YAŞAMA DAİR YAZILAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YAŞAMA DAİR YAZILAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster


Çin Bambu ağacının yetişmesi, olumlu ısrar için güzel... bir örnektir.

Çinliler
bu ağacı şöyle yetiştirir:
Önce ağacın tohumu ekilir, sulanır ve gübrelenir.
Birinci yıl tohumda herhangi bir değişiklik olmaz.
Tohum yeniden sulanıp gübrelenir. Bambu ağacı ikinci yılda da toprağın dışına filiz vermez.
Üçüncü ve dördüncü yıllarda her yıl yapılan işlem
tekrar edilerek bambu tohumu sulanır ve gübrelenir.
Fakat inatçı
tohum bu yılda da filiz vermez.
Çinliler büyük bir sabırla beşinci
yılda da bambuya su ve gübre vermeye devam ederler.
Ve nihayet
beşinci yılın sonlarına doğru bambu yeşermeye başlar ve altı hafta gibi kısa bir sürede yaklaşık 27 metre boyuna ulaşır.

Akla gelen
ilk soru şudur :
Çin bambu ağacı 27 metre boyuna altı hafta da mı
Yoksa beş yılda mı ulaşmıştır?
Bu sorunun cevabı tabii ki beş yıldır.
Büyük bir sabırla ve ısrarla tohum beş yıl süresince sulanıp gübrelenmeseydi ağacın büyümesinden hatta var olmasından söz edebilir miydik ?...

Bir
başarının şartları her zaman çok basittir.
Bir süre için çalışın,
Bir
süre tahammül edin.
Her zaman inanın

Ve hiç bir zaman geri dönmeyin...






Bir gün sormuşlar ermişlerden birine:

-Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır? -Bakın göstereyim, demiş, ermiş:

Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da 'derviş kaşıkları' denilen bir metre boyunda kaşıklar. Ermiş sofradakilere,

"Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz." diye bir de şart koymuş. Peki!" deyip içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.

 Bunun üzerine, "Şimdi.." demiş ermiş:

-Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe. Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyurun." denilince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.

"İşte!" demiş ermiş ve eklemiş:


-Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa, o da kardeşi tarafından doyurulacaktır. Şüphesiz ve şunu da unutmayın, hayat pazarında alan değil, veren kazançtadır daima.

Hepimizin sofrasında, yüreğinde; sevgi, dostluk, kardeşlik olsun...

Hepimizin mahremiyetine yapılan baskılar, bizlere içsel tenhalıklara, yalnızlıklara çekilip nasıl yok olacağımızı öğretir; birileriyle beraberken yalnız kalmakta hepimiz ustalaşmışızdır.

Senden çok bana ait bu, der hırsızlık eylemi: Bana ait; çünkü ona benim daha çok ihtiyacım var; benim yaşam safhama daha çok uyuyor, sana küçülmüş zaten.

Hepimizin hayat tarzı, tavizlerimiz, küçük ayak uydurmalarımız -hepsi de geçiciydi, hiçbiri uzun süremezdi.

Yasalarla koruyarak ya da demokrasinin çekici bir fikir olduğunu düşünerek demokrasiye ulaşamazsın. Bizse bunu hep yaptık. Bir tarafta "Sen iyi bir kızsın; sen kötü bir kızsın" yargıları, kurumlar, hiyerarşiler ve emir-komuta zincirinde bir halka; öteki yandaysa demokrasiyi dayatan yasalar çıkarmak, habire amma da demokrat olduğumuzu söylemek.

"Şey", kısaca, iflah olmaz cahilliğin ya da iflah olmaz farkındalığın karşılığı olan bir sözcüktür.
....

Doris LESSİNG




Herkes biliyor ki: Herkes için her şey olamazsın Her şeyi bir anda yapamazsın. Her şeyi mükemmel yapamazsın. Her şeyi herkesten iyi yapamazsın. Sen de herkes gibi bir insansın. Öyleyse: En azından, birisi için önemli bir şey ol. Bir anda sadece bir şey yap. Bir şeyleri hep eksik bırakacağını hatırla. Bir şeyi herkesten iyi yapmaya bak. Böylece hiç kimsenin senin gibi olamadığını gör. Herkesin herkes gibi olmaya çalıştığı yerde, sen sen ol, böylece herkesten daha iyi ol.

Kendini kendinden çıkar
Yaşın kaç ise, bir o kadar rakamı yaşından çıkar ki geriye sıfır kalsın. Hayata başladığın güne git. Doğduğun gün ağzından çıkan ilk çığlığı hatırla. Şu anda yaşadığın şehirde bir günde yüzlerce, binlerce bebek doğuyor. Hepsi de bir çığlıkla karışıyorlar hayata. Seni en çok sevenler bile seni sen varolduğun için sevdi. Şimdi sen, seni sen yokken bile seven birini düşünmek istemez misin? Seni sen var olduğun içen sevenleri hatırladığın kadar, seni sevdiği için var edeni hatırlamak istemez misin?

Kendini kendinle çarp
Bu sabah aynaya bir bak. Bakalım kimi göreceksin. Elbette yeryüzündeki bütün insanlara benzeyen bir insan yüzü. Kaşları, gözleri, yüzü, burnu, kulakları, saçları ile sen de herkes gibi bir insansın. Ama aynada herhangi bir insanı görüyor değilsin. Kendini görüyorsun. Tümüyle sana özel, sadece senin için yaratılmış bir yüz görüyorsun. Yani senin yüzün gibi başka bir yüz yok. Onun için yüzüne bakanlar seni, sadece seni görüyorlar. Seni tanıyanlar yüzünden tanır, sevenler yüzünü sever. Herkese benzeyen birini değil. Bütün zamanlarda, senin yüzün gibi bir yüz olmadı, senin yüzün gibi bir yüz olmayacak.

Kendini kendine böl
Etrafına bir bak. Ne kadar çok insan ne kadar çok şey peşinde koşuyor. Çok para, çok mal, çok yer, çok iş, çok yemek, çok araba, çok tatil, çok çok...Ne kadar telaşla yaşıyorlar. Herkesin çok acelesi var, çok telaş içindeler, çok koşturuyorlar, hep bir yerlere yetişmek istiyorlar. Durup kalsalar kaybedecekler sanki.. Koşturmasalar ellerindekileri düşürecekler gibi. Nefes alıp verebildiğin için, güneşe çıplak gözle bakabildiğin için, rüzgârı hissedebildiğin için mühimsin. Yaratıldığın için önemlisin. Kendini kendine bölersen, eline tam tamına bir 1 geçecek. Ne yarımsın, ne eksiksin, ne de kimselerin seni tamamlamasına ihtiyacın var. Sen mühimsin.

Alıntı






Karımı 1998'in sonbaharında kaybettim...

Yedi senelik evliliğimizin iki senesini kanser tedavisi için hastanelerde geçirmiştik.
Karım, her evlilik yıl dönümümüz de ikimizin fotoğrafını çerçeveler, ‘‘Bunlar bizim hayatımızın gölgeleri’’ derdi.
Öldüğünde, yedi tane resmimiz vardı.

97'in bir gecesinde onu aldattım.

Oysa, ona sürekli onu ne kadar çok sevdiğimi ve sonsuza kadar sadık kalacağımı söylerdim.

Ölmeden iki hafta önce yine aynı şeyi tekrarladım.

Tuhaf bir gülümsemeyle baktı bana ve sadece:

- Biliyorum dedi.

***

İzmir'e kar yağdığı gün, yani bir ay önce, evdeydim.

Fotoğraflarımıza bakıyordum yine.

Her çerçevenin altında bir harf olduğunu ilk kez o gün fark ettim.

A.

R.

K.

A.

S.

I.

N.

Gerisi için yılları yetmemişti.

Ama sanırım ‘‘Arkasına bak’’ filan yazmaya niyetlenmişti.

Hemen çerçevelerin arkasına baktım.

Hiçbir şey yoktu.

Sonra bir şey dürttü beni, hepsini teker teker söktüm.

***

İnanabiliyor musunuz, her birinin arkasından bir mektup çıktı!

Geçirdiğimiz her sene için sevgi dolu sözler yazmıştı.

1997'deki resmimizin içinden çıkan zarf ise simsiyahtı.

Ve içinden şu sözler çıktı:

‘‘14 Mart 1997/ Gözlerin bana başka birine dokunmuş gibi baktı/ Söylemene gerek yok, biliyorum...’’

***

2002'deyiz.

Onu kaybedeli 4, aldatalı 5 yıl oluyor.

İçim acıyor şimdi.

Çünkü kadınlar biliyor, hissediyor...




Alıntı…



Nefesinizin ve sağlığınızın değerini bilin..
Heyecanınızı ve içinizdeki çocuğu yitirmeyin..
Doğayla bütünleşin.. …
Sevginizi esirgemeyin ..
ve içinizde tutmayın sık sık paylaşın..
Sıkı sıkı sarılın ki sevginiz çoğalsın..
Sağlıklı beslenin..Ama arada çikolatayı unutmayın..
Yaşamınızdaki tüm güzellikler için şükran duyun..
Asla pişmanlık duymayın..
Affedici olun ki yüklerinizden kurtulun..
Eskiyi atın yeniye yer açın..
Geçmişin acıları ve geleceğin kaygısı yerine anı yaşamaya çalışın..
Bol bol gülümseyin..
Egzersiz yapın ,bedeninize iyi bakın..
Mümkünse sevdiğiniz işi yapın..
Hobiler edenin..Resim,müzik .dans..sizi ne mutlu ediyorsa..
Yaşamı ertelemeyin ve sevdiklerinize zaman ayırın..


Alıntı












Sen huzurlu olduğunda, insanlar sana yaklaşır;
Huzursuz olduğunda uzaklaşır…
Bu o kadar fiziksel bir olaydır ki; kolaylıkla gözlemleyebilirsin.
Ne zaman huzurlu olsan, herkesin sana yakın olmak istediğini hissedeceksin;
Çünkü huzur, etrafında bir titreşim yaratır.
Etrafında huzur halkaları hareket edecek ve her kim yaklaşırsa, bir ağacın gölgesine
girip, rahatlamak ister gibi, sana daha yakın olmayı arzu edecek.
Unutma; başkalarına ancak sahip olduğun şeyi verebilirsin.
Sen mutluysan, sadece orada bulunman bile, diğer insanların mutluluğunu tetikleyecek.
Senin müziğin, senin dansın mutluluk dalgaları yaratacak, neşen sana yaklaşan
herkese bulaşacak.


OSHO

















“Ama” sözcüğü, kendinden önce söylenen her şeyle çelişse ve onları olumsuzlasa da doğru olan bir şeyi söylemek için kullanılır.

Başarı arayışınızda iletişim kritiktir. İster işyerinizde olsun, isterse sosyal çevrenizde, her gün temas kurduğunuz insanlarla yüksek kaliteli iletişim kurmadan başarılı olamazsınız.

En iyi iletişim kuranlar, en başarılı olanlardır. Zayıf iletişim, başkalarının algılama, anlama ve size tepki verme biçimlerini etkiler. Günlük diyaloglarınızda “ama”yı kullanan biriyseniz, bu, çift taraflı kılıç etkisi yapar ve başkalarının gözünde aşağıdakilerden biri olarak görünmenize neden olur.

“Ama” sözcüğünün yanlış kullanımından kaynaklanan bir numaralı anlam...

“Ama” sözcüğünü aşağıdaki örneklerde gösterildiği gibi kullandığınızda, kendinizle çelişir ve işini yapmayıp bahane uyduran kişi durumuna düşme riskiyle karşı karşıya kalırsınız.

Profesyonel ya da kişisel yaşamınızda kullanmış olabileceğiniz örneklerden bazıları şöyledir:

 “Toplantıya zamanında gelecektim; ama, saati kaçırdım.”

“Daha başarılı olmayı isterdim; ama, bir üniversiteye ya da koleje gitme şansım hiç olmadı.”

“Daha zayıf ve formda olmayı isterdim; ama, egzersiz yapacak zamanım yok.”

Sanırım, ne demek istediğimi anladınız. Başarılı, motive ve kararlı görünmek isteyen biri olarak, başkalarının nezdinde sürekli bahane uyduran biri izlenimi vermek istemezsiniz.

“Ama” sözcüğünün yanlış kullanımından kaynaklanan iki numaralı anlam...

“Ama” sözcüğünü aşağıdaki örneklerde olduğu gibi kullandığınızda, olumsuz görünen ve konuşan biri olarak algılanmanıza neden olabilir. İnsanların sizin için çalıştıkları ya da size rapor ettikleri bir pozisyondaysanız, bu durum, elbette ekibinizin moralini bozacak ve onları yetkisiz kılacaktır.

Örnek:

“Sunumunu beğendim; ama, bunu daha önce hiç yapmadık.”

“İlerleme kaydettik; ama, hâlâ sayıca eksiğiz.”

“Hediye için teşekkür ederim; ama, bu rengi sevmem.”

Şu ana kadar şöyle bir soru sorabilirsiniz (bir radyo spikerinin derin sesiyle): “Pekala, beni bahane uyduran biri gibi göstermemesi ya da olumsuz biri gibi algılatmaması için hangi sözcüğü kullanmalıyım?”

Her anlamdan birer örnek alıp olumlu, güçlü ve proaktif yaklaşımı örnekleyelim.

“Toplantıya zamanında gelecektim ve saati kaçırdığım için özür dilerim. Bu andan itibaren toplantıya zamanında gelme konusunda daha dikkat edeceğim.”

“Sunumunu beğendim ve böyle bir şeyi daha önce hiç yapmadık. Başarılı olmak için gerekli tüm kaynaklara sahip olabilmek üzere birlikte çalışalım.”

Olumlu sözcük “ve”yi kullanarak ve takip eden diyalogu dikkatle seçerek, olumsuz bir durumu olumluya çevirebilirsiniz.

Şu sözümü unutmayın; “Yaptığınız her eylem, ne kadar büyük ya da küçük olursa olsun, yaşamda yaptığınız her şeyi tanımlar.” Tanıdığınız başarılı insanlara bakın ve iletişim kurma biçimlerini inceleyin. Başarı formüllerinin, kullandıkları sözcükler ve tonlama olduğunu göreceksiniz.

 Hemen bugün harekete geçin ve büyük “ama”nızdan kurtulun.


Keith A. SHAW


Vehbi Koç'un tüm iş hayatı boyunca sıkı sıkıya sarıldığı prensipleri vardı. Bu prensipler şöyleydi:


1. Hiç kimse tek imzayla şirketi töhmet altına sokmayacak.

2. Kardeşin ya da kocan bile olsa umumi vekaletname vermeyeceksin.

3. Verdiğin vekaletnameler muayyen süreli ve bir işe dönük olarak verilecek.

4. Birlikte çalıştığın kimselerle özel hayatında arkadaşlık etmeyeceksin, içli dışlı olmayacaksın.
Onlarla ilgili kararlar almakta zorlanırsın.

5. Verdiğin hiç bir siparişin borcunu unutmayacaksın. Hediye başka sipariş başkadır. Bir paket sigaranın bile borcunu ödeyeceksin.
Hediye daima pahalıya patlar.

6. İbadetini gösteriş için yapmayacaksın. Allah'la kulun arasına kimse giremez.

7. Toplantılara hazırlıklı gideceksin. Gündemin olacak. Karşı tarafın gündemini isteyeceksin.

8. Her toplantının zabtı toplantı sonrası yazılacak. İleride, karşı taraf ne sormuş, sen ne söylemişsin yazılı olarak kalacak.

9 . Siyasilerle konuşurken kendini zabıt tutacaksın.

10. İçkiliyken bahse girmeyeceksin. Şirket işlerini konuşmayacaksın. Az konuşup, çok dinleyeceksin.

11. Elde ettiğin bilgilerin bir kısmını çalışma arkadaşlarınla paylaşacaksın.

12. Almak istediğin kararı çalışma arkadaşlarınla birlikte alacaksın ki sonradan takip etsinler ve sorumluluk alsınlar.

13. Kimseye kefil olmayacaksın. Sonradan kötü kişi olacağına, baştan kötü olmak daha iyidir. Ama gönlün arzu ediyorsa para verip unutacaksın.

14. Düşmüş dostunu arayacaksın.

**********

Merhum iş adamlarımızdan Vehbi Koç’un iş hayatı süresince uyguladığı prensipler ki bunlardan birkaçını başka yerde de okuduğumu hatırlıyorum ama benim için en önemlisi 4.madde yani “Birlikte çalıştığın kimselerle özel hayatında arkadaşlık etmeyeceksin, içli dışlı olmayacaksın.
Onlarla ilgili kararlar almakta zorlanırsın.” olanı… Katılmamak mümkün değil. Çünkü hepimiz de bu maddeyi hayatımızda en az bir kez olsun yaşamış ya da yaşamak zorunda kalmışızdır. Kendi adıma diyebilirim ki bu yaşıma kadar edindiğim tecrübelerimden yola çıkarak, ne zaman ki çalıştığım yerlerde arkadaşlarımla aram çok iyi yani diğer bir deyişle  sıkı fıkı olmuştur, bir müddet sonra da en basit bir şey yüzünden bozulmuştur. Başlangıçta niyet elbette bir şeyler paylaşmaktır ki her şeyden önce günümüzün büyük çoğunluğunu birlikte çalıştığımız mesai arkadaşlarımızla geçirmekteyizdir. Ama bir süre sonra her nedense belki de insanların birbirini aşırı derecede sahiplenmesinden mi diyelim yoksa kıskançlık duygusunun gelip de içimizi bir kurt gibi kemirmesinden midir bilinmez ama gerçekten de iş yerindeki ile özeldeki arkadaşlarımızın yerini belirlemek zorundayız. Adı üstünde olduğu gibi bir tarafta çalıştığımız süre içinde birlikte vakit geçirdiklerimiz, diğer tarafta ise sevincimizi, mutluluğumuzu, hüznümüzü … paylaştıklarımız. Hangisi daha öncelikli diye sormanın da bir gereği yok çünkü sonuç belli. Özel hayatımıza dahil ettiğimiz ve bizler için çoğunlukla vazgeçilmez olanlar…Sonrasında üzülmemek adına…

Sevgiler, 
Mehpare ÖĞÜT




"Önce kendini fark etmeli insan"
  

Herkesin bir değeri vardır ve bunu öncelikle kendisi fark etmelidir.

Kendime göre çıkardığım sorgulamayı kendi hayatımdan tarif ederken, bir orta yaş kadının örneği olarak sıraladım.

Yaşamda gerekli olan insana hizmetin önemini uygulamanın farkındayım.

Mutlu olmanın hakkım olduğunun farkında olarak, kendimi keşfetmemin farkındayım.

Mutluluğun bir bedel karşılığı olduğunun ve sonucunun yine kendime kattığı değerin farkındayım.

Mutluluğun zaten kendi içimizdeki güç olduğunun ve bunu meydana çıkarmayı başarmış bir kadın oluğumun farkındayım.

Mutluluğun tek başına yaşanmayacağının farkındayım.

İnsana yapılan emeğin boşa gitmeyişinin farkındayım.

Mutluluk başkalarına attığın damladır ve bana dönen göl olduğunun farkındayım.

Mutlu ama imkanları kısıtlı bir kadın olarak, benden daha fazla imkan sahibi olan bazı kadınların, marka giysileri, bindikleri lüks arabaları, lüks evlerini, yazlıklarını marifetmiş gibi övünürlerken; ben kendi zenginliğimin (içinde para, mülk ve benzerleri olmasa da) farkındayım.

Mutluluğun insanın içindeki bir sır olduğunu ve bunu hayatıma geçirmiş olmanın bilincinde ve farkındayım.


Kendim mutlu olurken ailemi ihmal etmediğimin ve bunun çok zor olduğunun farkındayım.

Kimseyi  memmun etmek zorunda olmadığımı, ama vicdanıma göre herkesi saymam gerektiğinin farkındayım,

Yaşamda bencil insan sayısının olduğu gibi, kıymet bilenlerin de olduğunun farkındayım. Bu konuda tanrının beni görüp gözetlediğinin farkındayım.

Yaşantıma kattığım değerlerin, çok gezmek, çok okumak, çok insan tanımak olan gerçeğin, hayat okulunun yaşamıma işlenmesinin, başkasının bana sunduğu hazır nimet olmadığını ve buna çok emek verdiğimin, bedel ödediğimin farkındayım.

İnsan ve kadının çok önemlli olduğunun ve buna zaman ve emek harcadığımı kim nasıl değerlendirir bilemem ama kötü bir şey  yapmadığımın farkındayım,


4 yıllık zamana yayılan özellikle bilgelik kitabını her gün okuyup hayatıma geçiren ve beni benim içimdeki insana götüren bilginin önemini biliyorum ve ben bunun farkındayım. İçeriğini bilmeyen, okumayan insanların beni kırıp döktüğünü ve hoşgörüyle sustuğumun ben de farkındayım. Aynı  konuda öğrendiğimi hayatıma geçirirken bilmişlik olarak, kendi sözünün doğruluğunu dayatıyor diyen insanları da hoş görüyorum ve ben bunun farkındayım. İnsanların canımı acıtarak öğretecekleri çok şey var anlaşılan… Bu konuda da çalışmam gerektiğinin farkındayım. Çünkü hayat bir okul, bende içinde hiç bitmeyecek dersini alan bir öğrenciyim, bunun da farkındayım.

İnsanın insana ayna olduğunun ve aynanın arkasındaki gerçek bir sırrın bulunduğunun farkındayım. Bunu her insan bilemeyebilir, ben gerçeği görüp 3 üncü gözümün açıldığının farkındayım. Ne mutlu bana derken, buralara gelmenin çok sancılı olduğunun da farkındayım.

Etrafımda güzel insanlar olduğunu ve olmamış insanların da birgün beni anlayacaklarının farkındayım ve ayrıca görmeyip anlamak istemeyenler olacaktır; ben onlara olmuşluğumla yaklaşırsam “insanım” diyeceğim.  O zaman ham meyveyle olmuş meyvenin eyrımını başkaları yapacaktır, dert etmiyorum.
Kimin nasıl düşündüğünü kurgulamak yerine benim ne yaptığımın önemli olduğunun farkındayım.
Kısacası kişisel gelişimin her alanından aldığım derslerin önemini büyük küçük demeden, etrafımda söylerken buna bozulanlar, illa kendi dediği doğrudur, saçma şeylere kendini kaptırıyor diyenleri hoş görerek; zamanın herkese ilaç olacağının farkındayım.
Bu tür konularla ilgilenilmesinin önemli olduğunu duymak görmek bir başka mutluluğumdur. Dileğim etrafınızdaki insanlardan kendi içlerindeki cevherleri fark edenlerin, sayılarının çoğalmasıdır. Mutlu insan fedakar insandır, özverili insandır, bedelli insandır. Tanrım mutluluğunuzu bozmasın! Yolunuz açık, ışığınız daim olsun!


İnsaf KILIÇ (AGİKAD Ankara Girişimci Kadınlar Derneği Başkanı)

-o-o-o-o-o-o-o-o-o-o-o-o-o-o-o-o-o

NOT : Bu yazı mail adresime dahil olduğum bir grup üzerinden gelmiştir. Çok beğendiğim için de siz blog okuyucularıyla paylaşmak istedim....







Adamın biri her zaman olduğu gibi saç ve sakal tıraşı olmak için berbere gitti.Onunla ilgilenen berberle güzel bir sohbete başladılar.Değişik konular üzerinde konuştular.Birden Allah İle İlgili Konu açıldı.Berber:
Bak adamım,ben senin söylediğin gibi Allah’a inanmıyorum"
Adam:"Peki neden böyle diyorsun?"Berber:"Bunu açıklamak çok kolay!Bunu görmek için dışarı çıkmalısın.Lütfen bana söyler misin,eğer Allah Var Olsaydı,bu kadar çok sıkıntılı,hasta insan olur muydu,terk edilmiş çocuklar olur muydu?Allah olsa kimse acı çektirmez,birbirini üzmezdi.Allah olsaydı bunların olmasına izin vereceğini sanmıyorum..."
Adam bir an durdu ve düşündü,ama gereksiz bir tartışmaya girmek istemediği için cevap vermedi.Berber işini bitirdikten sonra dışarı çıktı.Tam o anda caddede uzun saçlı ve sakallı bir adam gördü.Adamın bu kadar dağınık göründüğünden belliydi ki tıraş olmayalı uzun süre geçmişti.Adam berberin dükkanına geri döndü:"Biliyor musun ne var bence berber diye bir şey yok."
"Bu nasıl olabilir ki?Ben buradayım ve bir berberim"
"Hayır yok,çünkü olsaydı,caddede yürüyen uzun sakallı ve saçlı adamlar olmazdı"
"Hımm berber diye bir şey var ama o insanlar bana gelmiyorsa ben ne yapabilirim ki?"dedi berber düşünceli bir hal ile...
Ve adam işte o Akledebilenlerin Anlayacağı Cevabı verdi:

"Kesinlikle doğru! Püf noktası bu!Allah Var ve insanlar O'na gitmiyorsa,bu gitmeyenlerin tercihi.İşte dünyada bu kadar çok acı ve keder olmasının nedeni!!!








Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu izlemekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama, küçük bir dükkan için yeterliydi. Onların en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle.. Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti.Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkandan dışarı fırlayıp:

- Küçük!. diye seslendi. Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika!.
Çocuk, ona dönerek:
- Gerçekten çok güzeller!. diye tebessüm etti. Ama benim bir bacağım doğuştan eksik.
- Bence önemli değil!. diye, atıldı adam. Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki!. Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı ya da vicdanı.
Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:
- Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi.
Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp:
- Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?
- Çok basit!. dedi, adam. Eğer yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak. Hatta sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükafat görecekler...
Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işaret ederek:
- Baktığın ayakkabı, sana yakışır!. dedi. Denemek ister misin?
Çocuk, başını yanlara sallayıp:
- Üzerinde 30 lira yazıyor, dedi. Almam mümkün değil ki!.
-İndirim sezonunu, senin için biraz öne alırım!. dedi adam. Bu durumda 20 liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder. Çocuk biraz düşünüp:
- Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!. dedi. Onu kim alacak ki?
- Amma yaptın ha!. diye güldü adam. Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım.
Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek:
- Üstelik de öğrencisin değil mi? diye sordu.
- İkiye gidiyorum!. diye atıldı çocuk. Üçe geçtim sayılır.
- Tamam işte!. dedi adam. 5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!.
Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkana girdi. İçerdeki raflar, onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek
- Benim satış işlemim bitti!. dedi. Sen de bana, bunu satsan memnun olurum.
- Şaka mı yapıyorsunuz? diye kekeledi çocuk. Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?
- Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş.. dedi, adam. Antika eşyalardan haberin yok her halde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30- 40 lira eder.
Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları, üzerinden atabilmiş
değildi.Mutlaka bir rüyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:
- Bana göre 20 lira yeterli.. dedi. İndirim mevsimini başlattınız ya!..
Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu.
Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:
- Babam haklıymış!. dedi. 'Sakat olduğum için, üzülmeme hiç gerek yok!'
demişti.

* Her Rüzgar Savuracak Bir Toz bulur,
* Her Hayat Yaşanacak Bir Can Bulur,
* Her Umut Gerçekleşecek Bir Düş Bulur
* Bulunmayacak Tek Şey Senin Benzerindir…

Alıntı..






Beyin öyle bir güçtür ki..

Kafadan geçen her düşüncenin bir talep olduğuna inanıyorum...

iyi şey ister güzel şeyler düşünürseniz cevabı aynen öyle gelir ,

Ama hep korku ve kuşkuyla yaşarsanız aynen bunları da çağırırsınız.

Trafik kazasından korkan insanlar hep kazaya uğrarlar. Eğer siz korkuyla yola çıkar ve hep bunu beyninizde kurgulayıp etrafa negatif enerji yayarsanız mutlaka şoföre kaza yaptırırsınız ama arabayı siz kullanıyorsanız ve böyle korkularınız varsa eğer sakın araba kullanmayın...

Çocuğuna aşırı korumalı ana ve babalarının çocuklarına hep bir şeyler olur yani biri bir taş atsa bile gelir sizin çocuğunuzun kafasını bulur o zaman siz şunu düşünürsünüz "onu kollayıp korumasam hep başına olumsuz şeyler geliyor.
Neden acaba ? Bu tıpkı (yumurtamı tavuktan çıkar, yoksa tavuk mu)'yu andırmıyor mu?

Öyle mutsuz bir toplum olduk ki birbirimize günaydın diyemiyoruz, bir araya geldiğimizde hep olumsuz olaylar konuşuyoruz, biri bize nasılsın dese iyiyim demeye korkar olduk, işler nasıl deseler, derhal şikayet etmeye ve her şeyin kötü ve daha da kötüye gittiğini söylüyoruz, hastalıklarımızdan ve ölümlerden bahsediyoruz yani dostlarla da sohbetin güzelliği , keyfi kalmadı.

Hep para olmadığından yakınıyoruz sanki bunu soran bizden para isteyecekmiş gibi. Aynen devam edin, neyi YOK diyorsanız, onu YOK etmeye devam edin, sürekli şikayet edip etrafa olumsuz ve zavallı görünerek her şeyin
bereketini kaçırın, ayrıcada bu kadar mızırdanma sonunda dostlarınızı da kaçırdığınızı fark edeceksiniz.

Sürekli param yok diyen insanlar paralarının bereketini öyle kaçırırlar ki bir gün gelir birde bakarlar gerçekten paraları bitmiş ama bu bitiş ani çıkan hesapta olmayan mecburi harcamalarda olabilir, sağlığa harcanması gereken miktarlar da olabilir.

Hep hastayım diyen insanlar mutlaka hasta olurlar beyin şartlanmaya görsün hangi hastalıktan korkup, çağırıyorsanız size onu getirir.

Allah zaten verilen nimetlere şükretmesini bilmeyen kullarından bu nimetleri bir müddet sonra almaya başlar.
Çevrenize bakın örneklerni çok göreceksiniz.

Gelin bundan sonra Nasılsın diyenlere
ÇOK İYİYİM ÇOK ŞÜKÜR demekle işe başlayın.

Öyle bir toplum olduk ki karşımızdakini yargılamaktan sevmeye zaman bulamıyoruz.

Oysa her yaşta sevgiye ihtiyacımız var.
Sevgi sunulmazsa sevgi değildir.
Neyi severseniz sevin ama içinizde yoğun sevgi duyguları olsun.
Birisine sevginizi söylediğinizde hareketlerle bunu pekiştirdiğinizde ona öyle güzel bir enerji yollarsınız ki, onun mutluluğunun enerji şeklinde size geri dönüşünden
aldığınız pozitifi başka hiçbir şeyde bulamazsınız.

Yeni bebeği olmuş bir anne eğer sıkıntıları varsa veya olumsuz bir kişiliğe sahipse lütfen en olumlu olduğunda bebeğini kucağına alıp onu çıplak tenine deydirsin.
Eğer bebeklerinizin huzurlu ve sağlıklı bir bebek olmasını
istiyorsanız onu sakin kavgasız gürültüsüz ve pozitif birortamda büyütmeye çalışın, Kızgınken, sinirliyken kucağınıza almamaya çalışın ve ona sınırsız sevginizi gösterin.
Öpün koklayın ve bilin ki bu günler çok çabuk geçecek ve
bilin ki çok çabuk büyüyorlar.

Bazı anne ve babalar çocuklarını çok sevdikleri halde bunu ifade edemez ve gösteremezler.


Neden ?

Ne zaman göstereceksiniz?
Tanrı'nın verdiği bu armağana sevgiyi en güzel şekilde göstermemiz bir şükür ve teşekkür değil mi ?

Beyin öyle bir güçtür ki ,

insan beyin gücünü kullanarak isterse kendini felç de edebilir, öldürebilir de, kanserini de yenebilir.
Yeter ki beynini şartlandırabilsin.
Beynimizde yaklaşık 13 milyar civarında sinir hücresi
vardır. Her bir hücre yaklaşık 7.3 kilo voltluk enerji açığa çıkarır.
Pratikte mümkün değil ama teorikte beyindeki tüm sinir hücrelerinin aynı anda enerjilerini saldığını varsayalım, yaklaşık 350 milyon kilo voltluk bir enerji açığa çıkar ki bu da büyük bir metropolün tüm elektrik ihtiyacını
karşılayacak güce sahiptir.
Size tıp kitaplarına girmiş bir olayı anlatmak istiyorum,

"Et taşımaya yarayan soğutuculu bir tren, temizlenmek için bir istasyonda duruyor..
İşçiler vagonları temizlemeye başlıyorlar, işçinin biri bir vagonu temizlerken diğer işçi o vagonu boş sanıp kapısını dışardan kilitliyor..
Biraz sonra tren hareket ediyor, ve bir durak sonra et almak üzere bir istasyonda duruyor.
Kapalı kalan işçinin vagon kapısı açıldığında işçinin
donarak öldüğü görülüyor.
Fakat bir bakıyorlar ki, vagonun ısısı normal ısıda yani dondurucuya geçirilmemiş.
Ama kapalı kalan işçi bunu bilmediği, donarak öleceğini sandığı için beyin aynen donmanın şartlarını hazırlayarak,
donmanın tüm belirtilerek göstererek vücudunu buna uyduruyor."..

Yani beyninizi olumlu şeylere kanalize edin .
Bazı insanlar vardır, hep konuşurken daha yaşasam
1-2 sene daha yaşarım diye konuşup sık sık bunu
tekrar ederler ve kendilerine adeta bir ölüm zamanı belirlerler.
Ben bu laftan çok korkarım ,eğer bunu inanarak söylerlerse beyinlerini öyle bir şartlarlar ki , öyle bir kurgularlar ki gerçekten dedikleri zamanda ölürler.
Bu yüzden kaç yaşında olursanız olun hep bir hedefiniz ve hayalleriniz olsun ki uzun yaşayabilesiniz.
İnsan hayal ettiği müddetçe yaşarmış.
Ne doğru bir laf değil mi?

Dün bitti. Dünün tekrarı yok aynı rüyalar gibi.
Yarın, hiç bilmiyoruz, iyi şeylerde olabilir kötü de .

Ama şu anımı biliyorum,ayağım kırık bu yazıyı yazıyorum ama eşim yanımda çocuklarım sağ ve ben bu yüzden dünyanın en mutlu insanıyım ve yarınımı da bilmediğim için bu anımı en iyi, en keyifli ve en pozitif şekilde
değerlendiririm.

Bilmediğim bir geleceği düşünerek de bu anımı zehir edemem.

Siz de böyle yapın ve hayatınızı birbirine karıştırmamak kaydıyla 3'e bölün.

Dün, bugün,yarın diye...

Biz ani stresleri çok severiz.

Çünki ani streste vücutta Adrenokortikotrop hormon (ACTH) artar ve hafıza, algılama, enerji süper olur.

Yani bu hormon strese karşı vücudun bir sigortasıdır.

Ama siz bu stresi kısır döngüye çevirirseniz yani sürekli beyninizde kurarsanız, hep bunu düşünürseniz, gelen olumlu şeylerin hepsi geri gider.

Yani unutkanlıklar, enerji kayıpları, isteksizlikler, migren, mide-bağırsak şikayetleri, uykusuzluklar, beyin tümörler, tansiyon iniş-çıkışları, vücudun muhtelif yerlerinde uyuşmalar, mutsuzluk, hatta depresyon ,kalple ilgili
şikayetler ve kansere zemin hazırlamış olursunuz.

Bunları kendinize niye reva göreceksiniz ki ?

Akıllı, kontrollü ve olumlu olmak yeterli.

Eğer büyük bir strese girdiyseniz kendinize hobiler bulun, yani kafanızı dağıtın.

Başka işlere kanalize olun ki stres yaratan faktörün etkisi az alsın veya sevdiğiniz, sizi mutlu eden şeylerle uğraşın.

Bunları da yapamıyorsanız dua edin, duaların insanlarda yarattıkları mistik etki onların pozitiflenmesini sağlar.

Ben evde sokakta bile hep iyilik diler ve hayır için dua ederim...

Saygılarımla,

Prof. Yıldız BATIRBAYGİL







Uzak dağlardaki kaynağından bir sel kopmuş.
Yeryüzünün tüm çukur ve tümseklerinden geçip sonunda kum çölüne ulaşmış.
Bir diğer engeli daha aşmak üzereymiş ki kuma hızla çarptığında, suyundan eksildiğini fark etmiş.
Ancak kaderinin, bu çölü aşmak olduğuna inanmış bir kere.
Peki, ama nasıl?
Birden, çölün derinliklerinden bir ses duyulmuş:
”Rüzgar çölü aşabiliyorsa, sel de yapabilir.”
Sel, kendini kuma çarpıp durmuş ve her seferinde biraz daha azalmış;
rüzgâr uçabildiği için geçebildi çölü, diye düşünmüş.
“Alıştığın yolla geçemezsin buraları.
Ya kaybolacaksın ya da bataklık olacaksın.
Rüzgârın, seni taşımasına izin vermelisin.”
Ama bu nasıl olacaktı?
“Kendini rüzgâra teslim ederek.”
Bu fikir, sel için kabul edilebilir gibi değildi.
Ne de olsa, daha önce hiçbir şeye teslim olmamıştı.
Kendi bireyselliğini kaybetmek istememişti.
Ve bir kere kaybederse, tekrar kazanıp kazanamayacağını kim bilebilirdi?
“Bu dedi kum, “rüzgarın görevidir. Suyu alır, çöllerin üzerinde taşır ve sonra tekrar akmasına izin verir.
Yağmur gibi yağarak, su tekrar nehir olur.”
“Bunun doğru olduğunu nasıl bileceğim?”
“Bu doğru ve eğer inanmazsan, bir bataklıktan öteye geçemezsin
ve bu bile yıllar alır; inan bana, sele de hiç benzemez.”
“Ama bugün olduğum gibi sel olarak kalamaz mıyım?”
“Hiçbir koşulda aynı kalamazsın,” diye fısıldadı kum.
“Özün taşınır taşınır tekrar sele dönüşür.
Bugün sana sel deniyor çünkü sen daha hangi parçanın özün olduğunu bile bilmiyorsun.”
Bunu duyar duymaz, selin düşünceleri yankılanmaya başladı.
Hayal meyal, bir zamanlar kendisinin –ya da acaba bir parçasının mıydı?
Ayrıca bunun yapılması gereken değil, yapmak zorunda olduğu bir şey olduğunu hatırladı.
Ve sel, buharını, rüzgarın şefkatli kollarına yükseltti,
bir dağın tepesine ulaştıklarında hafifçe yağmasına izin vererek gökyüzüne doğru kaldırdı.
Ve zaten şüpheleri olduğundan, sel bu deneyimin tüm detaylarını aklına kazıdı.
“Evet, şimdi öğrendim gerçek kimliğimi,” dedi.
Sel öğreniyordu.
Ama kumlar fısıldadı:”Biliyoruz, çünkü her gün bunu görüyoruz:
çünkü biz kumlar, her gün nehir kenarlarından dağlara yükseliyoruz”.
İşte, bu yüzden, Yaşam Seli’nin yolculuğuna devam edeceğinin
Kumlarda yazılı olduğu söylenir.

Bu güzel hikâye, 1899 yılında, İngiltere’de yayımlanan
Sir FairFax Cartwright’ın Mystic Rose from the Garden of the King aslı eserinde yer alır.

Bu versiyonu, 1870 yılında ölen Tunuslu yazar Awad Afifi’den alınmıştır.






Geçinmek için ne yaptığın beni ilgilendirmiyor.
Neyi özlediğini,
Kalbinin arzuladığı şeye kavuşmanın hayalini kurmaya cesaret edip edemediğini bilmek istiyorum.

Kaç yaşında olduğun beni ilgilendirmiyor.
Aşk için, hayallerin için, yaşıyor olma serüveni için
Bir aptal gibi görünme riskini göze alıp almayacağını bilmek istiyorum.

Ay'ının etrafında hangi gezegenlerin döndüğü beni ilgilendirmiyor.
Kederinin merkezine dokunup dokunmadığını, hayatın ihanetlerince açılıp açılmadığın, daha fazla acı korkusundan kapanıp kapanmadığını bilmek istiyorum.

Saklamaya, azaltmaya ya da düzeltmeye çalışmadan benim ya da kendi acınla oturup oturamayacağını bilmek istiyorum..

Benim ya da kendi neşenle olup olamayacağını, insan olmanın sınırlılığını hatırlamadan, bizi dikkatli ve gerçekçi olmamız için uyarmadan çılgınca dans edip coşkunun seni parmak uçlarına kadar doldurmasına izin verip vermeyeceğini bilmek istiyorum.

Bana anlattığın hikayenin doğru olup olmaması beni ilgilendirmiyor.
Kendi kendine dürüst olmak için bir başkasını hayal kırıklığına uğratıp uğratamayacağını; ihanetin suçlamasına dayanıp, kendi ruhuna ihanet edip etmeyeceğini bilmek istiyorum.

Güvenebilir ve güvenilebilir olup olamayacağını bilmek istiyorum.
Her gün sevimli olmasa da güzelliği görüp göremeyeceğini bilmek istiyorum.
Benim ve kendi hatalarınla yaşayıp yaşayamayacağını;
Bir gölün kenarında durup gümüş Ay'a "EVET!" diye bağırıp bağırmayacağını bilmek istiyorum.

Nerede yaşadığın ya da ne kadar paran olduğun beni ilgilendirmiyor.
Keder ve umutsuzlukla geçen bir gecenin ardından, yorgun, bitap da olsan,
çocuklar için yapılması gerekenleri yapıp yapmayacağını bilmek istiyorum.
Kim olduğun, buraya nasıl geldiğin beni ilgilendirmiyor.
Çekinmeden benimle ateşin ortasında durup durmayacağını bilmek istiyorum.

Nerede, kiminle, ne okuduğun beni ilgilendirmiyor.
Diğer her şey bittiğinde seni ayakta tutan şeyin ne olduğunu bilmek istiyorum.

Kendinle yalnız kalıp kalamadığını, ve o boş anlarda sana arkadaşlık eden kendini gerçekten sevip sevmediğini bilmek istiyorum.


Oriah Mountain Dreamer
(Kanadalı Bir Kızılderili)







Hikayede anlatılan efsaneye göre bir kadın, bir gün kucağındaki çocuğu ile birlikte bir mağaranın önünden geçerken içeriden gelen bir ses duyar. Bu ses ona: “içeri gir ve ne istersen al, ama en önemli olanı sakın unutma.”
Ayrıca; sen çıktıktan sonra kapının bir daha asla açılmayacağını da dikkate almalısın. Ancak bu fırsatı kaçırma, ama yine de en önemli şeyi asla unutma” diyordu.
Kadın mağaraya girer ve büyük bir servetle karşılaşır. Masanın üzerindeki altın ve mücevherleri görünce şaşkına döner ve çocuğunu yere bırakarak hemen büyük bir hırsla masanın üzerindekileri toplamaya başlar.

Bu sırada o esrarengiz ses yine duyulur: “yalnız sekiz dakikan var” demektedir.
Sekiz dakika çabuk geçer, kadın toplamış olduğu kıymetli taşlar ve altınlarla birlikte mağaranın dışına koşar ve kapı kendiliğinden kapanır. Bu sırada çocuğunu içerde unutmuş olduğunun farkına varır, ama kapı bir daha açılmamak üzere kapanmış bulunmaktadır. Zenginlik uzun sürmez, ama ümitsizlik hep yaşar.
Aynı şey çoğu zaman bizim başımıza da gelir. Bu dünyada yaklaşık 80 yıllık ömrümüz varsa ve bir ses daima bize: “Sakın en önemli şeyi unutma!” der gibidir.
Önemli olanlar maneviyat, manevi değerler, inançlar, aile, dostlar, hayat ve dikkatli olmaktır. Ancak kazanç hırsı, zenginlik, maddi şeyler bizi öylesine büyüler ki, çoğu zaman en önemli şeyleri bir köşede bırakırız. Böylece zamanımızı bu tür şeylerle tüketir ve en önemli olan şeyi
“Ruhun hazinesini” bir köşede unuturuz.

Asla aklımızdan çıkarmamamız gerekir ki bu dünya hayatı çok çabuk geçer ve ölüm beklenmedik bir zamanda kapımızı çalar. Hayatın kapısı bizim için ebediyen kapanmış olacağından son pişmanlık fayda vermez. Sevgi, barış, alçak gönüllülük, samimiyet, çocukların saflığı, şefkati ve masumiyetini unutmamalı.

Lütfen her saniye, yaşamın her anında, sorunlarla karşılaştığınızda dahi hep mutlu olunuz.

Hayat bir tanedir, ondan ayrıldığında pişmanlık duymaman, esef etmemen için ondan istifade et, onu koru ve onu sev.







Plain Dealer, Cleveland, Ohio' lu 90 yaşında...
Regina Brett' in kaleminden;  

Bir zamanlar, doğum günümde, " Hayattan aldığım 45 ders" başlıklı bir yazı yazmıştım. Bugüne kadar en çok okunan ve istek alan makalem oldu!

1. Hayat haksızlıklarla dolu ama yine de güzel!!.
2. Şüphede kalma, ikinci bir adım daha at!
3. Hayat, nefrete harcayacak kadar uzun değil
4. Hastalandığında sana işin değil, ailen, arkadaşların bakacak. Onlarla ilişkini koparma!
5. Her ay kredi kartlarını ödemeyi unutma.
6. Her tartışmayı kazanacaksın diye bir şey yok! .Fikir farklılıklarını kabul et!!.
7. Ağlayacaksan, başkası ile birlikte ağla! Tek başına ağlamaktan evladır..
8. Tanrıya kızmanda bir mahzur yok! O bunu kaldırabilir!!!
9. İlk maaşından başlamak üzere, emekliliğine para ayır.
10. Söz konusu çikolata ise, direnmenin anlamı kalmıyor.
11. Geçmişinle barış ki, bugününün içine etmesin!
12. Çocukların seni ağlarken görsün! Bundan kaçınma.
13. Hayatını başkaları ile mukayese etme, ötekilerin  neler çektiğini bilmiyorsun!
14. Bir ilişki gizli olacaksa, sen içinde olmamalısın!.
15. Göz kırpacak kadar bir zamanda her şey değişebilir. Ama merak etme, Tanrı asla göz kırpmaz!!
16. Derin bir nefes al, kafanı sakinleştirir.
17. Güzel ve yararlı olmayan, seni mutlu etmeyen her şeyi çöpe at!!
18. Her ne yaşıyorsan, seni öldürmediği müddetçe, güçlü kılar.
19. Mutlu bir çocukluk geçirmek için geç kalmış değilsin de, bu sadece ve sadece sana bağlı!!
20. Hayatta sevdiğin her ne ise, peşinden giderken asla "hayır" sözcüğünü cevap kabul etme.
21. Mumları yak, değerli yatak takımlarında uyu, kendine pahalı iç çamaşırları satın al.... Bunlar için özel fırsatlar bekleme, bugün zaten özeldir!!
22. Önce hazırlan, sonra da kendini akıntıya bırak.
23. Şimdiden egzantrik ol! Kırmızı giymek için yaşlanmayı bekleme.
24. En önemli seks organı beyindir...
25. Mutluluğun konusunda senden başka sorumlu yoktur! .
26. Her yaşadığın felaketin ardından kendine şu soruyu sor: "Beş yıl sonra bunun benim için ne önemi olacak??"
27. Daima yaşamı seç.
28. Herkesi, her şeyi affet.
29. Başkalarının senin hakkında ne düşündüğü seni ilgilendirmez! .
30. Zaman her imkana sahip.. Zaman tanı!
31. Durum ne kadar iyi veya kötü olursa olsun, değişecektir...
32. Kendini fazla ciddiye alma, kimse almıyor ki zaten!.
33. Mucizelere inan!!.
34. Tanrı, Tanrı olduğu için seni seviyor. Yoksa yaptıkların ya da yapmadıkların için değil!!
35. Hayatı denetlemeyi bırak!. Öne çık, kendi hayatını kendin yarat.
36. İki seçeneğin var: "Erken ölmek" ya da "Yaşlanmak"...
37. Çocuklarınızın, yaşayacak başka çocukluk dönemi yok!.
38. Sonuçta gerçekten önemli olan sevmiş olmandır!!.
39. Her gün dışarı çık.. Mucizeler her yerde seni bekler!.
40. Dertlerimizi bir torbaya doldurup, milletinkilerle birarada görsek, bizimkileri geri toplardık..
41. Kıskançlık zaman kaybıdır. Zaten ihtiyacınız olan herşeye sahipsiniz!!
42. Herşeyin en iyisini daha yaşamadın!!.
43. Kendini nasıl hissedersen et, kalk, giyin ve dışarı çık!
44. Yol ver!
45. Hediye paketinde olmasa bile, hayat yine de bir hediyedir!!. "




Kör karanlık kuyunun dibinde kalmış bir insanın, yukarıdan sarkıtılan bir iple kendini yukarı çekerek gün ışığına ulaşması sonucundaki eylemler zincirlerinin başındaki ipi aşağı sarkıtma yargısından önce oluşan zihinsel etkinliktir. Düşünceyi şöyle de açıklayabiliriz: Düşünce=>düşün=>düş. Düş= hayal. Hayal gerçek bir şey değildir ancak düşünce hayalleri gerçekleştirmeye yönelik ortaya konan bir planlamadır. Günlük yaşantımızdaki davranışlarımızın temelinde düşünce, yargı ve eylem gelir. Süreç bu sıralamayla oluşur. Yani düşünce eylemin en başındadır. Bazen insanı hayvanlardan ayıran şeyin düşünmesi olduğu söylense de bu tamamen doğru bir tanımlama değildir. hayvan davranışlarında da eylem öncesi oluşan yargıdan önce zihinsel etkinlik vardır. bu nedenle hayvanlar da düşünür. Ancak insan gibi yeni düşünce üretemez. Yani insanı hayvandan ayıran temel durum insanın yeni düşünce üretebilmesidir. Koşullarını ve yaşam biçimini tarihi süreç içinde sürekli değiştirebilmesidir. Bir balina yüz yıl önce nasıl yaşıyorsa şimdi de aynı şekilde yaşamaktadır. İnsanın yüz yıl öncesi ile şimdiki yaşantısı arasında farklar oldukça fazladır.



Öykü, yüzyıllar önce gözlemlenen bir olayı nakletmektedir:
Bir keşiş araştırma yapmak için bir köye gitmişti. Önce o köyün mezarlığına
girdi.
Çünkü kültürlerin, yaşam felsefesinin böyle yerlerde gizli olduğuna 
inanıyordu. Gözleri birden mezar taşlarının üzerindeki rakamlara takıldı.
Mezar taşlarında 5, 867, 900, 20003, 4979, 7, 421 örneği,
birbiriyle hiç de bağlantısı olmayan rakamlar vardı. Uzun uzun düşündü,
fakat bu rakamların anlamını çözemedi. Köyün en bilge kişisine gitti, ona 
sordu:
"Nedir bu rakamlar Tanrı aşkına?" dedi. "Bu rakamların gösterdikleri ay
mıdır, yıl mıdır, saat midir?"
Bilge kişi gülümseyerek yanıtladı:
"Bizler bebeklerimiz doğduğu zaman, bellerine bir ip bağlarız" dedi. 
"Yaşamı boyunca her güldüğü an, o ipe bir düğüm atarız. Öldükten sonra ise,
bellerindeki düğümleri sayar, düğümün sayısını mezar taşına yazarız."
Bilge kişi, karşısındaki keşişin bir şey anlamadığını görünce açıklamasını
sürdürdü:



"Böylece onun, ne kadar 'yaşamış' olduğunu anlarız."





Öyle sıcak ve samimi olun ki
 her sıktığınız ele ruhunuzu da katın...
 Düşmanlarınızı düşünüp de zaman kaybetmeyin...
 Korkuya kapılıp hedef değiştirmeyin....
 Aklınızı hedefinizle yoğunlaştırın...
 Güçlü ve faydalı olma düşüncesini
 zihninizde yaşattıkça gerçekten
 öyle olmaya başladığınızı göreceksiniz...
 Siz ısrar ettikçe fırsatlar çıkacaktır....
 Fikir imanla bağlanırsa kudret haline gelir...
 İmanla bağlanın.
 Cesur açıkgöz ve samimi olun...
 Kalbiniz neye bağlanırsa varlığınız onun mahiyetine bürünür.
 Bürüneceğiniz mahiyeti doğru tespit edin...
 Bir gülümsemenin insana hiç bir masrafı yoktur.
 Bu kadar basit bir sermaye ile elde edeceğiniz kazançlar ise büyük olabilir...
 Kısacık bir ana sığan gülümseme bir hafızada ömür boyu yaşayabilir...
 Hiç kimse gülümsemenin meydana getireceği faydaları reddedecek kadar zengin değildir.
 Hiç kimsede gülümsediği için fakir düşmez...
 Gülümseme korkaklara güç,
 kederlilere neşe, hastalara sıhhat verir.
 Gülümseme yorgunları dinlendirir.
 Onu satın alamazsın;onu dilenemezsin, onu çalamazsın.
 Onu birisi size
 ancak gönül rızasıyla verir.
 İçten gelmeyen bir gülümsemenin de
 Kimseye bir faydası yoktur...
 Size gülümsemeyen bir insanla karşılaşırsanız
 siz yinede gülümseyin..
 Gülümsemeyi onlardan esirgemeyin.
 Çünkü gülümsemeye en çok ihtiyacı olanlar gülümseyemeyenlerdir...
 Gülümseyiniz...
 Yalnız fotoğraf çektirirken değil,fotoğraf çekerken de
 Gülümseyiniz...                    

Dale CARNEGİE