YAŞAM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YAŞAM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Her şeyi düzeltebilirmişiz gibi geliyor değil mi? Bütün küslükleri bir gün bitirebilir, bütün gönülleri şak diye alabilir, bütün ertelenmiş dostlukları bir gün ''hadi'' deyip gerçekleştirebiliriz sanıyoruz değil mi? Nasılsa daha zaman var. Nasılsa daha bir ömür yaşayacağız. Nasılsa dünya küçük...
Nasılsa bir yerde karşılaşırız. Oluru varsa tesadüfler yaratır zaten öyle değil mi? Nedir ki acelemiz? Derken...
Ölüm giriverir araya. Bütün planları bozar. Barışmadan, dost olmadan gidiverir o... Baka kalırsın. Elinde bir sürü kelime. Bir dakika dersin. Benim daha sahnem bile gelmedi, nereye?... Kalp kırdıysan bir özür bile dilemediğine yanarsın, kalbin kırıksa bir sitem edemediğine... Öyle kalırsın. ''Neden daha önce gidemedim ona da şu gönlümü al da dost olalım artık demedim'' dersin. Birden fark edersin ki, meğer o kadar zamanımız yokmuş. Meğer bir ömür daha yaşayamayacakmışız. Meğer yolun sonuna gelmişiz...
Ertelemek.. Ah ne feci bir şey. Bu gün değil yarın.. Yarın değil öbür gün... Bu ay değil öbür ay... Sonraki bayram... Belki seneye... Doğru değilmiş. Yapmamak gerekirmiş... Bu gün bir kez daha öğrendim ki, biriyle dost olmak istiyorsan hemen olman gerekiyormuş... Acele etmek gerekiyormuş. Hiç vakit kaybetmemek gerekiyormuş...
Kalbini kıran özür dilemiyorsa dilemesin. Sen istiyorsan dostluğun devam etmesini, o zaman git ona... Konuş onunla... Zaman hızla akıp gidiyor. Bir geri sayım var. Kalan zamanı bizim görmediğimiz bir geri sayım... Tık tık akıyor zaman...
Çok fazla işimize kaptırıyoruz kendimizi. Çok fazla kendimize kaptırıyoruz kendimizi. Çok fazla elimizdeki mutluluklara kaptırıyoruz kendimizi. Çok fazla endişemiz, korkumuz var. Çok fazla gururumuzun esiriyiz. Çok fazla gurur etrafında dönüyoruz. Çok fazla ''asla'' larımız, çok fazla ''hiç'' lerimiz ve çok fazla ''katiyen'' lerimiz var. Çok fazla tükürdüğümüzü yalayalım mı, yalamayalım mı hesabı yapıyoruz...
Çok fazla vazgeçiyoruz. Çok fazla düşünce okumaya çalışıyoruz. Çok fazla okuyamadığımız düşüncelerin yerine kuruntu kuruyoruz. Çok fazla sinirleniyor, çok fazla kin bağlıyoruz... Çok çok çok fazla. Her şeyden çok fazlamız var. Safrayı o kadar basmışız ki gemi hiç hareket etmiyor artık. Gidemiyor. Duruyor öyle orta yerde. Yalan hepsi yalan bunların.

Ölüm var işte..
O yüzden...
Acele etmeli...
Ölüm var..
Yakında veya uzakta...
Ama var işte..



Alıntı





Jack Kerouac &Allen Ginsberg by Siegfried Woldhek iddialara göre bu liste, Allen Ginsberg’in, ikonlaşan şiiri “Howl”ı yazmadan bir sene önce, North Beach’te kaldığı otel odasının duvarında yazılıymış. Ginsberg,  ismini Kerouac’tan aldığı “Howl ve Diğer Şiirler”in  ithafında Kerouac’ın etkisini itiraf etmiş.

Charles Eames’in dediği gibi: 

“Herkes kendisinden önce gelip kendisini etkileyen kişileri itiraf edecek kadar gerçekçi olmalıdır.”

Sabahları her günü önemli bir günmüş gibi düşün.
Her şeye açık ol ve her şeyi dinle.
Hayatınla barışık ol.
Evinin dışında sarhoş olmamaya çalış.
Hissettiklerini özgür bırak, kendi biçimini bulacaktır.
Karalama defterleri ve özensizce yazılan daktilo sayfaları sevinç kaynağın olsun.
Zihninin derinlerindeki sonsuzluktan ne istiyorsan onu yaz.
Ne kadar inebiliyorsan, o kadar derine in.
Edebi, gramatik ve sentaktik kısıtlamalara takılma.
Proust gibi, zamanın eski bir kullanıcısı ol.
Anımsayarak ve şaşırarak yaz.
Dikkatli bir gözle çalış, dil denizinde yüz.
Tecrübenin, dilin, bilginin yüceliğinde utanma ve korku yoktur.
Umutsuz, zalim, yalnız karakterleri öv.
Merakın merkezi, gözün içindeki gözdür.
Kabullenmek daima kaybettirir.
Durduğun zaman kelimeleri düşünme fakat resmi daha iyi görmeye çalış.
Dünya okusun diye yaz ve resmin bütününü gör.

Kaynak: brain pickings







 




Herkes biliyor ki: Herkes için her şey olamazsın Her şeyi bir anda yapamazsın. Her şeyi mükemmel yapamazsın. Her şeyi herkesten iyi yapamazsın. Sen de herkes gibi bir insansın. Öyleyse: En azından, birisi için önemli bir şey ol. Bir anda sadece bir şey yap. Bir şeyleri hep eksik bırakacağını hatırla. Bir şeyi herkesten iyi yapmaya bak. Böylece hiç kimsenin senin gibi olamadığını gör. Herkesin herkes gibi olmaya çalıştığı yerde, sen sen ol, böylece herkesten daha iyi ol.

Kendini kendinden çıkar
Yaşın kaç ise, bir o kadar rakamı yaşından çıkar ki geriye sıfır kalsın. Hayata başladığın güne git. Doğduğun gün ağzından çıkan ilk çığlığı hatırla. Şu anda yaşadığın şehirde bir günde yüzlerce, binlerce bebek doğuyor. Hepsi de bir çığlıkla karışıyorlar hayata. Seni en çok sevenler bile seni sen varolduğun için sevdi. Şimdi sen, seni sen yokken bile seven birini düşünmek istemez misin? Seni sen var olduğun içen sevenleri hatırladığın kadar, seni sevdiği için var edeni hatırlamak istemez misin?

Kendini kendinle çarp
Bu sabah aynaya bir bak. Bakalım kimi göreceksin. Elbette yeryüzündeki bütün insanlara benzeyen bir insan yüzü. Kaşları, gözleri, yüzü, burnu, kulakları, saçları ile sen de herkes gibi bir insansın. Ama aynada herhangi bir insanı görüyor değilsin. Kendini görüyorsun. Tümüyle sana özel, sadece senin için yaratılmış bir yüz görüyorsun. Yani senin yüzün gibi başka bir yüz yok. Onun için yüzüne bakanlar seni, sadece seni görüyorlar. Seni tanıyanlar yüzünden tanır, sevenler yüzünü sever. Herkese benzeyen birini değil. Bütün zamanlarda, senin yüzün gibi bir yüz olmadı, senin yüzün gibi bir yüz olmayacak.

Kendini kendine böl
Etrafına bir bak. Ne kadar çok insan ne kadar çok şey peşinde koşuyor. Çok para, çok mal, çok yer, çok iş, çok yemek, çok araba, çok tatil, çok çok...Ne kadar telaşla yaşıyorlar. Herkesin çok acelesi var, çok telaş içindeler, çok koşturuyorlar, hep bir yerlere yetişmek istiyorlar. Durup kalsalar kaybedecekler sanki.. Koşturmasalar ellerindekileri düşürecekler gibi. Nefes alıp verebildiğin için, güneşe çıplak gözle bakabildiğin için, rüzgârı hissedebildiğin için mühimsin. Yaratıldığın için önemlisin. Kendini kendine bölersen, eline tam tamına bir 1 geçecek. Ne yarımsın, ne eksiksin, ne de kimselerin seni tamamlamasına ihtiyacın var. Sen mühimsin.

Alıntı






Karımı 1998'in sonbaharında kaybettim...

Yedi senelik evliliğimizin iki senesini kanser tedavisi için hastanelerde geçirmiştik.
Karım, her evlilik yıl dönümümüz de ikimizin fotoğrafını çerçeveler, ‘‘Bunlar bizim hayatımızın gölgeleri’’ derdi.
Öldüğünde, yedi tane resmimiz vardı.

97'in bir gecesinde onu aldattım.

Oysa, ona sürekli onu ne kadar çok sevdiğimi ve sonsuza kadar sadık kalacağımı söylerdim.

Ölmeden iki hafta önce yine aynı şeyi tekrarladım.

Tuhaf bir gülümsemeyle baktı bana ve sadece:

- Biliyorum dedi.

***

İzmir'e kar yağdığı gün, yani bir ay önce, evdeydim.

Fotoğraflarımıza bakıyordum yine.

Her çerçevenin altında bir harf olduğunu ilk kez o gün fark ettim.

A.

R.

K.

A.

S.

I.

N.

Gerisi için yılları yetmemişti.

Ama sanırım ‘‘Arkasına bak’’ filan yazmaya niyetlenmişti.

Hemen çerçevelerin arkasına baktım.

Hiçbir şey yoktu.

Sonra bir şey dürttü beni, hepsini teker teker söktüm.

***

İnanabiliyor musunuz, her birinin arkasından bir mektup çıktı!

Geçirdiğimiz her sene için sevgi dolu sözler yazmıştı.

1997'deki resmimizin içinden çıkan zarf ise simsiyahtı.

Ve içinden şu sözler çıktı:

‘‘14 Mart 1997/ Gözlerin bana başka birine dokunmuş gibi baktı/ Söylemene gerek yok, biliyorum...’’

***

2002'deyiz.

Onu kaybedeli 4, aldatalı 5 yıl oluyor.

İçim acıyor şimdi.

Çünkü kadınlar biliyor, hissediyor...




Alıntı…



Nefesinizin ve sağlığınızın değerini bilin..
Heyecanınızı ve içinizdeki çocuğu yitirmeyin..
Doğayla bütünleşin.. …
Sevginizi esirgemeyin ..
ve içinizde tutmayın sık sık paylaşın..
Sıkı sıkı sarılın ki sevginiz çoğalsın..
Sağlıklı beslenin..Ama arada çikolatayı unutmayın..
Yaşamınızdaki tüm güzellikler için şükran duyun..
Asla pişmanlık duymayın..
Affedici olun ki yüklerinizden kurtulun..
Eskiyi atın yeniye yer açın..
Geçmişin acıları ve geleceğin kaygısı yerine anı yaşamaya çalışın..
Bol bol gülümseyin..
Egzersiz yapın ,bedeninize iyi bakın..
Mümkünse sevdiğiniz işi yapın..
Hobiler edenin..Resim,müzik .dans..sizi ne mutlu ediyorsa..
Yaşamı ertelemeyin ve sevdiklerinize zaman ayırın..


Alıntı














Sorunu olmayan insan yoktur…Önemli olan sorunları çözmek için yeterli morale sahip olup olmadığımızdır…İncir çekirdeğini doldurmayacak sorun ya da sorunların altında kalan bir kişiyle, devasa ölçülerdeki sorun ya da sorunları çözen bir kişi, yaşama tutunma ve yaşamı özümseme konusunda ne kadar farklıdır?..Ezilen, morali bozuk, sorunlara olumsuz bakan, hep kahreden kişi, kendini çok mutsuz hisseder…Sorunları çözen, çıkabilecek sorunları da kabullenerek hemen çözüm için kolları sıvayan, güçlü, iradeli bir kişi de kendini çok mutlu hisseder…Moralli olmak, çözüm için ön şarttır…

Eğer, sabah kalktığınızda sabah serinliği ve yeni yeni çevreyi ısıtmaya başlayan güneş, kuş sesleri, açık pencereden içeriye giren tertemiz hava sizi mutlandırmıyorsa, tersine güne homurdanarak, canı sıkkın hatta evde kim varsa onlara bağırıp çağırarak başlıyorsanız, sorunun küçük ya da büyük olmasının ne önemi var…Yaşama bakış açınızla baştan kaybetmiş oluyorsunuz zaten!..Nereye bakarsanız bakınız, artık her şey olumsuz görünecektir gözünüze…Hiç unutmuyorum, yıllar önce çıktığımız bir Karadeniz gezisinde, mendebur, her şeye olumsuz bakan orta yaşlı bir adam:”Canım ne var ki bu Karadeniz’de anlamıyorum, çalı çırpı, ağaç dalı, taş, toprak vb. demişti…İnanamamıştım duyduklarıma…Oysa biz eşimle çocuklar gibi şendik…Yeşilin her tonunu görmüş, tertemiz havayı solumuş, yaylalara, koyuna, keçiye, üzerine çiğ düşmüş çiçeğe hayran kalmıştık… O halde nereye baktığınızın hiçbir önemi yok, önemli olan o baktığınız yere nasıl baktığınızdır, öyle değil mi?..

Bazı kişiler, karşılaştıkları sorunu çözmek için gayret sarf etmek yerine, içki ile kendilerini uyuşturma davranış biçimini seçerler…Elbette çok yanlış bir seçim olur bu!..Nitekim, herkes gibi ben de onların bu davranışını, her zaman çok yadırgamış ve eleştirmişimdir…Sabahleyin kalktıklarında mevcut sorun, karşılarına dikilmeyecek midir?..Üstelik, kendilerine olan güveni de zedeleyecekleri için sorun daha da büyüyecek ve çözülemez, içinden çıkılamaz bir hale gelecektir…Ailelerinin üzüntüsü de buna eklenecek sorun daha da dramatik bir hal alacaktır…Bir arkadaşım, sırf bu nedenle büyüyen sorunlarıyla baş edememiş ve yanlış üstüne yanlış yaparak, mevcut sorunlarına bir de sağlık sorununu eklemiştir…Çözülebilecek sorunlarına zamanında müdahale edememenin sonuçları çok acı olmuştur onun için…

Huzurlu bir ortam, moral için ön koşuldur…Sorunlarımızın, huzurumuzu bozmayacak bir şekilde çözülmesi gerekir…Paniklemeden sorunu değerlendirmek, çözüm için önlemler planlamak, ailenin desteğini almak, kararlılıkla çözüm önerilerini uygulamak ve moralimizi yüksek tutmak, beklenen ve istenen bir davranış biçimi olacaktır…Bunu başarmalıyız…Sorunların altında ezilmemeliyiz…Kuşkusuz, sorunlar çoğunlukla çözülebilir niteliktedir…Önemli olan, bizim sorunlara bakış açımızın doğruluğu ve uygulama sırasındaki dayanıklılığımızdır…

Kimimiz bir şarkı dinlediğimizde, kimimiz doğa ile baş başa kaldığımızda ya da bir geziye çıktığımızda, kimimiz herhangi bir eğlencede, kimimiz televizyonda bir dizi, tiyatroda bir oyun, sinemada bir film, stadyumda bir maç izlediğimizde, kimimiz hobilerimizle uğraştığımızda moral depolarız…O nedenle, bize moral veren her ne ise ondan vazgeçmemiz gerekir..,Bu karşılaşacağımız sorunların çözümü için hayati önem taşımaktadır…

Her şeyi sorun eden pinpirikli insanlar da vardır…Onların işi gerçekten zor…Ne yapsanız faydasız…O kendini huzursuz edecek bir şey mutlaka bulur…Gergin yüz hatları, sert bakışları ile hemen kendilerini belli ederler…Ne zor bir durum…Her zaman moralsiz olmak, güler yüzü kaybetmek, sadece kendine değil etrafına da sıkıntı verir…Bağırıp çağıran bu insanlar, bu davranışlarının da hatalı olduğunu kabul etmezler…Üzülürüm onlar adına da aileleri adına da…

“Bir insan kendini adadığında ilahi taktir de o yönde hareket edecektir… Tüm olaylar diğer bir olayı desteklemek işin oluşur ve aksi taktirde hiçbir zaman ortaya çıkmaz… Bir akarsu boyunca oluşan tüm olaylar, sadece bir karardan doğar… Hiçbir insanın hayal edemeyeceği tüm umulmadık durumlar oluşumlar ve maddi destek bu şekilde elde edilebilir… Elinizden geleni ve hayal edebileceğiniz her şeyi yapmaya hemen başlayın… Cesaret; deha, güç ve büyüyü de içinde saklar… Şimdi başlayın…” diyor, Goethe…Moral için de bire bir bu sözler…

Moralimizi hiç bozmayalım!..Bozulmasına da izin vermeyelim…Sorunlar her zaman olacak ve biz bu sorunları çözmek için hep çaba sarf edeceğiz…Yeter ki yılgınlığa kapılmayalım!..

Asım ERDOĞAN






“Her sevginin başlangıcı ve süreci, o sevginin bitişinin getireceği boşluk ve yalnızlık ile dolu. Belirsizlikler arasında belirlemeye çalıştığımız yaşam gibi. Sevgi isteği, kendi kendine yaşamı kanıtlama isteği kadar büyük. Belki kendilerine yaşamı kanıtlamaya gerek duymayan insanlar, sevgileri de derinliğine duymadan, acıya dönüştürmeden yaşayıp gidiyorlar. Ya da sevgiyi sevgi, beraberliği beraberlik, ayrılığı ayrılık, yaşamı yaşam, ölümü ölüm olarak yaşıyorlar. Oysa yaşam ölümle, ölüm yaşamla tanımlı. Ama sen. Senin için her beraberlik ayrılış, her ayrılış beraberlik, sevgi sevgisizlik, duyum duyumsuzluğun başladığı an. Birisinin teniyle yan yana olmak, kendi varoluşumu unutmak mı. Ya da daha derin algılamak mı. Kendi varoluşum. Her varoluş kendisiyle birlikte ölümü getirmiyor mu.”

― Tezer Özlü, Yaşamın Ucuna Yolculuk 






Bir gün Yenimahalle’deki evimizin kapısı çaldı…1970’li yıllarda gerçekleşti bu olay…Kapı açıldığında bir adam ve yanında da bir bayan nazikçe eğilerek selamladılar annemi…Bayan, çatı katını tuttuklarını, yanındakinin erkek kardeşi olduğunu, Maraş’ta evlendikten sonra gelin kızla birlikte Ankara’ya geleceklerini ve bu evde oturacaklarını, söyledi…Evde temizlik yapabilmek için, süpürge ve biraz da temizlik malzemesi rica etti…Annem, hayırlı olsun diyerek, onlara hemen istedikleri malzemeleri verdi…Kimdi acaba gelin kız?..Doğrusu hem heyecanlanmış hem de çok merak etmiştik…Çünkü, çatı katı berbat bir yerdi…O bildiğimiz muhteşem manzarası olan teraslı, şirin, kullanışlı çatı katlarına hiç benzemiyordu…Küçücüktü, çatı altına kaçak olarak yapılmış, aydınlatması bile olmayan derme çatma bir yerdi…İki küçük odaya ve mutfağa, ancak başınızı eğerek girebiliyordunuz…Mutfak ise bir girintiye iliştirilivermişti…Banyoya ancak bir kişi girebilirdi…Bir gelin böyle bir eve nasıl getirilirdi, anlayamadık…Samimi olarak belirtmem gerekirse, hakkında hiçbir şey bilmediğimiz bu sözü edilen gelin kıza acıdık…Sonraki günler hep onu beklemekle geçti…

10-15 gün sonra o beklediğimiz gelin kız geldi ve hemen evine girdi…Evi nasıl bulmuştu acaba?..Şok olmuş muydu?..Gerçekten çok merak ediyorduk…İki gün hiç görmedik onu…Üçüncü gün sabahleyin, ben okulda iken kapıyı çalmış ve anneme merhaba demiş gelin kızımız…Adının Müzeyyen olduğunu, komşularla tanışmayı arzu ettiğini de ilave etmiş…Sonraki günlerde hepimiz tanıdık Müzeyyen Ablayı!..Tertemiz yüreği, sıcak kanlı davranışıyla öyle beğendik ki onu…O berbat çatı katı, kısa zamanda sevginin fokur fokur kaynadığı bir yer haline geldi…Artık, mekanlar değildi bizi birbirimize bağlayan, sevgiydi, katıksız, saf, temiz sevgi…Çatı katının berbatlığı umurumuzda bile değildi…Hem Müzeyyen Abla, çeyizleriyle salonu öyle güzel süslemişti ki, mutfak, raflara konulan işlemeli örtülerle öyle şirinleşmişti ki…Tanınmaz hale geldi o berbat çatı katı…

Müzeyyen Abla’nın iki yıl bebeği olmadı; ama üçüncü yılda çok arzuladığı erkek bebeği dünyaya geldi…Bir terslik vardı, bebeğin ayakları çarpıktı, içe doğru kıvrıktı…Herkesin morali bozuldu bebeği görünce…Sakat bir bebek mi dünyaya gelmişti?..Bu kadar bekledikten sonra Müzeyyen Abla’nın başına bu da mı gelecekti?..Kaygılıydık…O da ne!..Bir tek Müzeyyen Abla kaygılı değildi…”Hayır!” diye haykırıyordu…”Hayır, ben bebeğimi tedavi ettireceğim, onu yürüyebilir koşabilir hale getireceğim!..Göreceksiniz, başaracağım bunu!..”Sonraki günlerde, Müzeyyen Abla’yı kucağında bebeğiyle hastanelere gidip geldiğini gördük…Bebeğin bacakları alçılanıyor, o da hiç moralini bozmadan tedaviye devam ediyordu…Gururla izliyorduk onun bu mücadelesini…Yüreğim alkışlıyordu Müzeyyen Abla’yı…Gözlerimde yaşlarla birlikte…İnanır mısınız yıllar içinde başardı Müzeyyen Abla ve oğlu Umut, sağlıklı bir çocuk haline geldi…Annenin fedakârlığının, azminin bir zaferiydi bu…

Hiçbir konuda yardımcı olmadı Müzeyyen Abla’nın eşi…İyi bir insandı; ama sorumluluklarını yerine getirmede yetersizdi…Evin geçimini sağlayan da yine Müzeyyen Abla oldu…Mahallenin bayan terzisiydi artık o…Güzel dikişleriyle herkesin dikkatini çekmiş ve bir merkez haline dönüştürmüştü çatı katındaki evini…Bütün kazandığını çok sevdiği Umut’u için harcıyor, onun okul masraflarını karşılıyordu…Sıcacık ilgisiyle Umut da mükemmel yetişiyordu…Bir parlak anne-oğul öyküsüydü onların yaşadıkları…Anne, onun için kazanıyor, onun için harcıyor; Umut da karşılığını veriyor, annesini hiç üzmüyordu…Her zaman hayırlı bir evlat oldu Umut!..Ben bu ilişkiyi memnuniyetle izliyor, her ikisini de çok taktir ediyordum…

Yıllar yılları kovaladı ve Umut, genç bir delikanlı oldu…Artık o bir mağazanın müdürlüğünü yapıyor, efendiliğiyle herkesin dikkatini çekiyor ve çok da beğeniliyor…Müzeyyen Abla da bu durumdan çok mutlu…Çabalarının meyve vermesinden dolayı huzur buluyor…Hele çok sevdiği oğlunun yeni taşındıkları evlerine beyaz eşyalar alması ve “Anneciğim, benim için çok yoruldun, artık dinlen!..Bak bu aldığım tüm eşyalar senin rahat etmen için…Ne olur artık birlikte huzurlu güzel günler yaşayalım!” demesi, onu çok mutlu ediyor…Ancak son günlerde, Müzeyyen Abla’nın bayıldığını, hastanelere gittiğini, ritim bozukluğu nedeniyle sıkıntılar yaşadığını haber alıyor ve sağlık durumunu takip ediyorduk…Ne badireler atlattı, bunu da atlatır diye düşünüyorduk…Yanıldık…

Oğlu Umut, ne yazık ki Müzeyyen Abla’yı, yatağında ölmüş olarak buldu…O bir melek gibi gökyüzüne havalanmıştı…Allah’ın sevgili kulları arasında yer alacaktı büyük bir ihtimalle…Maraş’a götürüldü cenazesi…Telefon ettim Umut’a…Sordum, hali nedir diye!..Annesinin mezarı başında diz çöktüğünü, onun için dua ettiğini ve yanından hiç ayrılmak istemediğini söyledi bana ağlayarak…Anne-oğul öyküsü noktalanmıştı bu dünya için…Ancak bu güzel öykü Umut’un o güzel yüreğinde eminim ki yaşamaya devam edecek…

Asım ERDOĞAN