YAŞAMA DAİR YAZILAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YAŞAMA DAİR YAZILAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster



Bir adam ölmüş ve öbür dünyada yargılanmak üzere sırasını bekliyormuş.
Sıra kendisine gelip mahkeme salonuna girdiğinde bir de ne görsün?
Yargıç kürsüsünde bir insan oturuyor.
Tanık sandalyesinde ise Tanrı yerini almış.
Adam şaşkın,
"Aman Tanrım, bu nasıl oluyor? Beni senin yargılayacağını sanmıştım.
Oysa orada hakim olarak bir insan oturuyor."
Tanrı gülümsemiş,
"Ben hiçbir zaman sizi yargılamadım. Sonsuz sevgimle, ne yapmayı
seçtiyseniz, sizi seçiminizde özgür bıraktım. Bana yargılamak değil,
sevmek yakışır. Çünkü ben saf sevgiyim. Sizi kendimden yarattığım için
sizi yargılamak kendimi yargılamak olur. Ayrıca benim yargılamama ne
gerek var ki? Her şeyi bilen ben sadece burada tanıklık ediyorum.
Dünyada olduğu gibi burada da insanlar tarafından yargılanıyorsunuz.
Birazdan salonu hayattayken, senin zarar verdiğin, hoşgörülü
davranmadığın, yargıladığın, kalplerini kırdığın insanlar dolduracak.
Onlara kendini affettirmeye çalış. Onlar seni affederse ne ala. Çünkü
cennetin yolu onların affından geçiyor." demiş.
Adam merakla sormuş: "Peki ya affetmezlerse ne olacak?
"Tanrı yine sevgiyle gülümsemiş,
"Ben cenneti de, cehennemi de yeryüzünde yarattım. Seni tekrar
yeryüzüne göndereceğim. Orada öyle bir yaşam süreceksin ki, tüm
yaptığın kötülükler, verdiğin zararlar sana aynen yaşatılacak. Yani
ettiğini bulacaksın. Ama bunun amacı sana ceza vermek değil. Sadece o
insanların hissettiklerini bizzat yaşayıp anlaman, yaptığın
kötülüklerin bilincine varman. İşte o zaman sen kendini affetmiş
olacaksın."
Adam bir süre düşünmüş, "Peki, cennet nasıl bir yer?" diye sormuş Tanrı'ya.
"Cennet, bir yer değil, bir bilinç düzeyidir evladım. Dünyada mutlu,
huzur ve sevgi dolu, insanlara destek olmaktan haz duyan, yarattığım
canlı ve cansız her varlığa saygı göstermeyi bilen insanlar var ya,
işte onlar, dünyada cenneti yeniden yaratmaları için geri gönderdiğim
cennetliklerdir. Cennet de dünyadan başka yerde değil." demiş Tanrı.
"Ama kutsal kitap bana öyle öğretmedi." diye karşı çıkmış adam.
"Kutsal olan tek şey yaşamdır. Ben o kitapları kutsal kılmadım. Siz
kıldınız. Her şeye sevgi ile bakmasını bilerek yaşayan insan, en büyük
ibadeti yapandır." demiş Tanrı.
"Peki dünyaya döndüğümde doğru yola görmemde yardımcı olacak mısın?"
diye sormuş adam.
"Ben bunun için siz insanların içine "vicdan" denen bir pusula koydum.
Eğer bu pusulanın etrafına ördüğünüz kalın bencillik duvarlarını
yıkarsanız, vicdanınızın yani benim sesimi kolaylıkla
işitebilirsiniz."
"Peki biz insanlara ne kadar yakında bulunuyorsun?" diye sormuş adam.
"Hem size şah damarınızdan daha yakınım, hem de düşman olduğunuz kadar
sizden uzağım." demiş Tanrı. "Çünkü düşmanlarınız da Ben'im. Siz de
Ben'im."
"Yani mahkeme salonunda insanlara hiç mi hesap sormuyorsun Tanrı'm?"
"Sadece iki sorum oluyor tüm insanlara." diye gülmüş tanrı.
"Dünya okulunda ne kadar sevmeyi öğrendiniz? Ne kadar bilgi kazandınız?"





Bir kere şu ortaya çıktı: Para, mutluluk getirmiyor kardeşim! Modern dünya, sadece 'daha zenginlerin', 'daha az zenginlerden' biraz daha mesut olduğunu, bu saadetin de 'üstünlük' hissinden kaynaklandığını ve uzun sürmediğini keşfetti! Psikologlar 'mutluluk' konusuna takmış durumdalar. Temel ihtiyaçları karşılandığı sürece, daha fazla para ekstra bir mutluluk getirmiyor.
Peki, kim, niye mutlu oluyor? Time dergisinin son sayısı, birçok bilim adamının bu konuda yaptığı araştırmalardan çıkan ilginç sonuçları konu alıyor. Mutluluk, bizim sandığımız etkenlerden çoğuyla hiç bağlantılı değil!

Para? Hiç alakası yok!

Eğitim? Hiç etkisi yok!

Zekâ? Aynı şekilde!

Gençlik? Bilakis! Yaşlıların hayattan gençlere göre daha çok zevk aldıkları ve depresyona daha az meyilli oldukları kanıtlanmış!

Evlilik? Araştırmalara göre, evli insanlar bekârlara göre biraz daha mutlu olsa da, bunun sebebi zaten mutlu olmaya meyilli insanların evlilikleri daha kolay yürütmesiyle ilgili olabilir!

Güneşli havalar? Hayır! Amerika'nın bol yağmurlu bölgelerinde yaşayanların Kaliforniyalı lara göre daha depresif olmadığı kanıtlanmış!

O zaman insanları mutlu eden ne?

Bulgulara göre dini inanç insanların mutluluğunu artıran önemli bir etkenmiş. İnanan insanlar zorluklara karşı daha kolay göğüs geriyor ve daha iyimser oluyorlarmış.

Arkadaşlar, mutsuzluğa karşı müthiş bir ilaçmış! Ahbapları, dostları, aileleri ve çevreleriyle daha yakın ve sık ilişki kuran insanlar karamsarlıktan uzak kalmak için en etkili formülü bulmuşlar.

Bu arada, mutlu olmak için bir grup psikoloğun kullandığı 'gün inşa etme' metodundan bahsetmek lazım. Denekler bir gün önce dakika dakika ne yaptıklarını hatırlayıp, bu aktivitenin onların açısından mutluluk düzeyini birden yediye kadar işaretliyorlar. Bu test 900 kişide uygulanıyor. Sonuçlar ilginç...

En çok mutluluk veren aktiviteler, arkadaşlarla sosyalleşme, evde yatıp gevşeme, dua etme ve yemek yeme... Bunları spor yapma ve televizyon seyretme takip ediyor.

Tuhaf ama 'çocuklarla ilgilenmek' listenin en altlarında, ev işinin bir sıra üstünde yer alıyor! Çoğu insanın hayatında mutluluğunun kaynağı olarak gördüğü çocukların, günlük hayatın mutsuzluk sebeplerinden biri olması ilginç! Demek ki, mutlu ettiğini sandığınız her şey mutlu etmiyor! Ancak, günlük hayatta insanı sinirlendiren, geren, mutsuz eden ufak tefek olaylar, hayatın genelinde mutluluk kaynağı olabilirmiş! Sürekli şikayet ettiğiniz stresli işiniz, hayatınızın en önemli rengi olabilir örneğin.

Psikologların bu konuyla ilgili edindiği farklı bir bulgu da: 'Sonların gücü'! Sözgelimi, sizi çok mutlu eden bir ilişki, son bir haftasında berbat kavgalar ve gözyaşı dolu bir ayrılıkla sonlanıyorsa, bütün hayatınız boyunca o ilişkiyi kötü hatırlıyorsunuz!

Bu konu, kolonoskopi yaptıran bir grup insan üzerinde test edilmiş. Biliyorsunuz kolonoskopi, bağırsaklarla ilgili rahatsız edici, biraz acılı bir muayene metodu. Bir grup hastaya standart kolonoskopi yapılmış. Diğer grupta ise kolonoskopi aleti,
muayeneden sonra 60 saniye hareketsiz bırakılmış. Hastalara acı veren bölüm aletin hareketleri olduğu için, uygulama 60 saniye daha uzun sürdüğü halde, muayenenin sonu 60 saniyelik acısız bir zaman dilimiyle bittiği için, ikinci gruptaki hastalar, uygulamayı, ilk gruba göre daha az rahatsız edici bulmuşlar!

Peki, herkes mutlu olabilir mi? 1996'da yapılan bir araştırmaya göre, bir insanın hayatından memnun olması, yüzde 50 oranında genetik yapısına bağlı! Genler neşeli, rahat bir kişilik yapısını, stresle başa çıkma kapasitesini, depresyon ve endişeye mehili yönlendiriyor! Eğer bir insan genetik olarak mutluluğa meyilliyse, başına berbat şeyler de gelse, hatta kaza sonucu bir uzvunu bile kaybetse, zaman içinde, eski mutluluk seviyesine ya da ona yakın bir noktaya dönebiliyor!

Bütün psikologların üzerinde fikir birliğine vardıkları üç mutluluk formülü var:

Şükretmek, iyilik yapmak ve yaptığın işi sevip daha çok konsantre olmak!

Şükretmek, hayattan duyduğun memnuniyeti ifade etmek, hatta bunu düzenli olarak yazmak ve söylemek, sadece insanın keyfini yerine getirmekle kalmıyor; Kaliforniya Üniversitesi'nin araştırmasına göre fiziksel sağlığı düzeltiyor, enerji seviyelerini yükseltiyor, acı ve yorgunluğu azaltıyor!

İyilik yapmak, sözgelimi düzenli olarak bir huzurevini ziyaret etmek, bir komşuya yardım etmek, babaanneye mektup yazmak, mutluluk derecesini ani ve dramatik biçimde artırıyor!

Ne para, ne aşk, ne güneş, ne gençlik. Yaptığınız işi sevip, o işe bütün konsantrasyonunuzu ve enerjinizi severek vermek de, mutluluğun formüllerinden biri. Marangoz olsanız da, doktor olsanız da böyle. O kadar araştırma, kolonoskopide ekstra 60 saniyeye katlanan denekler (!), yazışmalar, toplantılar, istatistikler. ..

Psikologlar yine bize anaokulunda öğretilenlerle kutsal kitaplarda yazılanları bulmuşlar:
Mutlu olmak için çalış, iyilik yap, şükret!
  

Gülse BİRSEL 





Asya’da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır. Bir Hindistan cevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır. Hindistan cevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur. Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı kadar büyüklüktedir, yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz. Maymun, tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar ve yiyeceği kavrar, ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması olanaksızdır. Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkmaz. Avcılar geldiğinde, maymun çılgına döner AMA kaçamaz. Aslında bu maymunu, tutsak Eden hiç bir şey yoktur. Onu sadece onun kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir. Yapması gereke tek şey elini açıp yiyeceği bırakmaktır. Ama zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür. Bizi tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey, arzularımız ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur. Tüm yapmamız gereken, elimizi açıp benliğimizi ve bağımlı olduğumuz şeyleri serbest bırakmak ve dolayısıyla özgür olmaktır.


Joseph GOLDSTEİN







Eski Roma'nın ünlü generallerinden birinin eşi dünya güzeli bir kadınmış.

Kültürü..., neşesi, ev sahibeliği üslubuyla benzeri güç bulunur bir "şahane kadın" Boşanacakları haberi çıkmış,bütün Roma bu haberle çalkalanıyor.
Yakın arkadaşları bir cesaret konuyu açmışlar:
...- Eşin Roma'nın en güzel, en beğenilen, gıpta edilen kadını, diye
başlamışlar; lafı birbirinin ağzından alarak dakikalarca övdükten sonra,sözü şu suale getirmişler. Nasıl olur da ondan ayrılmayı düşünebilirsin?
General bacağını uzatarak:
- Çizmemi beğendiniz mi önce onu söyleyin bana, demiş.
- Çok güzel!
- Tay derisinden yapılmıştır. Sicilya'nın en marifetli çizmecisi
tarafından, kendi eliyle,benim için yapılmıştır. Bir benzerini bütün Roma'da bulamazsınız.
- Belli, demiş arkadaşları. Benzersiz derken de haklısın. Ama bunun, bizim sualimizle ne alakası var?
Arkadaşlarının merakını iki kelimeyle gidermiş general:
- Ayağımı sıkıyor;....
İnsanda güzel olan yüzdür, yüzde güzel olan gözdür ama insanı insan yapan ağızdan çıkan sözdür..






Bir adam kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır.

Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için
bunu Hacı Bektaş Veli'nin dergâhına kurban olarak bağışlamak ister.

 O zamanlar dergâhlar aynı zamanda aşevi görevi görüyordu.

Durumu Hacı Bektaş Veli'ye anlatır ve Hacı Bektaş Veli:

- Helâl değildir,
diye bu kurbanı geri çevirir.

Bunun üzerine adam Mevlevi dergâhına gider ve aynı durumu Mevlâna'ya anlatır.
Mevlâna ise, bu hediyeyi kabul eder.

Adam aynı şeyi Hacı Bektaş Veli'ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler
ve Mevlâna'ya bunun sebebini sorar.

Mevlâna şöyle der:

- Biz bir karga isek Hacı Bektaş Veli bir şahin gibidir.
Öyle her leşe konmaz.
O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.

Adam üşenmez kalkar Hacı Bektaş dergâhı'na gider ve Hacı Bektaş Veli'ye,
Mevlâna'nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektaş Veli'ye sorar.

Hacı Bektaş da şöyle der:

- Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise
Mevlâna'nın gönlü okyanus gibidir.
Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir
ama onun engin gönlü kirlenmez.
Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir.

____







Çok eski zamanda bir hükümdar varmış... Hükümdar her gittiği yere
hazinesinin bir bölümünü götürür, bunları sergilemekten büyük onur
duyarmış...

Bu gösteriş düşkünü hükümdarın, yaşamda en çok güvendiği, tek akıl
aldığı bir bilge kişiymiş...

Günlerden bir gün yine bu bilge kişiyle oturup sohbet ederken,
hükümdar şöyle bir soru sormuş:

-"Sen ki göğün gizemine ermiş, bilime yön vermiş adamsın...

İnsanlar ister hükümdar kadar güçlü, ister savaşçılar kadar onurlu
olsun ayağına kapanır, ağzından çıkacak sözü beklerler...

Şimdi senin gibi bir bilge adamın fikrini merak etmekteyim...

Benim hükümdarlığım ve servetim hakkında ne düşünüyorsun?.."

***

Bilge bu soru karşısında hükümdarın gözlerine bakarak şu sözleri söylemiş:

-"Diyelim ki hükümdarım; kızgın ve uçsuz bir çöldesiniz...

Ölmemek için size uzatacağım bir bardak suya, servetinizin yarısını
verir miydiniz?.."

-"Verirdim tabii..."

-"Zaman geçti, diyelim susuzluğunuz arttı...

Size uzatacağım bir sonraki bardağa servetinizin öteki yarısını da
verir miydiniz?.."

Hükümdar bir an düşünmüş ve ardından, "Ölmemek için evet..." demiş...

Bunun üzerine bilge kişi gülerek şu sözleri söylemiş:

-"Madem öyle... O zaman övünmeyin fazla... Çünkü haşmetlim... Sizin
servetiniz yalnızca iki bardak sudur..."


--



1. Mutluluğun için senden
başka sorumlu yoktur! .

2. Her yaşadığın felaketin
ardından kendine şu soruyu sor: "Beş yıl sonra
bunun benim için ne önemi olacak??"

3. Daima yaşamı seç.

4. Herkesi, herşeyi affet.

5. Başkalarının senin hakkında
ne düşündüğü seni ilgilendirmez! .

6. Zaman her imkana sahip..
Zaman tanı!

7. Durum ne kadar iyi veya kötü
olursa olsun, değişecektir..

8. Kendini fazla ciddiye alma,
kimse almıyor ki zaten!.

9. Mucizelere inan!!.

10. Allah, Yaradan olduğu için
seni seviyor. Yoksa yaptıkların ya da yapmadıkların
için değil!!

11. Hayatı denetlemeyi bırak!.
Öne çık, kendi hayatını kendin yarat.

12. İki seçeneğin var
"Erken ölmek" ya da "yaşlanmak"..

13. Çocuklarınızın, yaşayacak
başka çocukluk dönemi yok!.

14. Sonuçta gerçekten önemli olan sevmiş olmandır!!.

15. Her gün dışarı çık..
Mucizeler her yerde seni bekler!.

16. Dertlerimizi bir torbaya
doldurup, milletinkilerle bir arada görsek, bizimkileri geri
toplardık..

17. Kıskançlık zaman kaybıdır.
Zaten ihtiyacınız olan her şeye sahipsiniz!!

18. Her şeyin en iyisini daha
yaşamadın!!.

19. Kendini nasıl hissedersen et,
kalk, giyin ve dışarı çık!

20. Yol ver!

21. Hediye paketinde olmasa bile,
hayat yine de bir hediyedir!!. "


Plain Dealer, Cleveland, Ohio'lu 90 yaşındaki
Regina BRETT'in kaleminden



“Yaşamınızın kontrolü sizde değil! Öyle olduğunu düşünebilirsiniz, ama yanılıyorsunuz. Elbette ki kendi kararlarınızı kendiniz vermekte özgürsünüz. Sandalyeye oturmaya devam edebilirsiniz. Ya da gözlerinizi oymak gibi çılgınca bir şey yapabilirsiniz. Ne isterseniz yapabilirsiniz. Ama sorun şurada: Ne isteyeceğinizi kontrol edemezsiniz. Her davranışınızı önceden belirleyen arzularınız ruhunuzun o kadar derinlerine işlemiştir ki, onlara dikkat bile etmezsiniz. Ve bu da sizi mükemmel bir köle yapar. Bu nedenle, hayatınızı yaşamaya devam edin. Ne isterseniz yapın. Sadece isteklerinizin tümüyle sizin kontrolünüzde olmadığı gerçeği üzerine kafanızı çok fazla yormamaya çalışın.”

Adam FAWER




Kadın taksiye binmiş ve havaalanına gitmek istediğini söylemişti.

Sağ şeritte yol alırken siyah bir araba park ettiği yerden aniden yola, önlerine çıktı. Şoförü çarpmamak için sert şekilde frene bastı.

Taksi kaydı ama diğer arabaya çarpmaktan kıl payı farkla kurtuldu. Siyah arabanın sürücüsü camdan başını çıkarıp bağırmaya ve küfretmeye başladı.
...
Taksi şoförü ise gayet sakin ona gülümsedi ve içten bir şekilde el salladı. Kadın bütün bu olanların şokunu yaşarken taksi şoförünün tavrına daha da şaşırmıştı.

Sordu: Neden böyle davrandınız Adam neredeyse arabanızı mahvedip ikimizi de hastanelik edecekti.

Taksi şoförü gülümsemeye devam ederek: Çöp Kamyonu Kanunu dedi.

Kadın: Çöp Kamyonu Kanunu mu diye sordu anlamamıştı.

Şoför açıkladı :Pek çok insan çöp kamyonu gibidir. Her tarafta içleri çöp dolu olarak dolaşıyorlar kızgınlığı öfkeyi ve hayal kırıklığını biriktiriyorlar. Ancak doldukça çöpleri bırakacak bir yere ihtiyaç duyuyorlar. Bu bazen ben bazen de siz olabilirsiniz. Kişisel almayın. Sadece gülümseyin onlar için iyi şeyler temenni edin ve yolunuza devam edin. Onların çöpünü alıp işyerinize, evinize veya sokaktaki diğer insanlara dağıtmayın.

Başarılı insanlar çöp kamyonlarının günlerini mahvetmesine ve ellerine geçirmesine izin vermezler.

Hayat sabahları pişmanlıklarla uyanmak için çok kısa dolayısıyla size iyi davranan insanları sevin iyi davranmayanlar için iyi temennilerde bulunun...




Biz insanlar hayatımızın yönünü veya yaşam şeklimizi değiştirecek farklı durumları oluşturabilmek için bazı kararlar alırız. Ve bu kararlar için; yeni yıl, doğum günü, evlilik, gibi yeni başlangıç dönemlerini tercih ederiz. Çünkü yeni olan bu süreçlerde kendimizi de yenileyebilecek gücü bulabileceğimizi düşünürüz. Hayatımızı değiştirecek olayları sonra oluşturacağımıza kendimizi inandırırız. Fakat henüz yeni olan, beklenen süreçleri yaşamaya başladığımızda, hemen öncesinde almış olduğumuz kararları unutuveririz. Ya da mazeretler uyarlayarak vazgeçeriz.

Oluşturduğumuz mazeretler makul ve mantıklıdır. O nedenle önce kendimiz bunlara inanırız. Ve inandığımız mazeretleri gerçekmiş gibi yaşarız. Dolayısıyla “Bu benim işim değil” , “Çocuklarımın bana ihtiyacı var” vb. mazeretlerimiz, kararlarımızın sorumluğunu almamamıza karşı, bizi savunup durur. Bu da kendimizi hoş görmemizi sağlar.

Mazeretler istediklerimizi iç dünyamızdan değil, dış dünyamızdan beklememize sebep olur. O nedenle de “ Yeni bir projeye ayıracak zamanım yok”, “ Çok stresliyim”, “Etrafımdaki herkes sorumsuz” gibi mazeretlerle içimizdeki potansiyeli hiçe sayarak, istediklerimizi elde etme becerimizi yok ederiz.

Mazeretler kendimizi gerçekleştirme yolundaki en büyük engeldir. Bizi almış olduğumuz kararlardan farkında olmadan uzaklaştırır. Çünkü mazeretlerimizi o kadar içelleştiririz ki, gerçekliğini ispatlamak için her türlü koşulu oluştururuz. Oysaki o ispatlar, istediklerimizi yapmamanın, mantığa bürünme şeklidir. Bunun farkına varmalıyız. Bu bağlamda baktığımızda, savunduğumuz her bir mazeret, gerçekleştirmek istediğimiz durumu, “yapmayacağımızı” gösterir.

Çünkü her sorunun mutlaka bir çözümü vardır. Fakat biz, o çözüme gidecek yolu göze alamamışızdır. Gerekli çabayı göstermiyoruzdur. Eğer gerçekten çabalamış olsaydık, o proje için gerekli zamanı, boş zamanlarımızın içinde bulup çıkarabilirdik. Ya da stres olarak adlandırdığımız yapmamanın verdiği negatif enerjiyi, istediğimiz şeyi yaparak nasıl pozitif enerjiye çevirdiğimizi görürdük.

Dolayısıyla bulunduğunuz yerden memnun değilseniz, sizi haklı çıkaran sizi engelleyen mazeretlerinizi belirleyen. Ve hemen vazgeçin. Unutmayın her tercih bir vazgeçiştir.

“İlk ve en büyük zafer, insanın kendi kendisini fethetmesidir.”


PLATON



Bilmem hiç sabahın erken saatlerinde güneşin sudaki yansımasını ilgiyle izlediniz mi? Nasıl olağanüstü bir yumuşaklığı vardır ışığın ve nasıl karanlık sular kımıl kımıldır.

Ağaçların üzerinden gördüğünüz Çoban Yıldızı gökteki tek yıldızdır. Hiç böyle şeylerle ilgilendiniz mi? Yoksa günlük işlere kendinizi öyle kaptırmış olduğunuzdan uğraşlarınız daha ağırlıklı bir yer tuttuğu için bu dünyanın onca güzelliklerini unuttunuz ya da hiç tanımadınız mı?
Bir kimseyi sevmenin ne demek olduğunu biliyor musunuz? Bir ağacı, bir kuşu ya da bakıp gözettiğiniz bir evcil hayvanı sevebilir misiniz? Size hiç bir karşılık vermese gölgesinden de yararlanmasanız, arkanızdan da gelmese size bağımlılık da duymasa gene de sevebilir misiniz?

Çoğumuz böyle bir sevgiye kapalıyız, çoğumuz bu biçimde sevemeyiz çünkü sevgi bizim için her zaman kaygıyla, tedirginlikle, kıskançlıkla, korkuyla çevrelenmiştir. Yalnızca sevip sevgiyi orada bırakmak istemiyoruz, sevip de sevmekle yetinemiyoruz, sevgimize bir karşılık bekliyoruz. Bu isteğimizle de baska bir kimseye bağımlı olmuş oluyoruz. İşte bunun için sevin ve bununla yetinin. Sevgi bir tepki değildir. Eğer siz "Beni severseniz, ben de sizi severim," diyorsanız bunun adına ticaret derler, alış veriş derler.
Sevmek karşılık beklememektir.


KRİSHNAMURTİ 




Heinrich Von Kleist: Alman şair ve romancı.Bir sonbaharda Wannsee nehri kıyısında tabanca ile önce sevgilisini ardından kendini öldürdü. İntihar mektubunda şunları söyledi. 'Yeryüzünde artık öğrenip edineceğim hiçbir şey kalmadığı için ölüyorum. Elveda! '

Ernest Hemingway: Amerikalı romancı ve gazeteciydi. Hayatının sonlarına doğru herşeyin boş olduğuna dair fikirleri oluştu. 62 yaşında babası ve annesi gibi av tüfeği ile kendini vurarak yaşamına son verdi. Nobel ve Pulitzer Ödülü sahibiydi.

Romain Gary: Dünya çapında tanınan bir yazardı. Eski eşi jean seberg'de tutkuyla bağlıydı.Eşinin ölümden bir yıl sonra 65 yaşında Paris'te yaşamına son verdi. Ardından bıraktığı notta 'çok eğlendim. hoşçakalın ve teşekkürler' yazıyordu.

Yukio Mişima: Japon edebiyatının önemli kalemlerinden. Eşcinseldi. 25 Kasım 1970'de Mişima ve beraberindeki Tatenokai üyelerinden dördü Japonya Silahlı Kuvvetlerinin Tōkyō'daki Ichigaya Kampını ziyaret etmişler, komutanı sandalyesine bağlamışlar ve İmparatorluğun haklarının yeniden tesis edilmesi için hazırladıkları manifestoyu ve taleplerini okuduktan sonra Mişima seppuku (geleneksel Japon intihar biçimi) yaparak intihar etmiş, Tatenokai üyelerinden Hiroyasu Koga ise intiharın tamamlanması için Mişima'nın başını kılıçla kesmiştir.

Sadık Hidayet: İran edebiyatının önde gelen kaleminden biriydi. Daha önce bir kez intihara teşebbüs eden Hidayet'in ölümünü arkadaşı şöyle anlatır;'Paris`te günlerce, havagazlı bir apartman aradı, ve buldu. 9 Nisan 1951 günü dairesine kapandı ve bütün delikleri tıkadıktan sonra gaz musluğunu açtı. Ertesi gün ziyaretine gelen bir dostu, onu mutfakta yerde yatar buldu. Tertemiz giyinmiş, tıraş olmuştu ve cebinde parası vardı. Yakılmış müsveddelerin kalıntıları, yanıbaşında yerde duruyordu.'

Stefan Zweig: Avusturyalı yazar. Yahudi asıllı yazar, Hitler'in dünya düzeninin kalıcı olmasından duyduğu korku ve karamsarlık sonucu girdiği bunalımdan kurtulamayaıp 61 yaşında karısıyla beraber intihar etti.

Robert E. Howard: Amerikalı yazar 'Conan' başta olmak üzere pek çok çizgi kahramanın yaratıcısıydı. Annesinin ağır hasta olduğunu öğrenince bunalıma girdi. Ona olan düşkünlüğü ondan sonra bir hayat yaşamasına izin vermeyecek kadar büyüktü. Annesinin ölümünü görmemek için 30 yaşında intihar etti. Son sözleri şunlar oldu: ' her şey olup bitti, ölüleri yakacak odunların üstüne yatırın beni, ziyafet sona erdi, söndürün kandilleri...'

Virginia Woolf: İngiliz edebiyatının en önemli kadın yazarıydı.Feminist çıkışları ile dikkat çekti Bir görüşe göre üvey babasının oğlunun tacizlerine dayanamayıp intihar etti. Buhranını şu sözlerle anlatır: 'Yaşamak neden böyle içler acısı, neden bir uçurumun yanıbaşından geçen daracık bir yol gibi'

Jack London: Tüm zamanların en çok okunan romancısı olarak kabul edilir.'Dişisine kötü davranan tek hayvan insandır' sözünün sahidir.Yazdığı kitaplardan çok para kazanmasına rağmen 40 yaşında ilaç içerek yaşamına son verdi.

Arthur Koestler: Kanser olduğunu öğrendikten sonra hastalığın kendisini yavaş yavaş öldürmesine tahammül edemedi ve yaşamına son vermeye karar verdi.Bu kararında eşi kendisi yalnız bırakmadı ve 82 yaşında eşiyle beraber hayatına son verdi.

Jerzy Kosinski: Musevi asıllı Amerikan yazar, üretemediği ve yazamadığı için bir süre bunalım geçirdi. 58 yaşında evinin banyosunda kafasına naylon poşet geçirerek hayatına son verdi.

Gilles Deleuze: Hastalık ve yaşlıklıktan düşkün duruma düşmesi ve artık yazı yazamaması sonucunda 70 yaşında girdiği bunalım sonucu pencereden atlayarak intihar etti.



İşlerin ters gittiği bir ülkede, bir zamanlar zengin ve soylu bir adam, kendisinden iyilik dilenen fakir bir adamı sille tokat yanından uzaklaştırmaya çalışıyordu. Gördüğü muamele karşısında fakir adam oradan kaçmaya başladığında ise, bu kez, adamın arkasından bir taş attı.

Bunu görenlerin canı sıkıldı. Fakat bir şeye hiç anlam veremediler. Fakir adam atılan taşı ne diye yerden alıp cebine koymuştu acaba?

Bunun cevabını kimse bilemediği gibi, adamın o andan itibaren taşı hep yanında taşıyacağını da hiç kimse düşünemedi. Ama adam aynen öyle yaptı. Günler geçti, yıllar geçti derken, bu fakir adamı taşlayan zengin adamın başına bir felâket geldi. Adam bir dolandırıcılık işine karıştığı için ülkenin sultanı tarafından bütün servetine el konulmuştu. Ayrıca, o yöredeki

âdete göre, bir eşeğin sırtına ters binmiş halde şehrin her tarafında dolaştırılıp teşhir edilecekti. Şehrin sokakları arasında dolaştırılırken adamın duyduğu hakaretlerin haddi

hesabı yoktu. Seyredenler arasında, o adamın kendisine attığı taşı hâlâ cebinde saklayan fakir adam da bulunuyordu. Kendisine hakaret edip dövmeye kalkmış bu adamı kolayca tanımıştı.

Fakir adamın eli hemen cebine gitti, taşı aldı, bir vakitler onu aşağılamış olan adama atmak üzere elini havaya kaldırdı ve tam o anda sanki bir iyilik meleği tarafından uyarılmışçasına birden taşı yere bıraktı ve üzgün bir yüz ifadesiyle oradan uzaklaştı.

Fakir adam taşı yere atıp giderken kendi kendine şöyle diyordu:

“Zengin ve mutlu olduğu sürece düşmanımdan intikam almaya kalkışmak aptalca ve tehlikeliydi. Şimdi o düşkün bir haldeyken intikam almaya kalkışmak ise, insanlığa yakışmaz!”



İnsanlara yardım etmekle duyulan duyguya eşdeğer hiçbir sevinç ve hiçbir görev yoktur. Karanlıklarla dolu bir dünya; yollarını kaybetmiş milyonlarca insan; kalplerinde hüzün ve dertler bulunan sayısız insan ve her sabah kalktıklarında, o günün neler getireceği korku ve kaygısı içinde bulunan insanlar…

Bir insana ihmal edilmediğini, tek başına ya da unutulmuş olmadığını, tersine, sonsuz sevginin kollarıyla çevrili olduğunu anlatabilir ve biraz huzur bulmasını sağlayabilirseniz, işte o zaman büyük bir görevi başarmış sayılırsınız. Yaptığınız bu hizmet diğer şeylerden çok daha fazla önem taşır.

Yeryüzü yaşamının tüm amacı, uyuşup kalmış, pinekleyen canları, varlıklarının realitelerine kavuşmalarını sağlamaktır. Dünyanız, günlük faaliyetlerini rüya görerek geçiren canlı uyurgezerlerle doludur. Uyanık değildirler ve tüm realitelere karşı ölü gibidirler. Eğer bu insanlardan birine etki eder ve ilâhî közü canlı bir aleve çevirebilecek derecede körükleyebilirseniz, bu olay, hiçbir şeyle karşılaştırılamayacak ölçüde yüce bir davranıştır. İnsan, hayvan ya da hangi kalıpta olurlarsa olsunlar tüm yaradılanlara hizmet ederek Yüce Ruh’a (Yaradan’a) hizmet etmekten daha yüce bir din, daha yüce bir üstünlük olamaz.


Silver Birch
“Sevgi Ölümsüzdür” adlı kitaptan alıntıdır.
Ruh ve Madde Yayınları



“Geçmişi düşünmeden, anı değerlendiren, geleceği de kazanır.”


Kafamızın sağlam olması büyük ölçüde, içinde bulunduğumuz anı ne kadar yaşayabildiğimize bağlıdır. Bir gün veya bir yıl önce neler olduğu, ya da, ertesi gün neler olabileceğinin önemi yoktur. Sizin var olduğunuz yer, içinde bulunduğunuz andır. Bu her zaman böyledir.

Ne var ki, çoğumuz birçok şeyi aynı anda dert etme sanatında ustalaşmışızdır. Geçmişteki sorunlarımız ve geleceğe yönelik endişelerimiz yaşadığımız ana hükmettikçe, biz de kaygılarla ve ümitsizlikle dolu bir bunalıma gireriz. Bu durumdayken hayattan zevk almayı, önceliklerimizi ve mutluluğumuzu ileri bir tarihe erteleyerek, gelecekte “bir günün” bugünden daha iyi olacağına inanmaya çalışırız. Ne yazık ki, şimdi bize geleceğe bakmamızı söyleyen zihniyet, bunu hep tekrarlar ve o “bir gün” bir türlü gelmez. Yaşam biz başka planlar yapmakla meşgulken, çocuklarımız büyür, sevdiğimiz insanlar bizden uzağa taşınırlar, kimi ölür, bedenimiz giderek biçim değiştirir; bu arada hayallerimiz uçup gidiyordur. Kısacası, hayatı ıskalıyoruzdur.

Çoğu insan hayatını, sanki gelecekte kullanacağı bir elbisenin provasıymış gibi yaşar. Oysa, hiç öyle değildir. Kimsenin yarın burada olacağına güvencesi yoktur. Sahip olduğumuz ve kontrol edebildiğimiz tek zaman, içinde bulunduğumuz andır. Aklımızı yaşadağımız ana verebilirsek, içimizden korkuyu atabiliriz. Bu korku gelecekte olabileceğinden kaygı duyduğumuz olaylardır… İleride parasız kalabiliriz, çocuklarımızın başı derde girer, yaşlanacak ve öleceğiz, diye duyduğumuz endişelerdir.

Korkuyla savaşmak için en iyi yol, dikkatinizi tekrar şimdiki zamana döndürmektir. Bundan böyle dikkatinizi bulunduğunuz yere ve o ana vermeye çalışın. Gayretinizin karşılığını fazlasıyla alacaksınız.

Dr. Richard Carlson
Kaynak: Ufak Şeyleri Dert Etmeyin






- Unutma ! Gerçekte sen ne hissediyorsan, o her zaman doğrudur.
Hayatta senin için neyin doğru olduğunu, bir tek içindeki ses söyleyebilir. Dolayısı ile içindeki ses ile konuşmayı öğren. İçindeki sesin kendine has nedenleri vardır ki akıl hiçbir zaman anlayamaz. Bazen içindeki ses sana zor geleni yapmanı söyleyebilir… Korkma… ve içindeki sesi dinlemeye devam et…
- Her gün kendinle kalmak için zaman ayır ve kalbini dinle.
- Tüm diğerleri farklı hissedebilir, farklı düşünebilir ama bu senin hissettiklerinin yanlış olduğunu göstermez, sadece onlardan farklı olduğunu gösterir. Sadece, onların bakış açılarını anlamaya çalış. Hemfikir olmaya çalışma!
- Her yanlışında kendini acımasızca eleştirip üzme…
- Gereğinden fazla üzülmek, bugünün gücünü tüketir, yarınlarının güzelliklerini çalar. Aksine, başını okşa, kendini kucakla ve her şeyin geçeceğini kendine hatırlat. Yaşadıklarının senin için önemli bir ders olduğunu bil.
- Bu tecrübe ile aldığın bilgiyi incele, bir dahaki sefer için hazırlıklarını yap.
Kimsenin senin adına karar vermesine izin verme, ama başkalarının da haklı olabileceklerini unutma.
- Asla başka insanlar üzülmesin diye kendini üzme. Unutma! Sen kaldırabiliyorsan onlar da kaldırabilir.
- Her zaman ama her zaman, mutlaka kendine iyi davran.
Sen buna layıksın !
- Hayatta en büyük dostun sen olabileceği gibi, en büyük düşmanın da sen olabilir. Seçimini yap ve kendin için dost mu yoksa düşman mı olacağına karar ver.
- Yaşamdaki tüm acılarını atlatabilirsin, her şeye rağmen mutlu olmayı başarabilirsin, istersen kötü alışkanlıklarını bırakabilir ve her zaman yeniden başlayabilirsin. Bugün, hayata yeniden başla! ilk adımın kendini bağışlamak olsun! Tıpkı kasvetli ve bulutlu bir havanın ardından kendini gösteren güneş gibi olabilirsin. Ve aynı güneş gibi, ay gibi, her gün ve her gece bıkmadan usanmadan yeniden doğabilirsin.
- Asla tecrübe kazanmaktan kaçma… Ne kadar zor olursa olsun, yeniden ayağa kalk ve devam et! İnan bana, o tecrübelere ihtiyacın var…
- Unutma! Yapılacak daha nice yeni hatalar var, öğrenilecek daha nice yeni dersler var, tekrar tekrar aynı hatalara düşmek niye?
- Her şey sende gizli. Hayatın kötü bir yola girmişse, direksiyondakinin sen olduğunu hatırla! Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnız, güçlü hissettiğin kadar güçlüsün.

Seçimi yapacak olan sensin!




Dostum, güneşe bak, toprağa bak,suya bak,buluta bak; fakat, arkana bakma....
Kimin geldiği önemli değil,kimin gelmediği de...
Unutma, yolcu değişir, yol değişir, ama menzil değişmez.
Yolcuya bakıp, yolunu tanıma.
Yola bak, yolcuyu tanı, yolcu hakkındaki kıymet hükmünü ona göre ver.
Vahim olan, yolun yolcusuz olması değil; Asıl vahim olan yolcunun yolsuz olmasıdır;
Yolsuz, hedefsiz, amaçsız, şaşkın, hercai ve seyyal.....
' En doğru yol:En dikensiz yoldur' diyenler seni aldatıyorlar.
Onlar, karanlık evlerinde kaybettiklerini sokak lambasının altında arayan şaşkınlardır.
Aldırma....
Ayağına batan dikenler, aradığın gülün habercisidir.
Dikenine katlanmaktan söz edenler, aşıkmış gibi davrananlardır.
Gerçek aşık olanlarsa, dikenini de seveler.
Dostum, yollar yürümek içindir.
Fakat,şu gerçeği de hiç unutma:
Yürümekle varılmaz, lakin varanlar yürüyenlerdir.
Yol boyunca; Yola çıkıp da yürümeyenleri, yola oturup, gelen-geçenin ayağına çelme takanları, yoldan metafizik uyuşturucularla keyif çatanları, tel
örgülerle çevirdiği yolu kendisine zindan edip volta atanları, maratona 100 metre koşucusu gibi hızlı gidip, 50.metrede yola yatanları, yürüyüşün uzun
ve yolun zahmetli olduğunu görünce, yolculuk üzerine zar atanları, yürümeyi bırakıp, yol-yolcu ve menzil üzerine kalem oynatanları, ayağına batan tek
bir dikenin faturasını çıkarıp, ömür boyu tafra satanları, beyaz atlı kurtarıcıyı gözlemek için ufka bakıp bakıp dağıtanları, yanlış kılavuzlara
kızıp yolu satanları göreceksin.
Aldırma, yürü. Göğsüne yüreğinden başka muska takma.
Vahiy haritan,
Nebi kılavuzun,
Akıl pusulan,
İman sermayen,
Amel azığın,
Sevgi yakıtın,
Ahlâk karakterin,
Edep aksesuarın,
Merhamet sıfatın,
Şeref ve izzet adın olsun.
Doğru yol:
İnsanların çoğunun gittiği yol değildir,düşünen öz akıl sahiplerinin yoludur.
Yolda vereceğin her molayı öz eleştiri durağında vermelisin.
Unutma, tevbe özeleştiridir.
Her molada yolda olup olmadığını, yürümen gereken menzil istikametinde yürüyüp yürümediğini kontrol etmen, pişman olmaman için elzemdir.
Yön tayini sık sık gerekli olabilir.

 ♥ Haritayı saklayabileceğin en güvenilir yerin yüreğindir.' ♥


Alıntıdır...



Kaderin gerçek efendisi olmak için
Önce 'kendini tanıyan' olmalısın
Sonsuz çağlardır doğmayan veya ölmeyen...
Ejderhanın kanatları arasında rahatça dinlendiğinde,
Gölgeler sonsuza dek kaybolacak ve sana
İçinin bildiğini bırakacaktır... Çünkü bu,
Hayal zamanlarından kaçan ömürlerin değil
Varolmuş, varolan ve yine varolacak
Saatin asla onun için çalmayacağı
Gerçek bir adamın bilgisidir!"

Druid MERLIN



Karamsar olmak zor değil,
zor olan çılgın bir fırtınadan
sonra gökkuşağı gibi gülümseyebilmektir…
Kucaklamaya kollarının yetmeyeceği bir ağaç,
bir tohumla baslar.
En uzun yolculuklar ise, bir adımla baslar.
Gerçek sevgiler ise bir tebessümle baslar…
Annem her fırsatta çocuklarına güneşe doğru
zıplamalarını öğütlerdi.
güneşe ulaşamazdık ama hiç olmazsa
ayaklarımız yerden kesilirdi...

Zora Neala HURSTON





Çok fazla düşünmenizi istemiyorlar. Bu yüzden ülkemiz ve tüm dünya gün geçtikçe eğlenceyle, medyayla, televizyon programlarıyla, lunaparklarla, uyuşturucuyla, alkolle ve aktivitelerin her çeşidiyle dolu hale geldi, insanların zihnini meşgul tutmak için.

Yani çok fazla düşünmeniz, önemli insanların işine gelmiyor.

Uyanmanız ve anlamanız gerek ki, hayatınızı yönlendiren insanlar var ve siz bunun farkında bile değilsiniz.”

Jordan Maxwell
Zeitgeist (2007) belgeselinden alıntıdır