Ş A İ R A N E
“Biliyorsun ben hangi şehirdeysem Yalnızlığın başkenti orası.” – Cemal Süreya “Yaşamak değil, Beni bu telaş öldürecek…” – Özdemir Asaf “Ah, kimselerin vakti yok Durup ince şeyleri anlamaya.” – Gülten Akın “Cıvıl cıvıldı gözleri Yeni dağılmış bir ilkokul gibi.” – Can Yücel “Duyguluysan işin zor, Yaşamda yeniksindir.” – Özdemir Asaf “İçim hem kimsesizdi hem kalabalık.” – Edip Cansever “Hüznümle vedalaşmayı bana öğretmediler.” – Gülten Akın “Dönmeyeceğimiz bir yer beğen, Başka türlüsü güç.” – Turgut Uyar “Vasiyetimdir: Dalgınlığınıza gelmek istiyorum Ve kaybolmak o dalgınlıkta.” – Didem Madak “İçime gene Yolculuk mu düştü, nedir?” – Orhan Veli “uçurumlar var uçurumlar diyorum ben insanla insan arasında kendiyle kendi arasında.” – Nilgün Marmara “Sen ki saçından tırnağına kadar Bir hürriyete bedelsin.” – Turgut Uyar “Bir buluşma yeridir şimdi hüzünlerimiz.” – Edip Cansever “Bütün renkler aynı hızda kirleniyordu, Birinciliği beyaza verdiler.” – Özdemir Asaf

Bu Blogda Ara

16 Mart 2015

EN UZUN YOLCULUK...!

Mart 16, 2015 0
EN UZUN YOLCULUK...!

Marie, 1930 yılında alkolik bir annenin evlilik dışı çocuğu olarak dünyaya gelir. Annesi ona bakamayınca 5 yaşında olan Marie'yi yurda verir. Ardından bir çift onu evlatlık edinir. Marie'nin kaderi ne yazık ki yine yüzüne gülmez, çünkü onu evlatlık edinen çift sadist çıkar. Bu italyan asıllı çift küçük kızı evin mahzenine kapayıp sistematik biçimde işkence eder. Dışardan bakıldığında normal ve çok saygın göründükleri için, bunu yıllarca rahatlıkla gizleyebilirler ve Marie adeta cehennemden geçer.

Marie Rose 17 yaşında depresyondan felç geçirir. Halisünasyonlar da gördüğü için doktorlar ona şizofren teşhisi koyar ve onu akıl hastahanesine yerleştirirler. Marie hayatının 17 yılını orada geçirir ve çok zor yıllar yaşar. Umutsuzluk ve çaresizlik içinde kıvranır durur. Yemek yemez, yerinden kımıldamaz ve sıkça intihar etmeyi düşünür.
Otuz dört yaşına geldiğinde doktorlar Marie'nin durumunu yeniden değerlendirir. Onun şizofren olmadığına, ağır depresyon geçirdiğine ve panik atak yaşadığına karar verirler. Arkadaşlarının ve kendisini seven bir kaç sağlık görevlisinin yardımıyla Marie hastaheneden çıkar.

O artık hür ve yaşamını nasıl sürdüreceğine dair kendisi karar verme aşamasındadır. Terk edilmiş, işkence ve tacize uğramış, otuzdört yılı ziyan olmuş bir kişi olarak hiçte kolay olmayacaktı, ama o yılmadı ve kızgın, öfkeli, umutsuz olmak yerine sıfırdan başlamayı tercih etti.

Yetkililer "Aklı dengesi yerinde değil, okuması imkansız" dedikleri halde Marie, Salem State Üniversitesine Psikiyatri bölümüne girer ve mezun olur. Bu ara kanser hastalığına yakalanır ve mücadalesini kazanır. Kendisi gibi akıl hastahanesinden çıkmış ve iyileşmiş Joe ile evlenir. Kocası maalesef altı sene sonra ölür ve Marie kendini işine verir. Uzun yıllar doktor olarak çalıştıktan sonra Harvard Üniversitesi'nde mastır yapar. Psikiyatrik hastalarla çalışır, konferanslar verir. Biyografisi yazılır ve hayatı film olur (Nobody's Child). Bir çok ödüle layik görülür.


Elli sekiz yaşındayken, 'vay be' dedirtecek birşey yapar: On yedi yılını geçirdiği Masachusetts Danver Devlet Hastahanesine yönetici olarak atanır. 
Verdiği bir basın toplantısında şunları söyler:"Eğer affetmeyi öğrenmeseydim, bir damla bile gelişemezdim. Yaşamım ziyan edilmiş bir yaşam olurdu. Ve bugün bu hastahaneye yönetici olarak dönemezdim."


Marie Rose Balter'in yeni görevini haber yapan bir Ajans, onun zafer açıklamasını da şöyle yapar: "En uzun yolculuk, beynimizden yüreğimize yaptığımız yolculuk. Affetmek bu yolculuğun en kestirme yolu. Affetmeyi gerektiren her yara, içinde önemli bir dersi barındırır. Dersi görebilmek için yarayı yeniden deşerek yüzleşmek zorunda kalsak bile..."


Marie bu hayatta hiçbirşeyin imkansız olmadığını gösteren en güzel örneklerlerden


13 Mart 2015

POLLYANNA'YA SON MEKTUP

Mart 13, 2015 0
POLLYANNA'YA SON MEKTUP



Muhabbet kuşumuz öldü
Arkasında uçuşan tüyleriyle mavi bir sonbahar bırakarak
Biliyorsun ölüm, mavi boş bir kafestir kimi zaman
Acıyı hangi dile tercüme etsek şimdi yalan olur Pollyanna

Uyuyamadığım gecelerin sabahında
Gözaltlarımdan mor çocuklar doğardı
Mor çocuklarıma ninni söylerdi sabah ezanları
Fırtına ters çevrilen şemsiyelere benzerdi
Duaya açılan avuçlarım
Avuçlarıma kar yağardı
Kimi zaman tipi...
Kaç kere avuçlarımda mahsur kaldım.
Birkaç kış geçti Pollyanna
Ben hep mahzun kaldım.
Kocaman bir kardan adam yaptı içime bir çocuk şair
Tuhaf şarkılar mırıldanarak: Şiirime kenar süsü olsam ben
Bir kenar süsünün gülü olsam ben
Sarı deftere tuttuğum bir günlük
Aşk olsam ben...

Sonra yazları
Yaseminlerle sarmaş dolaş bir balkonum oldu
Balkon yaseminlerle sevişirdi
Rüya hülyayla sevişirdi.
Ben o beyaz ve güzel kokan çadırın altında
Geceyle sevişirdim.
Bir davet gibi otururdum balkonda
Bir beyaz örtü gibi sarardım acılarımı başıma
Ben sevgilisi çile olan bir gelindim Pollyanna
Gel derdim gel, kim olursan ol yine gel...
Çiçekli bir düğün davetiyesi gibi otururdum balkonda
Yıldızlar ürkerdi, titrerdi davetimden
Ayın etrafında beyaz bir hale dönerdi.
Bileklerimi uzatırdım çıplak, beyaz ve ince
Işıktan bir kelepçe istedim yüz görümlüğü olarak Pollyanna.
Secde eden alnımı,
Şarap içen dudağımla öpmek istedim.
Dizlerimde ve dirseklerimde nasır tutan arayışımı
Beyaz bir merhemle ovmak istedim.
Beyaz bir günahtır aramak kimi zaman Pollyanna...

İtiraf etmek gerekirse
Domates-biber biçiminde tuzluklar aldım pazardan
Kalp şeklinde kültablaları
Kalbimde söndürülmüş birkaç sigaradan kalan kül
Yetmezdi yeniden doğmaya.
Orhan Gencebay dinledim itiraf etmek gerekirse
Bedelini ödedim ama Pollyanna
İtiraf artık tedavülden kalkmış bir kağıt para.

Hayatım bir mutsuzluk inşaatıydı Pollyanna
Çimento, demir, çamur...
Duvarlarımı şiir ve türkü söyleyerek sıvardım.
En üst kattan düşerdim her gün
Esmer bir işçi gibi dilini bilmediğim bir dünyaya
Hayatım bir mutsuzluk inşaatıydı Pollyanna
Sana ve mutluluğa yazılmış mektuplarıma
Cevap beklediğim zamanlarda.

Benim bir köyüm olmadı.
Hiçbir şehir karlı sokaklarıyla bana
Pazen gecelik giymiş bir anne gibi sarılmadı.
İstanbul'u evlat edinsem
Benimsemezdi nasıl olsa otuz yaşında bir anneyi
Yüzyıllarca yaşamış bir çocuk olarak.
Mütemmim cüz olamadım hiçbir aşka Pollyanna
Bir kitaba bir cüz olamadım.
Yukarıdan aşağı, yedi harfli battal boy bir intiharı denedim.
Hiçbir bulmacayı tamamlayamadım.
Bir kediyi okşasam ellerim yumuşardı
Biri okşasam bir yumuşardı.
Bire "BİR" olamadım.

Fırfırlar olmalıydı oysa hayatımın kenarında Pollyanna
Kırmızı puanlı bir şiir olarak uyumalı, mor puanlı
uyanmalıydım.
Pişman olmamalıydı orada olmalarından yeşil farbelalarım.
Bir çingenenin çıkardığı dil olmalıydı şiirlerim.

Sana bu son mektubu,
Artık senden mektup beklemediğimi söylemek için
yazıyorum Pollyanna
son şiirini yazmaya cesaret edememiş bir şair olarak.

Didem MADAK

11 Mart 2015

SEVMEK

Mart 11, 2015 0
SEVMEK



Senin için yapabileceğim bir şey var mı ? diye sordum
-“Sağol, aşkım” dedi.

Kendine dikkat et, aklım sen de kalmasın ! Dedim
-”Allah yokluğunu vermesin” dedi

İşte bu bana yetti ....


Mehpare ÖĞÜT

07 Mart 2015

BU DÜNYADA KADIN OLMAK...!

Mart 07, 2015 0
BU DÜNYADA KADIN OLMAK...!

Ben kadınım!
Doğuran, besleyen, büyüten
Yeri geldi mi erkeğinin yerine eve para getiren...
Bakan göze, tutan ele mahrem
Babadan olma, anadan doğma
Doğduğu günden itibaren kaderine razı gelen...
Konuşsa ayıp, sussa anlaşılmayan
Ezilen, dövülen, öldürülen
Sevilmeyen, hor görülen, kimliksiz-kayıp
Adı sadece kadın olan kadınım ben
Tüm kayıp kadınlar gibi yaşamadan ölen...

Mehpare ÖĞÜT

Her yıl adet olduğu üzere kutladığımız bir gün var. Ama sadece televizyonlarda, gazetelerde, sosyal medyada şiirlerle, sözlerle, dileklerle gelip geçen ve kutlanan. Arada bir iki kırmızı karanfil alan da oluyor hani. Bu arada mağazaların yaptıkları indirimleri / çekilişleri de unutmamak lazım. Hep güzel şeyler söylensin, güzel şeyler olsun beklentisindeyiz ama maalesef bunlar gerçekleşemiyor bir türlü. Olmuyor, olamıyor...Hayal kırıklığı yaşıyoruz her seferinde tekrar tekrar. Geçenlerde bir söz dikkatimi çekti ki üzerinde bayağı bir düşündüm. Şöyle diyordu; “Bir erkeği eğitirseniz bir adamı eğitirsiniz.Bir kadını eğitirseniz, bir kuşağı eğitirsiniz.” Brigham Young. Oldukça düşündürücü değil mi! Aslında bu sözden yola çıkılarak anlamamız gereken ana fıkir kısa ve net şöyle... Yani sevgili kadınlar, hanımlar, bayanlar...Geleceğin teminatı sizin ellerinizde. Olmasını istediğiniz ya da olmasını beklediğiniz gibi yetiştirin evlatlarınızı. Öyle yetiştirin ki siz yokken bile ayakta duran sağlam, güçlü, karakter sahibi, kendinden emin bireyler olarak bu dünyada yerini alabilsin. Eğer ki kendi haline bırakırsanız çocuklarınızı o zaman da varın siz düşünün sonunu. Haaa kendi haline bırakınca hep mi kötü olunuyor elbette hayır. Ama çoğunlukla öyle. Bakınız, aile içi eğitim ne kadar önemli. Sadece okuldaki öğretmenlere sorumluluk vererek çocuklarınızı eğitemezsiniz. Öğretmenin işi okulda öğrenmesi gereken dersleri anlatmaktır ona. Asıl görev sizindir. Eğer ki sizin karakteriniz sağlam ise, özü-sözü doğru insan iseniz, çevrenize saygılıysanız, küçüklerini seven, büyüklerini sayansanız, yaşadığınız ülkeye, gelenek ve göreneklerinize bağlıysanız, seviyor ve seviliyorsanız, değil bir insanı, küçücük bir karıncayı bile incitmiyor, sırf güzel diye bir çiçeği bile koparmaya kıyamıyorsanız, zaten sizin pek de fazla bir şey yapmanıza gerek yok diyebilirim. Çünkü siz ne iseniz çocuğunuzda o olacaktır. Yani kısacası çocuğunuz sizin kopyanız olacaktır. O yüzdendir ki yarınların büyüklerini yetiştirerek geleceğin temellerini sağlam atmak sizlerin elinizdedir. Ve sadece kadınlara da düşmemekte bu görev. Ailenin reisi olarak bir babanın da çok büyük görevleri var elbette. Güçlü, sağlam karakterli, evine bağlı, olduğu kadar değil olması gerektiği gibi büyütüp yetiştirin ve örnek olun evlatlarınıza. Örnek olun ki, nice Özgecanlar, nice Ayşeler, Fatmalar yok olup gitmesin, kayıplara karışmasın bu dünyada. “Kadınlar sizlerin emanetinizdir” diyor ya hani, işte, eğer ki gerçekten dinine bağlı insanlar iseniz, Allah'tan korkan kuldan sakınanlardansınız evlatlarınıza örnek olun, hem de olduğu kadar değil olması gerektiği gibi. Olun ki nice canlar harcanmasın bir öfke, bir heves, bir arzu uğruna...

Kadınları incitmeyin, kadınları sevin, kadınları koruyun-kollayın, kadınlara nazik davranın, kadınların birer çiçek olduğunu unutmayın.Onlara kötü gözle bakmayın. Kıymayın...El üstünde tutun, yüreklendirin. Sevin. Ama hiçbir zaman onlara sövmeyin, ezmeyin, incitmeyin... Unutmayın ki sizin de anneniz bir kadın, kızkardeşleriniz birer kadın. Çocuğunuzun anası bir kadın. Kadın olmak kolay değil inanın. Kolay diyen varsa şayet, bir gün kılık değiştirip dolaşın ve anlayın.

Diyeceklerim bundan ibarettir... Bunca dövülen, ezilen, sömürülen, hor görülen, yakılan, öldürülen onca kadın varken içimden kutlamak bile gelmiyor inanın. Çünkü hala va hala cahil kafalar, kör beyinler eğitilmediği ve yaşadığı müddetçe, “Kadının Adı Yok” Duygu Asena'nın da dediği üzere...

Yine de adet yerini bulsun diyorum ve bu dünyada yaşam mücadelesi veren tüm kadınlarımızın, emekçi kadınlarımızın -Kadınlar Gününü- kutluyor; Sevgilerimi gönderiyorum..


Mehpare ÖĞÜT