VEFAT HABERLERİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
VEFAT HABERLERİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dün sanki içime doğmuş gibi, gideceğini hissetmiş gibi şu dizeleri paylaşmıştım face sayfamda...

“O güzel insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler..Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık” Yaşar KEMAL

Ve paylaştıktan sonra da bir müddet daha düşünüp bu dizeler üzerinde ne kadar da büyük anlam ifade ettiğine bir kez daha karar verdim. Yaşanılan onca şeyi de düşünerekten... Ve şimdi o güzel insan, o koca çınar, babasının kendisi için her yıl kurban kestirdiği, parmaklıklar arasında bile daktilosunun tuşlarıyla koğuşunu inleten büyük yazar... Sen de binip atına gittin/gidiyorsun işte bilinmez bir yolculuğa. Kurtuldun mu bu dünyanın bozuk düzeninden biliinmez ama bizler yaşadığımız müddetçe ve bilmem kaç kere daha bu dizeleri tekrar edip duracağız. Kimi zaman “İnce Memed'i” okuyacak, kimi zaman da “Yer Demir Gök Bakır” diyerek anacağız seni...

Ve en çok da bir sanatçıda olması gereken en büyük şeyin, halkla iç içe olmak ve sanatın halk için olması gerektiği düşüncelerinle, örnek alınması gereken büyük bir usta olduğunu hatırlatacaksın her daim bizlere...

«Halka kim zulmediyorsa, etmişse, halkı kim eziyor, ezmişse, onu kim sömürmüş, sömürüyorsa, feodalite mi, burjuvazi mi... Halkın mutluluğunun önüne kim geçiyorsa ben sanatımla ve bütün hayatımla onun karşısındayım. [...] Ben etle kemik nasıl biribirinden ayrılmazsa, sanatımın halktan ayrılmamasını isterim. Bu çağda halktan kopmuş bir sanata inanmıyorum.»


Mekanın Cennet, toprağın bol olsun büyük usta... Işıklar içinde yat.
Doğum Tarihi: 06.03.1928
Ölüm Tarihi : 17 Nisan 2014
Ülke: Kolombiya


1928'de kuzey Kolombiya'da küçük bir şehir olan Aracataca'da doğdu. Márquez 12 yaşında kazandığı bir burs sonucu başkent Bogota'nın 30 km kuzeyindeki Zipaquirá şehrinde Compañía de Jesús 'da eğitim gördü.1946 yılında ebeveynlerinin isteği üzerine Universidad Nacional de Colombia 'da hukuk eğitimi almaya başladı. Márquez burada, daha sonra karısı olacak Mercedes Barcha Pardo ile tanıştı.


Hukuk eğitiminden sıkıldığından 1950 yılında okulu yarım bırakan Márquez, şiir ve edebiyatla igilenmeye başladı. Özellikle igilendiği eserler Ernest Hemingway, James Joyce, Virginia Woolf ve William Faulkner 'a ait olanlardı. Ama yazarın üzerinde en fazla etkiye sahip yazar Franz Kafka ve onun öyküsü "Dönüşüm" olmuştur..

1954 yılından sonra küçük öykü ve film senaryoları da yazdığı "El Espectador" gazatesinde çalışmaya başlamıştır. Gazatecilik mesleği onu Roma, Polonya, Macaristan, Paris, Karakas ve New York gibi yerlere sürüklemiştir.Bu arada da sürekli öykü ve senaryo yazmaya devam eden yazar 1967'de yazdığı "Yüzyıllık Yalnızlık" adlı romanı 10 milyon adetten fazla satınca yazarlığa başarılı bir geçiş yapmıştır.

Gabriel Marquez editörlerin ricası ile batmak üzere olan Cambio adlı dergiyi satın alarak kendisi de bu dergide haberci olarak çalışmaya başlamıştır. Dergiyi satın alışını "Nobel ödülü aldıktan sonra çok para isterim diye kimse beni işe almak istemiyordu. Neyse, dergi aldım da bu dertten kurtuldum." sözleri ile açıklamıştır.


"Büyülü gerçekçilik" akımının en önemli isimlerinden Marquez, 31 Mart'ta hastaneye kaldırılmıştı. Ünlü yazara aşırı su kaybının yanı sıra akciğer ve idrar yolları iltihabı teşhisi konulmuş, antibiyotik tedavisinin ardından taburcu edilmişti."

Marquez'in ailesine yakın kaynaklar, Marquez'in, Meksiko'daki evinde 87 yaşında hayata veda ettiğini açıkladı.


Yazarın 70. yaşgününü kutladığı 1997 yılı medya tarafından Gabriel Marquez yılı olarak ilan edilmiştir.

"Yüzyıllık Yalnızlık", "Kolera Günlerinde Aşk", "Kırmızı Pazartesi", "Albaya Mektup Yazan Kimse Yok", "Labirentteki General", "Aşk ve Öbür Cinler" ve "Bir Kayıp Denizci" gibi unutulmaz eserlere imza atan Marquez, 1982'de Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görüldü. Yaklaşık 30 yıldır Meksika'da yaşayan Marquez, yaşam öyküsünü anlattığı "Anlatmak için Yaşamak" adlı son eserini 2002'de yayımlamıştı."

Ve bir sözünde de şöyle diyordu Gabriel Garcia Marquez;

Aslında kötü insan yoktur hayatın hiçbir evresinde, her insan huzur verir; kimi geldiğinde, kimi gittiğinde.”

Aslında bu sözünün üzerine de söylenecek pek fazla bir şey bırakmıyor bizlere. 
Dünyanın neresinde olursa olsun tüm Gabriel Garcia Marquez sevenlerinin ve edebiyat dünyasının başı sağolsun...




Ünlü Tiyatro sanatçımız Nejat Uygur Vefat Etti..   

Türk tiyatrosunun duayenlerinden Nejat Uygur hayatını kaybetti. Uygur, 10 Eylül 2007'de beyin damarlarında oluşan bir tıkanıklık nedeniyle vücudunun sol tarafında kısmî felç geçirmişti. Nejat Uygur’un tedavi görmekte olduğu hastahanede hayatını kaybettiği bildirildi. 

Ülkemizin yetiştirdiği en değerli ve yeri doldurulamayacak sanatçılarından biriydi. Birçok oyununu canlı olarak izleme şansım olmasa bile tv’lerden onu izleyerek hem bizleri güldüren, gülerken düşündüren oyunlarıyla hayatımıza neşe ve renk kattı. Çok üzgünüm  :-(

Başta ailesi olmak üzere tüm sevenlerinin, sanat camiasının ve ülkemizin başı sağ olsun. 

Allah rahmet eylesin, nurlar içinde yatsın… Mekan-ı Cennet olsun L

Mehpare ÖĞÜT


Anısına - Saygıyla



İSTANBUL - Usta tiyatro oyuncusu Müşfik Kenter bugün saat 16. 30 sularında yaşamını yitirdi.

Kenter, bir süre önce akciğer kanseri ve buna bağlı gelişen akciğer enfeksiyonu nedeniyle tedavi altına alınmıştı.

Tedavi gördüğü hastaneden yapılan yazılı açıklamada Kenter'in solunum ve dolaşım yetersizliği nedeniyle hayatını kaybettiği belirtildi.

Müşfik Kenter için Cuma günü saat 10.00’da Kenter Tiyatrosu’nda tören yapılacak. Törenin ardından, Teşvikiye Camii'nde öğle namazına müteakip, Kilyos Mezarlığına defnedilecek.

SAHNEDE BİR HAYAT:

1932 yılında İstanbul'da dünyaya gelen Müşfik Kenter, 1947'de Ankara Devlet Tiyatrosu Çocuk bölümünde tiyatroya başladı. Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü'nde eğitim gördü; okulu 1955 yılında yüksek derece ile bitirdi ve devlet tiyatrosuna girdi. Sanat yaşamı, devlet tiyatrosunda oynadığı Oğuz Ata oyunu ile başladı.

Kenter, 1959 yılında Devlet Tiyatrosu'ndan ayrıldı ve İstanbul'a giderek kardeşi Yıldız Kenter ile beraber Muhsin Ertuğrul ile çalıştı. Birlikte Küçük Sahne'de oyunlar sergilediler. Şükran Güngör ve Kamuran Yüce ile bu dönemde biraraya geldiler ve dörtlü olarak birlikte uzun yıllar tiyatro yaptılar.

Kenter Tiyatrosu
1960-1961 yılları arasında Site Tiyatrosu'nu kurdular. 1962'de adını Kent Oyuncuları olarak değiştirdiler. İki kardeş ve Şükran Güngör, 1968'de İstanbul'da Kenter Tiyatrosu'nun binasının inşaatını tamamladılar.

İngiliz Kültür Heyeti ve Rockefeller'den burslar alarak Amerika ve İngiltere'de tiyatro araştırmaları yapan ve incelemelerde bulunan Kenter, İngiltere, Amerika, Fransa, Almanya, Yugoslavya, Kıbrıs gibi bir çok ülkede oyunlar sergiledi.

Kenter, 'Buzlar Çekilmeden', 'Arzu Tramvayı', 'Hamlet' gibi oyunlardaki rolleriyle sahnede kusursuz performanslar sergiledi.

Murathan Mungan'ın Orhan Veli şiirlerinden düzenlediği Bir Garip Orhan Veli isimli tiyatro oyunu 25 sene sergilendi.

Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı`ndan emekli olduktan sonra, Haliç Üniversitesi Konservatuvarı Tiyatro Bölümü Başkanlığı'nı ve Bakırköy Belediyesi Şehir Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmenliği görevlerinde bulundu.

Unutulmaz filmler
Sanatçı, tiyatro oyunculuğunun yanı sıra sinema oyunculuğu da yaptı. Sevmek Zamanı, Üç Arkadaş, Seni Kalbime Gömdüm gibi unutulmaz filmlerde rol aldı. Kenter, 1966 yılında Antalya Film Festivali'nde, 'Bozuk Düzen' filmiyle 'En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu' ödülünü kazandı.

Dişi Kurt (1960)
Sessiz Harp (1961)
Dişi Örümcek (1964)
Murtaza (1965)
Şetanın Kurbanları (1965)
Sevmek Zamanı (1965)
Bozuk Düzen (1966)
O Kadın (1966)
Üç Arkadaş (1971)
Seni Kalbime Gömdüm (1982)
Hayallerim Aşkım ve Sen (1987)
Rumuz Goncagül (1987)
Piano Piano Bacaksız (1990) (sesiyle)
Lebewohl, Fremde (1991)
Moon Time (1994)
Dar Alanda Kısa Paslasmalar (2000)

Usta tiyatrocu, yerli, yabancı TV filmlerinde, belgesel ve reklamlarda seslendirme yaptı. En unutulmazlarından biri de 'Alf'teki seslendirmesiydi.

Kaynak : http://www.ntvmsnbc.com/id/25374608


( 01.11.1926 / 01.07.2010)
Canım Babam, Kuzum, Biriciğim,,,

Seni öyle özlüyorum ki ve korkuyorum bu özlem gitgide daha fazla koymaya başlayacak bana.
Sadece bana mı ! ?
Elbette hayır; anneme ve kardeşime de…
Sensizliğe alışmak çok zor olacak bizim için biliyorum, ama yaşamaya çalışacağız ve nasıl
olacak bilmiyorum ama idare edeceğiz bir şekilde…



Hani sen hastalığının daha ilk zamanlarında demiştin ya bize,
“Üçünüzü nasıl bırakıp da gideceğim ben” diye.
Ama bak bırakıp gittin bizi ve biliyorum ki bu senin isteğin dışında bir gidiş oldu. Durdurmak elinde değildi, Allah’ın emriydi, kadere boyun eğmek vardı bir kere.
Çünkü ecel gelmişti kapına ve tüm bahaneler boşunaydı.

Canım Babam,
Seni ne kadar çok sevmişiz ve sana ne kadar bağlıymışız da farkında değilmişiz meğerse…
İnsan sevdiğini ya hastalandığında ya da kaybettiğinde anlıyor.
Aslında zaman o kadar hızlı geçiyor ve biz o kadar şeyi farkında olmadan kaçırıyoruz ki, sevdiklerimizle birlikte olduğumuz günlerin kıymetini bilmiyoruz ve bir türlü anlamak istemiyoruz; gün gelip de geçip giden o günleri bir gün arayabileceğimiz gerçeğini…

Ah Babam ! ,
Hastalandığın o ilk günü hiç unutamıyorum ve gözlerimden gitmeyecek bir ömür boyu..
Seni apar topar hastaneye kaldırıp da götürdüğümüzde demişti ki doktor ;
“Eğer bir gün daha geç kalmış olsaydınız, her şey bitmişti”…
O an sanki beynimizden kaynar sular dökülmüştü.
Bir gün daha geç kalsaydık eğer sen çok daha önceleri terk etmiş olacaktın bizi. Ama neyse ki öyle olmamıştı. Aylar süren tedaviler ve geçirdiğin ameliyatlar sonucunda yine bizimleydin
ancak eskisi gibi değildin. İlk başlarda azar azar olsa da yiyor ve içebiliyordun bir şeyler. Ya sonrası… Artık midene inen bir hortum sayesinde ve aslına bakarsan ağzına bile koymayacağın mamalar sayesinde besleniyordun. Canın bir şeyler istiyor mu diye sorduğumuzda ise, “hayır, ben tokum” diyordun. Demek ki seni doyuruyordu gerçekten de bu mamalar ama senin eskisi gibi sevdiğin şeylerden mahrum kalman çok üzüyordu bizi. Yine de şükrettik bizi Yaratana. Hastalığının başından beri asla isyan etmedik ve mutlaka Rabbimizin bir bildiği vardır dedik hep. Belki Yaratan bizi denemek istemişti. Bakalım babaları hasta olursa bakacaklar mı diye ya da isyan edecekler mi durumlarına diye.. Asla isyan etmedik ne annem, ne kardeşim ve ne de ben…
Doktorlardan birisi altı ay yaşar en fazla dediğinde ise sanki bunun bir şaka olduğunu düşünmüştüm ilk önce. Boğazımda bir şeylerin düğümlendiğini ve yutkunamadığımı, ağlamamak için ellerimi nasıl sıktığımı ve kendimi zorladığımı anlatamam. Ve ben hiçbir şekilde inanmak istemedim senin ancak altı ay yaşayabileceğin gerçeğine. Çünkü doktor dahi olsa kimse bilemezdi bir insanın ne kadar ömrü olduğunu. Hasta kanser olmuş olsa bile…
Ve aylar ayları kovaladı adeta. Yine birlikteydik. Artık sen eskisi gibi yürüyemiyordun, aslında biraz da tembelliktendi kendini yatağa mahkum etmen. Bazen birkaç gece uyuyamadığın, sersemlediğin ve bunun neticesinde halusülasyonlar gördüğün bile oluyordu ama, olsun varsındı, sen yanımızdaydın ya, yeterdi bize…
Eskisi gibi tuvalete bile gidemiyordun ve ne yazık ki bez takmak zorunda kalmıştık. Ama hiç gocunmuyorduk. Her ne kadar sen ilk başlarda utanıp sıkılsan da, kendimize bir görevden ziyade oyun haline getirmiştik bu işi de. Seni eğlendirmek adına ve yüzünde biraz olsun tebessüm yaratmak adına.
Her şey senin içindi ve yaptığım tüm şaklabanlıklar aslında seni rahatlatmak adınaydı baba.
Eğer seni bir nebze olsun mutlu edebildiysem ve senin için iyi bir evlat olabildiysem ne mutlu bana.

Ve kaçınılmaz son hiç beklemediğimiz bir anda yakalayıverdi bizi.
Bir gün öncesi hastaneye getirmiştik seni kontrol ettirmek adına. Yorulmuştun haliyle. Ertesi gün ise sabah işe gitmek için çıkarken cin gibi açıktı gözlerin ve uyandın mı diye sordum sana. Ben işe gidiyorum akşama görüşürüz dedim ve öptüm iki yanacağından içime de çekerekten kokunu da…Nerden bilebilirdim ki bu öpmenin son öpüşüm oluşunu..
Gerçi onbeş gün öncesinden öyle farklı öpmeye başlamıştım ki seni doyamıyordum adeta. Hatta sen hep kızıyordun bana “çarık eskine döndü yüzüm” diye. Ama biliyordum ki seni ne kadar sevdiğimi / sevdiğimizi çok iyi biliyordun ve bunun son derece de farkındaydın da.
Kardeşimi öperken ben geriden baktığımda yine muziplik yapıp sırf seni güldürmek adına, annem sorardı Mehpare’yi sevmiyor musun diye ve yine sen her defasında aynı şeyi tekrarlardın bize ;

Gözlerini yukarı kaldırıp ve başını iki yana sallayıp “Onu Allah bilir” diye…

Sadece Allah değil biz de biliyorduk baba senin bizi ne kadar sevdiğini ve bizim üzerimize ne kadar titrediğini. Öyle olmasaydı acaba biz de sevebilir miydik bu derece seni.

Ve akşam iş dönüşü annem “babanın durumunu hiç beğenmiyorum, sabahtan beri gözünü hiç açmadı “dediğinde;

“Aman anne, uyuyor ne yapsın, uyuyamadığı günlere say” demiştim de bilemedim senin son anlarını yaşadığını. Hemen 112 yi arayıp kısa sürede geldiler. Bir battaniyeye koyup oturttular sedyeye. O an yüzün o kadar güzeldi ve o kadar aydınlıktı ki babam , görseydin eğer o halini sen bile şaşardın kedine. Hemen ambulansa koydular. Ama ambulans bir türlü kalkmak bilmiyordu. Beş dakika geçmişti ve ben daha fazla dayanamayıp açtım kapısını. Annem yoktu yanında meğerse ön tarafa almışlar onu. Doktora sordum “ ne var ?, ne oldu ? “diye .
Doktorlar kalbinin durduğunu söyledikleri an dünya başıma yıkıldı adeta. İşte aylardır kaçtığımız gerçek gelmişti başımıza..Doktorlar iğne yaptılar damarından ve atmaya başlamış olacak ki kalbin kontrollü bir şekilde gidelim en yakın hastaneye dediler. En yakın hastaneye giderken ve biz ağlarken karıştı ambulansın sesi hıçkırıklar arasına…
Hemen acil servise aldılar.. Seni bir odaya koydular. Ağzında hortumlar, başında monitör cihazı eşliğinde masaj yapmaya başladılar. Bir ara öksürdüğünü duydum ve “Oh “ Yarabbim sana şükürler olsun, babam döndü geriye” dedim ama bu sevincim kısa sürdü ne yazık ki. Yarım saat kırkbeş dakikalık tüm uğraşlara rağmen kurtaramadılar seni…
Anneme ben veremedim haberi. Eniştem söylemek zorunda kaldı ne yazık ki. Sonra senin yanına aldılar bizi. Çeneni beyaz bir bezle bağlamışlar ve seni beyaz kumaşlar içine sokmuşlardı. Sana ait olan eşyaları ise siyah bir çöp poşetinde yanımıza bırakmışlardı.
İşte sevgili babacığım bu seni son görüşümüzdü. Ağlamalar ve sızlanmalar içerisinde vedalaştık seninle. Artık yoktun ve bundan sonra da olmayacaktın bizimle. Her şey bitmişti sanki bizim için. Dünya bile durmuştu o an. Seni hastanenin morguna alıp bizde geldik senin olmadığın evimize. Duyanlar gelmeye başladılar birer ikişer ve onlarda eşlik ettiler acımıza. Herkes iyi şeyler söylüyordu seninle ilgili ve biz de dualar ediyorduk senin ardından. Sonrası, sonrası ise senin istediğin gibi memleketimize götürüp anneannem ile dedemin yanına defnettik seni. Artık senin evin orasıydı. Seni nasıl bırakıp geldik hala anlamıyorum ama sanırım Rabbim dayanma gücü veriyor biz kullarına. Her şey bizim için değil mi nasıl olsa.
Tıpkı doğum gibi ölümde yaşamımızın bir gerçeği ve en çok ne için seviniyorum biliyor musun baba. Duyduğum bir sürü şeylere rağmen senin hiç acı çekmemene. Yoksa dayanabilir miydik senin acı çekmene. Sen acılar içinde kıvranırken biz nasıl dayanabilirdik senin gözlerimizin önünde eriyip gitmene. Şükürler olsun ki Rabbime, çektirmedi sana. Her ne kadar biz sonuna kadar bakmaya razıysak da Yaratan’ın isteğine karşı gelmemiz mümkün değildi biliyordum / biliyorduk.

Ve kuş olup uçtun başka alemlere…
Bundan sonra ki yaşantımızda fiziken olmasan bile ruhen yanımızda olacağının bilincinde, her anımızı sen varmışçasına yaşayacağız ve seni anarak geçireceğiz günlerimizi bundan sonra.
Ve yine biliyoruz ki; yanımızda olmasan bile yukarılarda bir yerlerden seyrediyor olacaksın bizi ve hatta üzüldüğümüzde sen de üzülecek, sevindiğimizde sen de mutlu olacaksın gittiğin yerde.

Artık ne diyebilirim canım babacığım…
Sana dua etmekten başka bir şey gelmez elimizden. Senin için bol bol dua edeceğim. Allah utandırmasın seni gittin yerde. Mekanın cennet, kabrin nur ile dolsun.

Ve şunu sakın ola ki unutma !

Biz seni öyle çok sevdik ki, asla unutmayacağız ölünceye dek.
Sen hep kalbimizde, aramızda, belki de yanı başımızda olacaksın biz göremesek bile ve belki bir gece rüyamıza gelerek hasret gidereceğiz seninle.
Ama hep bizimle olacaksın, olmaya devam edeceğiz kavuşacağımız güne dek…

SENİ ÇOK AMA ÇOK SEVİYORUM BABA…


Mehp@re


BİZLERDEN BİRİ VE "HAYATA DAİR NE VARSA" BLOĞUNUN SAHİBİ,
SEVGİLİ VE ÇOK DEĞERLİ ARKADAŞIM BORA DURMUŞ,,,

26 HAZİRAN GÜNÜ SEVGİLİ ANNESİNİ KAYBETMİŞ OLUP,
27 HAZİRAN GÜNÜ DEFNEDİLMİŞTİR...

KENDİSİNE VE DEĞERLİ AİLESİNE BAŞSAĞLIĞI,
MERHUMEYEDE TANRI'DAN RAHMET DİLİYORUM...


MEKAN-I CENNET, RUHU ŞAD VE TOPRAĞI BOL OLSUN....

SAYGILARIMLA,,,,

MEHPARE ÖĞÜT