Yalnızca insan evrenin düzenini
bozar. İnsan, acımasız ve son derece şiddet yüklüdür. Nerede olursa olsun
kendisinde, dünyada sefalete ve karışıklığa neden olur. Yakıp yıkar, yok eder,
şefkati yoktur. Kendi içinde düzeni yoktur, dokunduğu şey kirlenir ve
karmaşıklaşır... İktidara, hileye dayanan, kişisel ve milliyetçi, grupları
birbirine düşüren, çetelere özgü bir politikası vardır. Ekonomisi sınırlıdır,
dolayısıyla evrensel değildir. Toplumu özgür de olsa, zulüm altında da olsa
ahlaksızdır. İnanmasına, tapınmasına ve bitmek tükenmek bilmeyen anlamsız
ritüeller gerçekleştirmesine rağmen inançlı değildir.
Neden böylesine zalim, sorumsuz
ve bütünüyle ben merkezli bir hale gelmiştir? Neden? Bunun yüzlerce açıklaması
vardır, kitaplardan ve hayvanlar üzerinde yapılan deneylerden elde edilen
bilgilerle kurnazca açıklama yapanlar, beşeri kedere, tutkuya, gurura ve
ihtirasa kapılırlar. Tanım tanımlanan değildir; söz şey değildir. Dış nedenler
aradığı için mi, çevre insanı biçimlendirdiği için mi, dış dünyada yaşadığı
değişimlerin kendi içindeki insanı dönüştüreceğini umduğu için mi? Duygularına
bağımlı olduğu, anlık gereksinimlerine yenik düştüğü için mi? Bütünüyle düşünce
ve bilgi aktarımı içinde yaşadığı için mi ? Yoksa çok romantik, duygusal olduğu
için mi idealleri, düşleri, büyüklenmeleri söz konusu olduğunda bu derece
zalimleşebilir ? Birileri ona sürekli önderlik ettiği için, kendisi bir takipçi
olduğu için mi yoksa bir lidere, bir guruya dönüştüğü için mi?
Bu iç ve dış ayrımı,
çatışmalarının ve sefilliğinin başlangıcıdır. Bu çelişkiye, bir ezeli gelenek
ağına yakalanır. İnsan, bu anlamsız ayrıma yakalanınca, yiter ve başkalarının
esiri haline gelir. Dış ve iç, düşüncenin imgelemi ve uydurmasıdır; düşünce
bölük pörçük olduğu için düzensizlik ve çatışma yaratır, bu bölünmedir.
Düşünce, düzeni, erdemin zahmetsiz bir biçimde akışını sağlayamaz. Erdem
bellekteki şeylerin, tapınımın sürekli yinelenmesi değildir. Düşüncenin bilgisi
zamanı bağlar. Düşünce doğası ve yapısı gereği yaşamın tüm akışını tam bir
hareket olarak yakalayamaz. Düşüncenin bilgisinin bu bütünlük karşısında
içgörüsü yoktur; algılayan konumunda, dışarıdan içeri bakan konumunda olduğu
sürece, seçim yapmadan bu bütünlüğün farkında olamaz. Düşüncenin bilgisinin
algılamada bir yeri yoktur. Düşünen düşüncedir; algılayan algılanandır. Ancak
böyle olduğunda günlük yaşamımızda çabasız bir hareket söz konusu olabilir...
Doğayla bağınızı kaybederseniz,
insanlıkla da bağınızı kaybedersiniz. Doğayla hiçbir ilişkiniz yoksa, zamanla
katile dönüşürsünüz; yavru fokları, balinaları, yunusları, insanları çıkar
için, “spor” olsun diye, yiyecek için ya da bilgi için öldürürsünüz. O zaman
doğa sizden korkar, güzelliklerini geri çeker. Ağaçlar arasında uzun
yürüyüşlere çıkabilir, hoş mekanlarda kamp yapabilirsiniz, ama yine de bir
katilsinizdir, dolayısıyla o güzelliklerle dostluğunuzu kaybedersiniz. Büyük
bir olasılıkla hiçbir şeyle, karınızla ya da kocanızla ilişkide değilsiniz; hep
kendi özel düşüncelerinizle, zevklerinizle, acılarınızla uğraşırsınız. Kendi
karanlık, soyut dünyanızda yaşarsınız, buradan kaçış yolunuz daha da koyu
karanlıktır. İlgi alanınız umursamaz, kolaycı ya da şiddet dolu kısa bir yaşam
sürmektir.
Sizin sorumsuzluğunuz nedeniyle
binlerce insan açlıktan ölür ya da kıyıma uğrar. Dünyanın düzenini yalancı,
ahlaktan yoksun siyasetçilere, entelektüellere, uzmanlara bırakırsınız. Kendi
içinizde bütünlüğünüz olmadığı için ahlaktan ve dürüstlükten yoksun, yalnızca
bencillik üzerine temellenen bir toplum kurarsınız. Sonra da yalnızca sizin
sorumlu olduğunuz bütün bu şeylerden deniz kıyısına ya da ormana kaçar ya da
“spor” yapmak için silah taşırsınız. Bütün bunları biliyor olabilirsiniz, ama
bilgi dönüşüm yaşamamızı sağlamaz. Ancak bütünlük duygusuna sahip olduğunuzda
evrenle ilişkide olabilirsiniz.
Jiddu Krishnamurti