kendinden tiksinmelerin yer aldığı geçmiş saatler denizinin mi ya da hani yüksekten attıkça her şeyin pek kolay göründüğü, ama değiştire değiştire anlattıkça sonunda ille de gerçekte yaşanan veya yaşarken ne olduğu görülen şeylere geri dönüldüğünün anlaşıldığı tamamıyla uydurmanın mı daha güzel olduğunu kestiremiyordu. Cosimo henüz, yaşama isteğinin anlatma isteğine ağır bas-tığı, yeterince şey anlatacak kadar yaşanmadığına inanıldığı yaşlardaydı, dolayısıyla ava çıkıyor, haftalarca ortalıkta görünmüyor, sonra kuyruğundan tuttuğu ağaçsansarları, porsuklar ve tilkilerle meydandaki ağaçların üstünde beliriyor, Ombrosalı aylaklara yeni hikâyeler anlatıyor, bunlar gerçekken anlattıkça uyduruklaşıyor, uydurdukça gerçek oluyordu.”

Ağaca Tüneyen Baron, ilk kez her yaştan okura hitap eden bu resimli baskısıyla Türkçede. 220 sayfadan oluşan kitabın fiyatı, 26 TL…
Edip Cansever, Turgut Uyar, Cemal Süreya, Metin Eloğlu, Metin Altıok, Ruhi Su, Aziz Nesin, Hayalet Oğuz, Attila Tokatlı, Onat Kutlar, Bilge Karasu, Halikarnas Balıkçısı, Suat Taşer, Nahit Ulvi Akgün, Suphi Aytimur, Can Yücel, Melih Cevdet Anday, Şükran Kurdakul gibi pek çok yazarla ilgili yaşantı parçaları ve gözlemlerle dolu bu kitapta, Mehmet H. Doğan birbirinden ilginç kişilikleri edebiyatlarıyla sarmalıyor, renklendiriyor…

Büyük bir eleştirmenden duygu yanı ağır basan bir kitap.

“Şimdi Uzaklardasın’ın, yazarken özel bir yeri oldu yaşamımda. Onun üzerinde çalışmak için hep, gecenin tek başıma olabildiğim ıssız, sessiz, geç saatlerini seçtim. Kitap halinde yayımlandıktan sonra da böyle özel bir yeri olacak. Birilerini özlediğim, anımsadığım zaman açıp okuyacağım. Tıpkı eski mektupları okur gibi.”

Şimdi Uzaklardasın, Mehmet H. Doğan 270 sayfa, 16 TL

Yapı Kredi Yayınları; Paris’te Münzevi, Amerika Dersleri, San Giovanni Yolu, Klasikleri Niçin Okumalı? ve Kum Koleksiyonu’ndan sonra Yeni Bir Sayfa’yı yayımlayarak, Calvino’nun sağlığında bir araya getirip kitaplaştırdığı kuramsal metinlerin ve denemelerin hepsini Türkçeye kazandırmış oldu.

Yeni Bir Sayfa, Italo Calvino’nun dergilerde ve gazetelerde 1955-1978 yılları arasında yayımlanan yazılarını bir araya getiriyor. Calvino’nun arzusu doğrultusunda, yazarın entelektüel biyografisini ortaya koymak üzere hazırlanan bu seçkide edebiyat ve toplum üzerine eleştirel değerlendirmeler, yazar profilleri ve yazı, üslup, dil ve yazı tekniklerine ilişkin metinler yer alıyor.

Yeni Bir Sayfa’yı, ülkemizin en önemli çevirmen ve kültür adamlarından Kemal Atakay Türkçeye kazandırdı.

Yeni Bir Sayfa / Italo Calvino, 372 sayfa, 20 YTL


Soğuk Savaş, II. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle ABD ve SSCB arasında yaşanan siyasi çekişmeyi birçok yönüyle ele alıyor. Kitap, tarih uzmanlarına olduğu kadar genel okuyucuya da sesleniyor. Olayları kronolojik sırayla değil, tematik başlıklar altında anlattığı için, döneme özgün bir bakış açısı sunuyor.

Tarih profesörü John Lewis Gaddis, II. Dünya Savaşı’yla değişen Avrupa haritasının yeniden biçimlenişini ve birçok ülkede yaşanan dönüşüm sürecini çözümleyici bir bakış açısıyla anlatıyor. Bu süreçte, olayların yanında olguları ve tutumları da tartışan kitap, uluslararası ilişkilerde güdümün oynadığı rolü, daha sonra komünist rejimlerin çöküşünü ve özerkliğin doğuşunu irdeliyor.

İki süper gücün stratejik konumdaki ülkeleri yanlarına çekmeye çalışmasıyla Asya’dan Güney Amerika’ya yayılan mücadelede tüm dünyada nüfuz alanları değişti. Savaş sonunda Berlin Duvarı’nın yıkılması ve SSCB’nin dağılmasıyla, güç dengesi nihayetinde bugünkü halini aldı.

Soğuk Savaş, dünyanın nükleer savaşın eşiğinden dönmesi, Marshall Planı ve Türkiye’nin dış siyasetine etkisi gibi, yakın tarihin önemli süreçlerini açıklayan kapsamlı bir çalışma.

Soğuk Savaş: Pazarlıklar, Casuslar, Yalanlar, Gerçek Yazan:John Lewis Gaddis Çeviren: Dilek Cenkçiler 282 sayfa, 18 YTL

Kaynak Haber
Pusula.tv

"3. Kadıköy Kitap Günleri", 19 Aralık'ta başlıyor. İstanbul'daki 2 büyük kitap organizasyonundan biri olan "3. Kadıköy Kitap Günleri", 4 gün süreyle Caddebostan Kültür Merkezi'nde devam edecek.

Etkinlik kapsamında 70'e yakın yayın evinin stant kuracak. Kitap günlerinin bu yılki onur konuğu Adalet Ağaoğlu olacak.

Açıklamada, Ağaoğlu'nun 20 Aralık Cumartesi günü saat 15.00 ile 17.00 arasında İş Bankası Yayınları standında kitaplarını imzalayacağı kaydedildi.

Buluşmaya katılan yayın evlerinin bağışladığı kitaplardan Kadıköy'e yeni kütüphaneler kazandırmayı amaçlayan belediyenin bu yıl etkinlik sonunda ihtiyaç duyulan bir bölgede üçüncü kütüphaneyi oluşturacağı kaydedildi. Türkiye Yazarlar Sendikası ve PEN gibi yazar örgütleriyle çeşitli sivil toplum kuruluşlarının da katılacağı "3'üncü Kadıköy Kitap Günleri"ne giriş ücretsiz olacak.


Haber Kaynak – Pusula.tv

Doğa dostu astrofizikçi Hubert Reeves’in, France Culture’de yayınladığı metinlerden derlenen kitabı “Gökyüzü ve Yaşama İlişkin Yazılar” YKY’den çıktı. Hubert, bu kitabında, yaşama ve dünyaya ilişkin konuları konunun elverdiği ölçüde sade bir üslupla bir bilim adamının gözünden irdeliyor.

Hubert ozon tabakasındaki incelme, sera etkisi, kutup buzullarının erimesi gibi insanların endüstriyel üretim etkinlikleri ve açgözlülüklerinin sonucunda çevremiz ve öteki canlı türlerine verdikleri zararlarlar üzerinde duruyor ve Dünya’nın sonsuz olmadığına dikkat çekiyor. Hubert, evrende yalnız olup olmadığımız konusunun yanı sıra önceki dönemlerdeki iklim değişikliklerin canlı türlerini yok etmesini örnek göstererek insanlığın da çevreye verdiği zararla aslında kendi sonunu hazırladığını, Venüs’ün bize bir bakıma çok da uzak olmadığı uyarısında bulunuyor.

İnsanlar yüzünden günümüzde artık yok olmuş kimi hayvanların hikayelerini de anlatan bilimadamı, bu Dünya’da yalnız insanların yaşamadığını, her ne kadar en üstün canlı türü olduğumuz düşünülse de aslında ekosistemin yalnızca bir parçası olduğumuz gerçeğini gözler önüne seriyor.

140 sayfadan oluşan kitabın fiyatı, 20 YTL.

Haber Kaynak-Pusula.tv