BENİM YAZILARIM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BENİM YAZILARIM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster


Illustrator Ian Fefelova 
Elimizdekilerle yetinmeyi bilmiyoruz bir türlü. Her kim olursak olalım, ekmeğimiz ister az ister çok olsun, her birimiz de her şeyden çok, daha çok olsun diyoruz. Hep bir yarış halindeyiz. En büyük düşmanımızdan tutun da en çok sevdiğimiz dostum dediğimiz insana kadar, hep birileriyle yarış halindeyiz bir türlü anlam veremediğimiz. Oysa küçücük bir şey bile mutlu olmamıza yeter de artar bizler için ama nedense bunun farkına bir türlü varmak istemeyiz. Neden küçücük olsun, benim diğerlerinden farkım ne ki diye başlarız böyle anlarda sözlerimize ve ardı ardına sıraladığımız, aslına bakarsanız bir sürü lüzumsuz cümlelerle de devam eder dururuz yalnızca. Hayatta en mühim şeyin yaşamak, yaşarken sevmek olduğunu biliriz bilmesine ama,  kendi yaşadığımız süre içinde farkına varma lüzumunu ya da daha doğrusu kendimize hatırlatmayı      bir lüks biliriz çoğunlukla.

Sevgi demek emek; emek paylaşmak; paylaşmak ise varolmaktır aslında. Sevmeyen bir yürekle nasıl var olabiliriz. Kim tanır bizi düşünelim bir kere olsun. Eğer seversek sevenlerimiz olur ve sevgimizle koca bir okyanusu bile aşabiliriz inanın…  Yeter ki yüreklerimizde sevgiye yer açalım. Sevgisiz geçen her anımız yaşamımızdan kaybettiğimiz bir günden bile daha acı vericidir aslında. Ömür dediğimiz şey gelip geçer; ya bu günleri sevgisiz geçirmek sizce daha üzücü değil mi. Tıpkı sulamamızı bekleyen çiçekler gibi. Çiçeklerimize su vermediğimiz zaman kurumaya başlar, solar ve en nihayetinde bir gün bir bakarsınız ki ölmüştür. Ya bizler, bizlerde bu çiçek gibi eğer ruhumuzu besleyecek olan sevgiyi vermezsek zamanında yaşar elbet yaşar bir müddet ama sevgisizlikten suya hasret çiçek gibi hiçbir şeyden zevk almadan, sevmenin ve sevilmenin verdiği hazzı yaşayamadan ölür gider yalnızlığıyla... 

Şimdi başa dönelim… Yetinmeyi bilmiyoruz demiştik ya hani. Evet ne yazık ki elimizdeki sevgilerle de yetinmeyi bilmiyoruz, beceremiyoruz belki de… Bizi seveni hep elimizin tersiyle itiyor, sanki o hiç olmamış, onu tanımıyormuşuz gibi yapıyoruz. Neden ? Bizleri böyle davranmaya iten şey ne. Sevgiye olan açlığımız değil herhalde. Çünkü öyle olsa zaten karşımızda bizi seven biri var. Hayır, bunun nedeni yetinmemekle alakalı. Bir değil, üç değil beş değil. Çok, daha çok olmalı değil mi. Ne yazık ki öyle. Sanki sayı arttıkça sevgimiz farklı olacak gibi geliyor bizlere ama aslında tek ve gerçek bir sevgi yeter de artar bile. Keşke bunun farkına iş işten geçmeden varabilsek, yaşarken anlayabilsek, yalnızlığa düşmeden kabullenebilsek. Çünkü etrafımızda “seni seviyorum” diyen kalabalığın bir gün bizi bırakıp da yalnız kalacağımız gerçeğini göz ardı ediyoruz ne yazık ki. Ve bizi gerçekten seveni bir köşede yalnızlığa mahkum ederken günümüzü gün edip nisbet yapıyoruz ona. Oysa bizi asıl seven orda, bir nefes kadar yakınımızda.

Bilmiyoruz, yetinmiyoruz elimizdekilerle. Günün birinde öğreneceğiz en acı şekilde. O zaman geldiğinde iş işten çoktan geçmiş olacak ve biz kafamızı vuracağız duvarlara. Vursak da geri getirmeyecek gidenleri ama, o zaman öğreneceğiz yetinmenin aza kanaat etmek olduğunu. Sevgide bile…

Mehpare ÖĞÜT





“Sizin hiç babanız öldü mü ! Benim bir kez öldü!” diyeceğim gelmezdi hiç aklıma. Sanırım ölümün bize hiç uğramayacağını düşündüğümdendi bunun sebebi… Ölümsüzüz ya ne de olsa. Biz kim, ölüm kim di düşüncemiz. Oysa ki yaratılışımız nedeniyle her varlığın bir de sonu olduğunu unutmuştum ne zamandır ve babamı kaybettiğimde yeniden idrak etmiştim bu gerçeği.

Evet, benim babam öldü bir kere... Yıkıldım… Kendimi koskoca evrende sahipsiz ve korunmasız kalmış küçük bir kız gibi hissettim. Elimin kolumun dermanı kesildi… Bir yalnızlık kapladı tüm yüreğimi.

Evet, benim babam öldü bir kere. Ama her aklıma gelişinde tekrar tekrar öldü kaç kerelerce. Çok seviyordum onu ve O da beni seviyordu, biliyordum. Gözünün içine bakardım üzülecek diye. Oysa ki ben de üzmüştüm onu çok kereler de yine de affetmişti beni her seferinde. Bu yüzden onu daha çok, daha çok sevdim her kızım deyişiyle birlikte…

Evet, benim babam öldü bir kere. Babamla birlikte yıkıldım bende. Ve hatta kimi duysam baba diye seslendiğinde kıskandım, nefret ettim her söyleyişinde. Ve annem geldi aklıma ardı sıra; O, diyememişti bir kere olsun baba diye. Babasını hiç görmemişti benim gibi bir kez olsa bile… Ve babam geldi aklıma, kaç kereler söylemiştim bu kelimeyi de her söyleyişimle birlikte daha çok mutlu olmuştum tüm benliğimle babam var diye… Ve bir gün bırakıp da gideceğini düşünmeden hiç, geçirdiğim onca boş zamana hayıflanarak içimden; oturup ağlamaya başladım yeniden…Oturdum ağladım babam gitti diye…O gün bugündür ağlıyorum hala !... Tarifi imkansız bir sevgiyle hem de….

Evet, benim babam öldü bir kere, yıkıldım. Babam benim her şeyim miş, bir kez daha anladım….

Mehpare ÖĞÜT
ŞUBAT 2013





Hayallerinizi yıkan, gönül kapınızı çalıp da kaçan kaç kişi oldu hayatınızda hiç düşündünüz mü !!!

Birileri haber vermeden ansızın gelip girer içeri ve istedikleri gibi dağıtıp ortalığı ardından da çekip giderler, geldikleri gibi…
Sizin içinse ortalığı toparlamak kalır geriye…
Biri gelmiştir geldiği gibi de gitmiştir işte…
Yine de hiçbir yürek vazgeçmemiştir sevmekten…

Vedalar ise hep acıttığından olsa gerek en çok da  unutmayı güçleştirir seven yürekte. Yürek ise unutulmamak dileğiyle yaşar durur kendi benliğinde.
Bu nedenle sevmek bir bakıma da risk almaktır. Eğer ki göze alınabiliyorsa bu risk işte o zaman sevmeye hazırsınız demektir. Yarı yolda bırakmak, sözünden dönmek, seviyorum deyip de kaçmak yoktur sevenin kitabında, olmamalıdır da…
Oysa ki son zamanların modası değil mi gömlek değiştirir gibi sevgili değiştirmeceler, her önüne gelene seni seviyorum demeler. Yürek herkesi alacak kadar geniş midir böylesine. Tıpkı arının her çiçekten bal almasına mı benzetilmek istenir sevgide. Seviyorum demek aslında en büyük yemindir sevilen yüreğe. Söylerken bile derin anlamlar yüklüdür her söylendiğinde…

Ve ne diyordu peygamberimiz Hz.Muhammet (S.A.V) ; “Seven, sevdiğine sevdiğini söylesin”
O yüzden vakit varken önünüzde söyleyin sevdiğinize sevdiğinizi… Bugün, yarın diyerek geçirirseniz günlerinizi kaçırırsınız sevda trenini ve bir daha da binmek mümkün olmayabilir olsa da bulamayabilirsiniz sevdiğinizi bıraktığınız yerde.!...

Hedefiniz sevmek, parolanız söylemek
Yüreğinizse sevdiğinize emanet olsun….

Sevgiyle

Mehpare ÖĞÜT
ŞUBAT 2013




Rabbim’e Hamd Olsun !

“Her şer’de bir hayr / her hayr gibi görünende de bir şer”olduğunu biliyorum. Hayatımda olmasını isteyip de olmayan her şey için biliyorum ki Rabbim beni korumakta. O’nun güvencesi altındayım, hiç kimse olmasa bile yanımda Rabbim her daim yanımda.

Bazen öyle isteklerim oluyor ki olmayacağını bile bile diretiyorum farkındayım. Şımarık bir çocuk edasıyla aklımdan geçirdiğimi isterken yüzsüzleşiyorum ve her defasında aynı şeyleri tekrarlayıp durmaktansa yorulmuyorum. Ama düşünüp de işime gelmeyen bir şeyin de farkındayım ki o da, Allah ne isterse sadece o olur.

Bazen unutuyor, bazen de unutmuş gibi yapsam/yapsak da bu gerçeği, her şeyi yoluna koyan Rabbim benim/bizler için en güzelini biliyor ve hak ettiğimiz kadarını veriyor inanıyorum ki…

Aslında çok şeyin sahibiyken hiçbir şeyimiz yokmuş gibi davranıyoruz çoğunlukla.
Olan şeyden bir tane daha olsun diyoruz, yetinmekten aciz, olmayanları hiç düşünmeden. Paylaşmayı ise çoktandır unutmuşuz, bildiğimiz bu diyerek yolumuza devam ederken.
Komşumuzun halini hatırını sormuyor, misafir ağırlamaktansa kaçar olmuşken.
Ne büyüğün küçüğe sevgisi, ne küçüğün büyüğe saygısı kalmış.
Düşünerek konuşmayı ise çoktan unutmuşken.
Dünya malı deyip malımıza mal katmayı,
Sevenlerimizi unutmayı
Sevdiklerimizi kucaklamayı terk etmişiz…
Sahte sevdaların peşinden koşarken;
İki çift tatlı söze, bir güler yüze kanar hale gelmişiz.

Oysa ki yazılan her şey de tek imza varken, başkalarına kulluk eder hale gelmişiz.
Başkalarından medet umarken aslolanı bir tarafa itmişiz.
Yaldızlı dünyanın oyunları ile kendimizi kandırırken;
Ahreti bile oyun bellemişiz…

Ve musalla taşına konulduğunda ancak
Tüh vah demişiz…
Zaman varken dilimizi mühürleyip,
Kalbimizi kirletmişiz…

Unuttuk gelip geçerken zaman, zamanın bir gün bizim içinde duracağını…
Kök saldığımızı düşünürken hayata, sanki baki kalacağımızı.
Oysa ki sahibi vardı her şeyin.
Her şeyin mutlak sahibi bir ve tek’ken…
Biz her şeyin bize ait olduğunu düşünürken…
Bir ses dedi ki;
“Evrenin tek sahibi Allah’tır”
Siz neyin derdindesiniz.
Neyi paylaşamıyorsunuz da bu kininiz, öfkeniz kimedir !!
Yoktan var edilenken
Yokluğu unutmuşken
Şu evrende en küçük zerreyken
Sen kendini ne zannedersin ey fani.
Sen ki ölümlüsün
Senin evin dünya değil ki…
Unuttuğun tek gerçek bir gün öleceğin gerçeği.
Ölmek ve gitmek işte senin dünyanın son hali….

“Sevabımla, Günahımla Sana Sığınıyorum Rabbim ! Sen Affet Beni / Bizleri...!”

Mehpare ÖĞÜT
OCAK 2013 





Ölüm uzak dursun bizden……………Lütfen Allah’ım ! Sevdiklerimi alma elimden…

Hayatta her şeyin çaresi var, bir tek ölümün çaresi yokmuş…Nedense bunun farkına hep birilerini kaybettikten sonra varıyor insan. Ne büyük bir hata, ne kadar büyük bir yanılgı oysa. Hiç beklemediğiniz bir anda postacının kapıyı çalması ve mektubunuz var demesi gibi bir şey ölüm. Ne zaman nasıl geleceği ise hepimiz için bir bilinmezlik deryası. Yüreğim yangın yeri diyordu ya bir şiirde. Yüreğim aynen de bahsedildiği gibi yangın yeri şu an. Çünkü postacı çaldı bir kez daha kapımızı. Henüz babamın acısına alışmaya yeni yeni başlamışken şimdi de canım dayıcığım girdi araya. Bazen bunun bir şaka olduğunu ve dayımın bize bir oyun yaptığını düşünsem yararı olur mu diye düşünüyorum içimden! Bilmiyorum… Bildiğim tek gerçek ise canım dayımın artık olmadığı, bizlerle olamayacağı gerçeği…Seni öylesine çok seviyordum ki, hayatım boyunca senden öğrendiğim öylesine güzel şeyler oldu ki…Her şeyden önce kitap okumayı sen öğrettin bana. Her yaz tatilinde bir torba kitabı verirken elime, bunları bir sonraki gelişime kadar okuyup bitireceksin ve tekrar yenilerini vereceğim derdin bana. Ardından senin öğrenme merakın ve öğrendiklerini de etrafında ki herkesle paylaşma isteğin. Her konuda söyleyecek bir sözün; her söylediğinde de bir mana, bir gerçeklik payı mutlaka olurdu. Senin yüreğinin güzelliği ise yüzüne öylesine yansımıştı ki… Seni herkes çok sevdi, saydı. Sevmeyenler ise seni anlamaktan ziyade kendilerini bile anlamaktan yoksun olanlardı.

Şimdi bir kolumuz daha kırıldı. Nasıl uçarız ki bundan sonra. Bilirsin kanadı kırık kuşlar uçamazlar hiçbir zaman. Zaten yarım kalan bir yürek vardı, şimdi diğer yarısı da gitti seninle birlikte, ne yapacağız bundan sonra söylesene.
Canım dayıcığım, oysa ki daha çok erkendi, yakışmadı sana ölüm… Görecek çok günlerin varken nasıl da alıp gittin başını böylesine habersiz, böylesine aniden, anlamı yok bundan sonra söylenecek hiçbir sözün…Gözlerimiz hep seni arayacak, kulağımız hep telefonda aramanı bekleyecek. Ama bileceğiz ki artık ne görecek ne de duyabileceğiz bundan sonra seni. Sözün bittiği yer burası olsa gerek…

Söz bitti, sen gittin, zaman durdu, saatler tükendi gidişinle birlikte….
Ölüm yakışmadı sana, yakıştıramadık hiçbirimiz.
Bundan sonra sen de karıştın edeceğimiz her duaya.
Bundan sonra seni de anacağız rahmetle ardından.
Bildiğin doğrulardan ödün vermeden yoluna devam eden koca yürekli dayıcığım…
Mekanın Cennet, Toprağın Bol, Kabrin Nurlarla Dolsun !
Seni çok sevdim / sevmeye de devam edeceğim…
Seni çok özleyeceğim…
Tıpkı ben gibi ailemde ki herkes de senin yasını tutmakta…
Herkes seni çok seviyor, sevmeye devam edecek…
Ve benim gibi herkes seni sevgiyle, gülen yüzünle, güzel yüreğinle anacak her gün…

Işıklar içinde yat sevgili dayıcığım….Seni hiç unutmayacağım / unutmayacağız….


Yeğenin Mehpare ÖĞÜT




-Beni bekleyecek misin diye sordu adam…

-Geleceksen beklerim diye yanıtladı kadın.

-Gelmem uzun sürebilir ama.

-Eğer gerçekten geleceksen zamanın önemi yok diye yanıtladı kadın.

-Ya beklerken karşına başka biri çıkarsa,

-Başkası olmayacak, benim için bir tek sen varsın,

-Ya seni benden çok severse…dedi adam.

-Olabilir ama ben seni seviyor olacağım dedi kadın.

-Ya hiç gelemezsem

-Yine de bekleyeceğim seni.

-Ama beklerken çok uzun yıllar geçebilir

-Olsun, ben yine de bekleyeceğim…

-Beni gerçekten bu kadar çok mu seviyorsun ! diye sordu adam.

-Ben seni ömrümü feda edip beklemeyi göze alacak kadar seviyorum, dedi kadın…

-Adam kadının ellerinden tuttu, başını göğsüne sıkı sıkı bastırdı. Alnına bir buse kondurdu ve gözlerinin içine uzun uzun  bakarak…

-Merak etme. “Mutlaka Döneceğim !”


Mehpare ÖĞÜT / Bir Kadın Bir Adam
 Aralık 2012





Ağzı ile kuş dahi tutsa sevemeyeceğim insanlar var benim ve bir de ne yaparlarsa yapsınlar gönül defterimden silemeyeceklerim…

Sevmek, sadece “sev” emriyle başlayıp “mek” yapım ekiyle devam ede gelen bir süreç değildir sadece. Sevmek, başlı başına yüreğinizin içinde barındırdığınız ve adına sahiplenme, iyi niyet, vefa, hatırlama, koruma…gibi süreçleri de beraberinde taşıyıp, bunu karşınızdakine sunup sizin de aynı şeyleri beklediğiniz ve bu olayı sadece bir iki günlüğüne değil, ömür boyunca sürdürme çabasını taşıdığınız bir süreçtir. Elbette ki her insan herkesi aynı ölçüde sevemez ve illa ki sevecek diye de bir kural yoktur ama, siz özellikle de sevmek adına düşmüşseniz yollara en azından karşınızdakine zaman tanımak, ona bir şans vermek gerekir. İnsanları fiziksel özelliklerine göre yargılamak gayet kolaydır. Önemli olan ise zor olanı yani karşınızda ki insanda olup da gösteremediğini düşündüğünüz özelliklerini keşfetmek ve onunla ilgili kararınızı buna göre vermektir. Daha ilk karşılaşmada “aman canım ben bununla anlaşamam, sevmedim, bana göre değil” demek, o insanın beğenmediğiniz dış görünüşüne karşı peşin hükümlü olduğunuzu gösterir ki bu da hiç hoş bir davranış şekli değildir.

“Sevilenin kusurlarını hoş görmeyen sevmiyor demektir.”
Goethe

Karşınızda ki kişi ister bir sevgili isterseniz bir arkadaş adayı olsun önemli değildir. Amaç sevmek ise, sevilmekten ziyade sevmeyi bilmelidir insan. Sadece havada asılı kalan ve kuru bir kelimeden ibaret “seviyorum” diyerekten hiçbir şekilde sevginizin ispatını yapamazsınız. Seviyorum demek için özverilerde bulunmanız gerekirse bunu başarabilmelisiniz. Eğer siz seviyorum dediğiniz halde, yüreğinizde barındırdığınız sevgiyi ulaştıramıyorsanız karşınızdakine o zaman siz  gerçekten sevmeyi bilmiyorsunuzdur. Ama şöyle de diyebilirsiniz. Ben elimden gelen her şeyi yaptım ancak karşımda ki sevmeyi bilmiyor. Elbette bu da olabilir, mantıklıdır. Peki siz ne kadar uğraştınız diye sorsam ? gerçekten ve dürüstçe “evet” diyebilir misiniz !!!       


“Sevip de kaybetmek, sevmemiş olmaktan daha iyidir.”
Seneca

Ve bazen öyle çok severiz ki, biz bile böylesine bir sevginin varlığına şaşarız. Belki de daha önce hiç böylesine sevmediğimiz için ya da karşımızdaki kendisini bize böylesine sevdirmeyi başardığı içindir. Sonuç ne olursa olsun birini sevmek duygusuna kendimizi öylesine kaptırırız ki hataları olsa bile görmezden gelir,  her defasında affetme moduna gireriz. Çünkü kaybetmeyi asla ve asla göze alamayız. Eğer kaybedersek bu bizim için felaket olacaktır ve hatta şiddeti ölçülemeyen bir depremin en kalıcı hasarını bırakacaktır yüreğimizde…


“Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın, yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi sevilmeye bırakmaktır.”
Platon

Mehpare ÖĞÜT



Özlediğim Çok Şey Var Ama Hiçbirisi Yanımda Değil !...

Ne çok şey var özlediğim… Gördüğümde ölesiye sarılıp; bunca zaman neredeydin deyip de kapris yapmak istediğim…

Bir de bırakıp gidenler var ilahi emre karşı gelmeyip… Benim için zamansız olduğunu düşündüğüm, en çok sevdiğim, canımın parçası babam. Ne vakit geçse adı, burnumun direğini sızlatan… En çok özleten kendini, beni en çok ağlatan !...  

Herkes gidiyor… Gelen yok, giden çok…Ben buradayım, herkes bir yerlerde...

Vakit hızla geçiyor !
Gülerken dışım ağlıyor aslında içim…
Belki de vakitsiz bekleyişlerden biri daha benim için.
Hüzün en çok bana mı yakışıyor ne;  sanki kavalyem bu sahte alemde.
Her şey olması gerektiği gibi ya da olmasını istediğim gibi değil işte…
Belki de hatanın en büyüğü bende…Kurduğum sınırsız düşlerde.
Bazılarının ruh yaşı büyümezmiş öyle diyor annem !
Sahi ben hep böyle çocuk mu kalacağım anne söylesene…
İnandığım ve de sevdiğim insanlar neden nankör böylesine.
Neyi paylaşamıyoruz söylesenize…
Her geçen gün  biraz daha uzaklaştırdı bizleri, girdikçe araya zaman…
Geçmişten yana kalmadı yüreklerde ki vefa da.
Ve özlüyorum inansanız da inanmasanız da…
Şimdi kim geri verebilir kaybettiklerimi bana…

Özlediğim çok şey var ama hiçbirisi de yanımda değil !...
Dokunmasalar da ağlamak geçiyor İçimden…Ellemeyin…


Mehpare ÖĞÜT 
"Dokunmasalar da Ağlamak Geçiyor İçimden…"
Kasım 2012






Akşam mesai bitimine az bir zaman kala arkadaşlarımdan biri elime şu sözü tutuşturdu ve yazılanın aynısını bir de sözlü olarak sordu…

“Ucuz bir mutluluk mu yoksa insanın ruhunu yücelten acı mı daha iyidir…”
Sanırım söz Tolstoy’un “Sevgi” adlı kitabından… Kısa bir süre düşündükten sonra elbette ki ruhu yücelten acı diyerek cevabımı verdim kendisine. Çünkü dedim, insanlar yaşam süreleri içerisinde pek çok olayla yüzleşmekte ve bunlar içinden bir çoğu da ruhlara yoğun baskı yapmakta. Belki ilk başta başımıza gelen olayları neden ve niçin lerle anlamaya çalışıyoruz ama asıl nedenin kaynağına inmeyi beceremiyoruz. Olayların hemen kötü tarafını görüyor, zamanımızı üzülerek geçirmeye adıyoruz. Oysa ki her birimizin yaşamında nice  talihsiz olaylar yaşanmıyor mu ! Elbette ki yaşanıyor… Evet, ilk başta istemediğimiz bir olay bize sorun yumağı gibi gözükse bile aslında kendi adımıza gelişinin bir anlamı olduğunu mutlaka düşünmemiz gerekiyor… Çünkü hayat denilen yaşam döngüsü içerisinde karşılaştığımız her olay bizlerin birey olarak gelişimine önemli katkılarda bulunmakta, önemli dersler çıkarmamızı sağlamaktadır. İşte bu yüzdendir ki başımıza her ne geliyorsa bilin ki bütün bu sıkıntılar ruhumuzu karanlıktan aydınlığa çıkartmak adına bizlere verilmiş küçük bir  hediye olarak kabul etmeliyiz belki de. Böylelikle çektiğimiz sıkıntılar günün birinde kalıcı mutlulukların mutlak ve mutlak habercisi olarak yaşantımız içerisinde bize yol gösterici olacaktır…

Ve sözün de hakkını vermek adına eminim ki hiç kimse kendi adına ucuz bir mutluluğu kabul etmez. Çünkü kolay kazanılan her şey gibi kolay kazanılan bir mutlulukta tıpkı sabun köpüğü gibi ellerimizin arasından geldiği gibi gider, hem de hiç haber vermeden….

O  yüzdendir ki ucuz bir mutluluktansa, acılar sayesinde arınmış ruhumun kazandığı mutluluğu yeğlerim ben…

Ya siz ?

Mutluluğunuzu nasıl alırdınız ??

Mehpare ÖĞÜT
KASIM 2012










Olması gerektiği gibi değil hiçbir şey ya da gerektiği gibi olmuyor herşey…
Mesela sevdalar…

Her insan istediği gibi bir sevda yaşayamıyor gönlünce ya da yaşadığını varsayıp da aldanıyor her nedense. Sevmek ki öyle kolay olsaydı yaşanır mıydı bunca ayrılıklar düzinelerce… Mahkeme koridorlarında mübaşir bağırır mıydı hiç, yırtarcasına koridoru elindeki dosyayla birlikte… Değil işte ve düşünüldüğü gibi yaşanmıyor hiçbir şey. Kimseye madalya takmıyorlar bunca yıl çile çektin de katlandın diye bu evliliğe. Kangren olmuş bir bacağın iyileşmesi ne kadar imkansızsa evlilikler içinde aynen öyle. Çok örnekler var etrafımızda belki de en yakınımızda. Oysa ki ne kadar büyük hayaller ve umutlarla çıkılan bir yoldan bir zaman sonra geri dönmek kimbilir ne kadar da koyuyordur insana. Elbette ki bunu ancak yaşayan bilir. Nereden geldi aklıma diye sormayacağım bu soruyu kendime. Çünkü ne zaman ve kiminle açılsa bu konu ardından bombardıman uçakları gibi düşüyor yüreklerden en acılı sözler hiç bitmemecesine. Yaralar derin, şiddeti ise bir hayli yüksek. Kim ister ki evliliğinin noktalanmasını ya da şöyle desek daha yerinde olur kanımca. Kim ayrılmak için evlenir ki. Hiç kimse… Ama bazen paylaşımların yetersiz kalışı, bazen hayat şartları, bazen de duyguların karşılıksız kalışı… belki de hepsinin ve de daha bir çoğunun toplamı değil midir evliliklere nokta koyduran. Keşke yaşanmasa ve güzel başlayan her şey güzel bitse… Ne kadar da iyi olurdu.

Zaman değişti elbette. Eskisi gibi ne eksik ne gedik var evlerde. Ama yine de mutluluk bulunamıyor her nedense. Aslında en büyük neden insanların daha çok şeye kavuştukça doyumsuzluklarının da bir o kadar artmış olması; her şeyin sebebi bu işte. Yoksa mutluluk değil miydi hani bir zamanlarda söylendiği gibi “iki gönül bir olunca samanlık seyran olur” diye… Ne çabuk da unuttuk, ne çabuk vazgeçtik bu düşüncelerimizden. Her şey para mı, her şey mal, mülk eşya mı…Kim götürmüş ki bu dünyanın yükünü diğer tarafa da, kim kalmış geriye.

O yüzden işte olması gerektiği gibi değil hiçbir şey ya da gerektiği gibi olmuyor her şey…
Mesela sevdalar…
Eski zaman filmlerinde kaldı her şey. Ne kırmızı güller ne de bir çift tatlı söz. Artık yeterli gelmiyor hiç kimseye. Zaman değişti, sevdalar bile hesap kitap meselesi. Yarınların kaygısı ile kurulan evlilikler, yaşanan birliktelikler, körleşen yürekler… Ve ardından gelen mutsuzluk dolu günler…

Değil işte hiçbir şey eskisi gibi, yaşanmıyor sevdalarda filmlerde ki gibi…

Mehpare ÖĞÜT
2012





Yağmurlarda ıslanmak istiyorsan eğer dışarı çıkmalısın
Ve güneşi görmek istiyorsan, gözlerinde ki bulutu silmelisin önce…
Yeniden mi sevmek istiyorsun;
O zaman geçmişe sünger çekip her şeyi unutabilmelisin…

Hayat bu !
Ne zaman ne olacak bilemez kimse.
Bugün varım dersin yarın yok olur gidersin.
Ömrüne ömür katmak elinde değildir senin.

Bir fincan kahvenin hatırınadır dost bildiklerin.
Kimiyle ağlar, kimiyle gülersin…
Yeri gelir sırtından vurulur;
Yine de sevmeye devam edersin…

Hayat işte !
Yaşaman lazımsa iyi kötü her şeyi
Ve boyun eğmen gerekiyorsa tüm acılara
Katlanmayı da öğrenirsin tüm sızıntılara…

Her gün yeni umut, yeni güzellikleri keşfetmek adınadır.
Dün beğenmiyorum dediğin her şey yarınlarında hayal olarak kalır.
Tüketmemelisin yüreğindeki umudu, söndürmemelisin içindeki yaşam kaynağını.
Bırak her şey senin dışında gelişsin
Bir bakmışsın olmaz dediğin her şey ama her şey
Kendiliğinden sana gelmiş
Sana yarınlarını getirmiş, sana umudunu hediye etmiş…

Öyle ki güneş nasıl olsa doğacaktır haber vermeden sana.
Ve işte o gün…
Yeni bir hayata merhaba diyeceksin koşar adımlarla…
Her yeni gün, yeni bir umut getirir sana…

Mehpare ÖĞÜT
 EKİM 2012







“Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”
                           _______________________
Mustafa Kemal ATATÜRK


“Cumhuriyet” sadece bir kelime değil aynı zamanda da bir yaşam biçimidir. Ve bu yaşam biçimini benimseyen toplumlar tıpkı ülkemizde de olduğu gibi, ülkeyi yönetecek başkanın halk tarafından belirli bir süre için ve belirli yetkilerle seçildiği yönetim biçimidir. Monarşi ve oligarşi olarak adlandırılan, egemenlik hakkının bir kişiye ya da aileye ait olmasının tam da zıttı dır Cumhuriyet…

Ülkemizde ise Cumhuriyet dönemine gelene dek Osmanlı Devleti 624 yıl hüküm sürmüş ve toplam 36 padişah tarafından yönetilmiştir.
Padişah, şah, kral, hakan, imparator, sultan gibi sadece tek bir kişinin yönetimine dayalı sisteme “mutlakiyet” adı verilmiştir ki bu da egemenliğin tek bir kişide toplandığını, o kişinin kuralları koyup / uyguladığını, halkın söz sahibi olmadığını göstermektedir… Mutlakiyet sisteminde halk isteklerini padişaha yardımcı olması için kurulan meclislere iletir, meclis üyeleri bu istekleri yöneticiye duyurur, yasa tasarısı hazırlanırdı. Bu yasa taslakları yönetici tarafından onaylandığı taktirde yasalaşırdı ki bu sisteme de “Meşrutiyet” denirdi…Ve bilindiği gibi Osmanlı Devletinde iki kez meşrutiyet ilan edilmiştir. İlki 1876’da, ikincisi ise 1908 yıllarında olmak üzere.
İkinci meşrutiyetin ilanından 6 yıl sonra da I.Dünya Savaşı başlamış ve dört yıl süren savaş sonucunda Osmanlı İmparatorluğu yenik sayılmıştır ve neticede Osmanlı toprakları İngiltere, Yunanistan, Fransa ve İtalya tarafından işgal edilmeye başlamıştır.

Bu sırada ülkenin gidişatına yön vermek ve düzeni sağlaması açısından Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919 Tarihinde Samsun’a gönderilmiştir. Pek çok ilde kongreler düzenleyen Mustafa Kemal Paşa "Tek bir egemenlik var, o da Milli egemenliktir. Ülkeyi, yine ulusun kendi gücü kurtaracaktır," ilkesiyle, yurdun her tarafından gelen ulus temsilcilerini 23 Nisan 1920 günü Ankara'da Büyük Millet Meclisi'nde toplamıştır. Meclis Mustafa Kemal Paşa'yı 'Meclis Başkanı' seçmiştir. Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde Büyük Millet Meclisi, Türk Kurtuluş Savaşı'nı başlatmıştır. Halk ve düzenli ordular düşman kuvvetlerine karşı savaş vermiş, omuz omuza mücadele etmiştir.

“Kurtuluş Savaşının zaferle sonuçlanmasının ardından TBMM 1 Kasım 1922'de saltanatı kaldırmıştır. Padişah Vahdettin 'vatan haini' ilan edilmiş ve yurdu terk etmiştir”

“24 Temmuz 1923 günü İsviçre’nin Lozan şehrindeki Lozan Üniversitesi'nde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileri ile İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika, SSCB ve Yugoslavya temsilcileri Lozan Barış Antlaşmasını imzalamıştır. Bu antlaşma ile yeni bir devletin temelleri atılmıştır fakat devletin yönetim biçimi henüz belirlenmemiştir.”

“İkinci dönem Büyük Millet Meclisi, 11 Ağustos'ta ilk toplantısını yapmıştır ve 13 Ekim'de Ankara başkent ilan edilmiştir. Bu dönemde Atatürk egemenliğin ulusa dayandığı bir sistem olan cumhuriyet yönetiminin ilanı için hazırlıklar yapmaya başlamıştı. Atatürk 28 Ekim akşamı yakın arkadaşlarını Çankaya'da yemeğe çağırmış ve "Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz," demiştir.

29 Ekim günü Atatürk, milletvekilleri ile görüştükten sonra taslağı hazırlanan "Cumhuriyet" önergesini Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne vermiştir. Meclis önergeyi kabul etmiştir ve böylece Türkiye Devletinin yeni yönetimi biçimi Cumhuriyet, yeni ismi "Türkiye Cumhuriyeti Devleti" olarak belirlenmiştir. Atatürk, kurulan Türkiye Cumhuriyetinin ilk cumhurbaşkanı olmuştur. Halk da Cumhuriyetin ilanını sevinç ve coşku ile karşılamıştır.
Cumhuriyette Atatürk'ün de söylediği gibi, egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur. Ulus, kendini yönetme yetkisini, kendilerine temsil eden milletvekilleri aracılığı ile kullanır. Cumhuriyet yönetiminde, yurttaşın seçme ve seçilme hakkı vardır. Seçilen temsilciler, yasaları tasarlar ve yöneticileri ulus adına denetler. Ulus, seçimle yöneticileri seçebilir.”

29 Ekim 1923’te TBMM, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu (1921 Anayasası)’nda yaptığı değişiklikle, devletin yönetim biçimini Cumhuriyet olarak ilan etmiştir. Aynı gece bu ilan, atılan 101 pare top ile ; 1924 yılında ise Cumhuriyetin ilanı şenliklerle kutlanmıştır.


Söze başlarken Cumhuriyet bir kelime değil bir yaşam biçimidir demiştik..Ve bu yaşam biçimini benimsemiş toplumlar diğer dünya devletlerinin hep bir adım önünde yer almışlar ve almaya da devam edeceklerdir.

Bizler ki 89. yılını kutlayacağımız Cumhuriyetimize her ne şart altında olursak olalım sahip çıkacak ve kanımızın son damlasına dek ülke savunmasında yer alacağımıza ant içmiş fertler olarak; bu ülke toprakları için verdiğimiz yüz binlerce şehidimizin önünde saygı ve şükranla eğiliyor;  bizlere bıraktıkları bu güzelim emanete sahip çıkmak için aradığımız kudretin damarlarımızda ki asil kanda mevcut olduğunu bir kez  daha yineliyoruz…

TÜRKİYE’M CUMHURİYET BAYRAMIN KUTLU OLSUN !...

Mehpare ÖĞÜT



Ben özlemezdim kimseyi bu kadar, bakma yaramın derin olduğundan değil bunca hüznüm… Sessizim farkındayım, eskisi gibi değil hiçbir günüm.

Senin yokluğunda yazılmış nice şiirlerin hatırınadır bu suskunluğum. Gözlerim aramıyorsa seni eskisi gibi, unutulmuşluğundan ya da  bir başka sevdaya dalışımdan değildir. Sadece senin yokluğunda alıştım yalnızlığıma ve sırf bu yüzden yalnızlığım bile güzel görünüyor bana…

Ben saymam geçip giden mevsimleri… Ne gün ne de ay hesabı yaparım inan ki…
Kavuşmak varsa şayet her vuslatta olduğu gibi sabrıma katıp da sessizliğimi beklerim senin gelişini.

Belki çok uzaklardan geleceksin, belki de çok yakınımdasın bilemem ki. Payıma düşüyorsa ve diyorsa ki Yaradan “Sabret” hiç düşünmeden çekerim dünyanın yükünü  yine de beklerim gelişini elbet. Yeter ki gelişinle doldur yüreğimi, yeter ki hüzün bahçemde açılsın sevda gülleri…

Ne kadar beklemem gerekiyorsa o kadar varım aslında. Ne kadar seviyorsam o kadar da sevileceğim sonunda. Aradan geçip giden zamanın hesabını yapmadan bekliyorum, bekleyeceğim ve gözleyeceğim yollarını… Gelişine adaklar adamayacağım çünkü senin için adadığım tek şey kalbim olacak bil ki…

Ve her hikaye bir gün bitecek bitmesi gerektiği gibi. Benim hikayem ise seninle başladı, seninle bitecek inan ki

Mehpare ÖĞÜT




Ne kadar çok yara almışım da unutmuşum zamanla… Yine de susmuşum, susmakta bulmuşum çareyi. Ağlamakta,  yanmakta… Gözlerim ne kadar yalan diye bağırsa da, inkar etmek bir o kadar da güç bana…

Kalmamış içimde ne bir heves, ne umut, ne istek ne de özlemeye dair bir şey… Her şeyden geçmişim, yaşamaktan, sevmekten yana. Umutlarımın yok olduğu günden beri hayalim kalmış yarım yamalak, kalemimin ucu kırık, yüreğim suskun, gözlerim ıslak

Biçare avare aşıklar gibi dolaşır durur olmuşum dikenli aşk yollarında ve yorulmuşum farkında olmasam da… Sevmek haram değildi elbet ama, yaralarım o kadar çoktu ki başka bir sevdanın yokluğunu kaldıramayacak, başka bir acıya katlanamayacak kadar…Ne öncesini ne de sonrasını düşünmek gelmiyordu içimden. Bekle diyordum kendime, neyi beklemem gerektiğini bilmeden. Bir gün diye başlayan tüm cümlelerim karışıp gidiyordu keşke’lere ve o keşke’ler hep gönül hanemde baş misafirdi gitmek bilmeyen ve yaralarıma ortak olmaya çalışan…

Şimdi suskunum..Hala suskunum. Konuşmaktan ölesiye yorulmuşum, durgunum. Vazgeçtiğim sevdaların peşinden koşmaktan yorulmuşum. Gözlerim eskisi gibi dalmıyor uzaklara, beklemiyorum artık yoldan gelecek birisini de. Dedim ya yorulmuşum yalan sevdalara tutulmaktan, beklemekten, ağlamaktan. O yüzden artık kalbime çekiyorum kepenkleri bir daha açmamak üzere…

Yüreğim Kapalıdır; İzinsiz Giremez Kimse….


@ Mehpare ÖĞÜT - 2012


Özlersin yerli yersiz… Gözlerin gider gelir uzaklara. Boğulur gibi olursun ara sıra…Bir el uzansın istersin, bir yürek kıpırtısı, sonsuz bir soluk sarsın ruhunu. Ama nafile.

Akşam saatleri,  hava kararmaya başlamışken, sen yalnızsındır yine. Hiçbir şey yetmemeye, avutmamaya başlar seni. Kurduğun cümlelerde hatalar arar durur, okuduğun tüm şiirlerde bulmaya çalışırsın onu. Bazen gölgenden korkar, bazen de duymak istemezsin adını dahi. Herşeye Rağmen gelsin dersin yeter ki… Gelsin ve tutsun elimi. Oysa enkazdan son anda kurtarılmıştır yüreğin. Felaketin eşiğinden dönmüşken tam da, yeni bir heyecana ne gerek var ki. Sen ne dersen de kalbin hükmeder beynine ve bildiğin tüm olmaz komutları işlemez yüreğine. Çünkü göz bir kere gördü ve işledi mi bir nefes yüreğine, durdurabilene aşk olsun…

Onun adı AŞK'tır ve düşmüştür YÜREĞİNE….

Mehpare ÖĞÜT
EKİM  2012





“Zaman” dedi “kalp”, “akıl” dedi “beyin”, seçemedi “insan !”

Yaşamak için herkesin kendine biçtiği bir rol vardı bu hayatta ve herkes kendi filminin kahramanı, herkes kendi filminin yönetmeniydi bu oyunda
Oyunun senaryosunu yazan ise evrenin ve her şeyin sahibi Yaradan dan başkası değildi. Bizler önce üzerimize düşen rolleri aldık birer birer. Önümüze iki yol çizildi her şeyden. Ya iyiyi ya da kötüyü oynayacaktın, karar sana aitti. Sonuçta ya kaybedecek ya da kazanacaktın, seçim senindi !...

Küçük bir yürekle çıktık önce yola… Farklıydı dünya gözümüzde, sevmiştik tüm renkleri, kendimize benzeyen her şeyi. Yabancılık çekmemiştik alışıvermiştik her şeye kolayca. Sonra zaman girdi devreye ve o minik yürek büyümeye başladı her geçen gün biraz daha, biraz daha…
Önce sevdiğimiz renklerden vazgeçmeyi öğrendik birer ikişer. Sayıları azalmaya başladı her geçen gün. Sonra biraz daha büyüdük, büyüdük. Bu sefer renklerin sayısı ikiye düşmüştü; biri siyah diğeri beyaz… Ve bize benzeyenleri de eksiltmeye başladık hayatımızdan her geçen gün biraz daha. Oysa ki ne kadar da bize benziyordu hepsi. Yanılmıştık ve her yanılgı sonucunda biraz da büyümenin verdiği gururla öğrenmeye başlamıştık hayatı. Güven diye bir kelime vardı dağarcığımızda ama her nedense onu yakalamak çok zordu. Güzel bir şey olduğunu öğrenmiştik ama kimde olduğunu bilmiyorduk. Derken hayatımıza dahil olmak isteyenler çıktı her geçen gün.. Ayrım yapmadan baktık onlara aynı gözlerle. Sevmek istedik yüreğimizle. Başlangıçta güzeldi, iyi gidiyordu, yolundaydı her şey. Sonra, sonra yakaladık onları kendi içlerinde sakladıkları irili ufaklı yalanların içinde. Sırtımızı döndüğümüzde ise öğrendik ki güven herkesin hak edebileceği bir şey değil. Bu ailen olsa bile… Hayat öğretiyordu her geçen gün bize yıkımların neden bu denli acı verdiği gerçeğini. Sürekli bir çabalama içerisindeydik ve hep bir şeyleri yakalama niyetinde. Oysa yakalayabileceğimiz bir şey olmadığını öğrenecektik ilerleyen yaşımızla. Ve en çok da zamanı yakalayamayacağımızı, onun ellerimizin arasından nasıl da bir sabun köpüğü gibi kaçıp gittiği gerçeğini. Ne yazık ki mümkün değildi zamanı yakalamak ve yanımızdan bize bakarak çekip gitmesine engel olmak. İyi değerlendiremediğimiz çok zamanlar olmuştu hayatımızda olacaktı da. Çünkü yürek bazen ve de çoğunlukla kullanmamıza engel oluyurdu aklımızı. Belki de ilk başta vermeliydik ona önceliği. Hiç olmazsa çekmezdik belki de bunca acıyı. Almazdık en derinden yaralarımızı. Zamanla birlikte kaybettiğimiz her şeyin bilirdik belki de daha çok kıymetini. Ve bazılarını daha önceden çıkartıp hayatımızdan katlanmazdık belki de suskunluklarımıza alet ederek kendimizi.

Ve gün geldi yol ayrımlarına düştük hayatla. Seçimler yapmamız gerekti çoğunluğumuz için. Kimisine çekip gitmek, kimisine beklemek, kimisine ise yola devam etmek düştü. Ve herkes oynadığı oyununda kendi rolüne razı gelerek devam etti yaşamına. Belki de yaptığımız seçimler sonrasında aldığımız bir neticeydi bu. Belki değil kesinlikle öyleydi. Çünkü baştan vermiştik önceliği yüreğe ve aklı atıp bir köşeye, dinledik yüreğimizin sesini bizi sağır edercesine. Akıl ise bir köşede bekliyordu kendisine döneceğimiz günü. Kimimiz oralı bile olmadık, duymadık, duymazdan geldik. Ve gün geldi kaldık ikisinin arasında. Karar veremedik hangisinin doğru söylediğine. Yürek beni seç derken sessizdi akıl. Oysa ki  sessizliğin içinde anlattığı ne çok şey vardı anlayamadığımız, belki de anlamaktan kaçtığımız. Zaman diyerek kaybettiğimiz onca şey.

Ve durmuştu artık büyüme faslı… Kendisine verilen oyunda büründüğü rol sayesinde ne çok şey öğreniyordu insan yaşarken. Yanımızdan çekip giden fırsatları, kaçırılan zamanları… Ve daha birçok şeyi. Kabul etmek gerekir ki seçimlerimizi yaparken her ne konuda olursa olsun geleceği de düşünmek gerekir. Sadece bugünü düşünerek çıkamayız hiçbir yola. Ve sadece yüreğimize kulak verip ihmal edersek aklımızı kullanmayı, yayan kalırız çıktığımız yolda.  O yüzden ne yolda kalmak ne de yanlış seçimler yapmamak adına vereceğimiz en iyi kararı vermeliyiz her konuda. Yaptığımız seçim her ne olursa olsun, hayatımızda onu yaşayacak ve bize sunacağı sonuçlarına katlanacağız. Ya iyi ya da kötü olacak; ya kaybedecek ya da kazanacağız… Ve bu ancak bizlerin elinde olan bir şey ki karar vermeliyiz her şeyden önce yürek mi akıl mı geçecek ilk sıraya !....

“Kararsızdı insan kullanamadı aklını… Uydu yüreğin sözüne harcadı tüm zamanları…”


Mehpare ÖĞÜT
EYLÜL 2012



Hayatın sana verdiği acılar değildir önemli olan…
Asıl önemli olan senin olaylara karşı takındığın tutum yani hayata bakış açındır.
Mutluluk ve sevinçlerine ortak ettiğin insanların artması;
Kırdığın insanların sayısının giderek azalmasıdır mühim olan…
Her aklından geçeni söylemekten kaçınmak;
Umursamaz davranışlardan uzak durmaktır seni sen yapan…
Düşün ki bir trendesin…
Gittiğin yer değil kiminle gittiğindir önemli olan.
Ve asıl önemlisi ne biliyor musun !
İlk vagonda seyahat etmek değil;
Son vagondayken bile aynı hazzı alabilmektir coşkunu arttıran…
Yaşama bakış açını değiştir !
Sürekli söylenmekten uzak tut kendini…
Düşün ki başına bir hal geldi…
Neden ? diye sormayı unut…
Akışına bırak olayları…
Olması gerekiyormuş diyerek devam et nefes almaya;
Yorma hem yüreğini hem de aklını boşu boşuna…
Belki de bir hayır var sonunda seni bekleyen / kimbilir !
Yaşadıklarından dolayı kahırlanmayasın sakın.
Unutma ki, şu an bir sınavdasın…
Denenmektesin anlayacağın.
Her sabrın sonunda bir selamet var ya işte !
Senin de sabrının meyvalarını alacağın gün / inan ki yakın…

Bunların hepsi seni en çok sevenden bil ki…
“O” seni deniyor ;
Ve “O” seni herkesten daha çok düşünüp, seviyor, inan ki…..

Zorlama kendini…
Kim kiminle neredeyse aldırma / boşver...
Hem sen değil miydin ilk önce vazgeçen.
Bırak kendi tercihini yapsın herkes / bırakacak olsa bile seni seven.
Ne yani bir hayır’a mı yıkılacaksın
Ya da “seni seviyorum” sözünü duyamadım diye mi bunca ızdırap !...
Hatadasın, kendine gel…
Zorla güzellik olmaz sözünü hatırlat sürekli kendine.
Yaşamayı seviyor musun asıl sen ona bak.
Bırakıp gidene bağlama kendini.
Yüreğine masraf etme değmeyen yükleri.
Olmadı mı diyorsun merak etme olacak…
Nereden mi biliyorum…
Biliyorum işte !
Hayat…
Hayat seni deniyor…
Seni kendisiyle aynı masaya oturtup şansını deniyor.
Bırak o kazansın
Bırak ben seni yendim diye dolaşsın meydanlarda
Sen biliyorsun asıl kazananın kendin olduğunu, yeterli değil mi sana !..
İlla ki bir şeyler ispatlamak zorunda değilsin.
Öyle mi hissediyorsun kendini…
Hata..
Hem de büyük hatadasın inan bana.
Kimseye bir şey ispat etmek gibi bir görevin yok unutma !
Bırak yol ver hayat önden gitsin…
Vefalı davranmayı unutma !...
Söyleme boşver; sil gitsin / unut gitsin / yak gitsin; ne kalır geriye her şeyi yakıp yıktıktan sonra…
Koca bir sıfır için değer mi onca lüzumsuz çabaya.
Bırak denesin seni hayat
Vurmak istediği yerden nasıl biliyorsa öyle yapsın.
Sen ayakta kalmaya gayret göster.
Ve bir gün dikil hayatın karşısına
Ve şöyle de ona
Acımadı ki…
İstersen biraz daha yak canımı
Acımaz ki…
Bırak hayat denesin seni
Nereden vurmak istiyorsa öyle vursun sana.
Üzülme !...

Bunların hepsi seni en çok sevenden bil ki…
“O” seni deniyor ;
Ve “O” seni herkesten daha çok düşünüp, seviyor, inan ki…..

Mehpare ÖĞÜT
 2012
"Hayat sen nelere kadirsin göster bana !..."


Resim : Köylü anneanne / Hass Karin Andersdotter (1806-1894).





Sevgi neydi ? Sevgi emekti...Sevgi, her şeye ve herkese karşı göğsünü gere gere seviyorum diyebilmekti. Sevgi korkmamaktı, kaçmamaktı... Aslında seviyorum derken aklın başka ruhun başka yerde olmamasıydı ve günün birinde haber vermeden sessizce çekip gitmemekti....

Hayatımız boyunca hep masallarda ki gibi aşklar yaşamak istedik, sevilmek istedik ve karşılığında da sevgimizi sunmak. Ama biz hayaller denizinde yüzerken işlerin bu denli yürümediğini geç fark ettik. Belki bazı şeyler için geç kaldık ama yine de her şeye rağmen umudumuzu yitirmedik. Nazım'ın da dizelerinde değindiği gibi ;

…..

"Kendi kendimizle yarışmadayız gülüm
Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz
Ya dünyamıza inecek ölüm.

En güzel deniz: henüz gidilmemiş olandır
En güzel çocuk: henüz büyümedi
En güzel günlerimiz: henüz yaşamadıklarımız
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz
Henüz söylememiş olduğum sözdür.

Umuda bin kurşun sıksa da ölüm
Unutma umuda kurşun işlemez gülüm.

Nazım HİKMET RAN

…..

Aza kanaat edip vazgeçmemeyi öğrettiler bize… Her ne şart altında olursa olsun sevdiğimizin yanında kale gibi durmayı. Beklentilerimiz çoktu ama sevginin yanında hiçbir değeri yoktu. Hayaller kurduk hep; bir hayal atından inip diğerine bindik durduk. Kimileri için günlerce yas tuttuk, kimileri için de elimizin kiridir deyip bir yerlere savurduk. Oysa ki yüreğimiz de doldurulmamış bir boşluk vardı hala, bir şeyler eksikti besbelli… Ne yaptıysak, kimi koyduysak o boşluğa bir türlü doldurulamadı. Ya yanlış zamanda doğru insan, ya da doğru zamanda yanlış insandı yanımızda olan… Ama doldurulamayan o yere ait şu dizeleri söylemekte vacipti günü geldiğinde, gerçekten sevmesini bilenlere;

…..

İkimiz de biliyoruz sevgilim
öğrettiler :
aç kalmayı üşümeyi
yorgunluğu ölesiye
ve birbirimizden ayrı düşmeyi.
Henüz öldürmek zorunda bırakılmadık
ve öldürülmek işi geçmedi başımızdan.

İkimiz de biliyoruz sevgilim
öğretebiliriz :
dövüşmeyi insanlarımız için
ve her gün biraz daha candan
biraz daha iyi
sevmeyi...

Nazım Hikmet RAN

…..

Mehpare ÖĞÜT
2012




Sevmeyi bu kadar severken korkuyorum bir başkasını sevmeye…Elim varmıyor sevdanın kapısını aralamaya. Oysa öylesine hasretim ki bir kalbin beni çağırmasına. Gözlerim dalıp dalıp giderken uzaklara, sevdaya tutulmuş yürekleri gördükçe seviniyorum olmuş gibi kendi adıma…

Yazdığım onca dize, biriktirdğim her cümle geçmişe dair bir esintiyken oysa, şimdi yeni bir şeyler yazmak adına ama bu sefer sonsuzluk olması dileğiyle, bekliyor kurulmayı da… Belki diye başladığım her günün sabahında, umutlarımı da doldurduğum heybemle çıkıyorum yola. Belki bir gün, belki yarın, kimbilir yarından da yakın… Kim olur, ne olur, olur mu / olmaz mı bilinmez ama, bir dilek bu sadece seven gönlümden sevilecek olana ulaşması adına…

Baharın gelişiyle birlikte yüreğimde de açılsın diliyorum sevda tomurcukları… Aşk şarkılarını söylemek sevdiğimin gözlerinin içine bakarak ve her sabah yanımda bulmak adına sarılmak istiyorum bir yüreğe tüm fırtınalara meydan okurcasına. Tutabilmek bir eli, bir gün gider mi kaygısı duymadan, sahip olabilmek bir yüreğe, bakabilmek gözlerine, o benim diyebilmek herkese… Kısacası bir yürek bekleniyor bilinmeyen bir vaktin saatinde “Ben buradayım, geldim” diyen bir ses duymak istiyor kulaklarım nice zamandır, sevdaya gebe…

Varsın geciksin diyor içimden bir ses ve ekliyor ardından “üzülme !” diye… Gelecekse bir gün bırakıp da tüm sevap ve günahlarını öyle gelsin diyor… Seni sen olduğun için kabullenip de gelsin, seni tüm hatalarınla sevebilense gelsin, seni kaşın-gözün için değil, ruhunun güzelliğini keşfettiği için gelsin…Adını bilmeden, sesini duymadan, görmeden bir gün dahi…Bekle ki herşey yolunda gitsin.
Sabretmeyi öğren diyor içimde ki ses yeniden, “sabret !”… Marifet değil diyor acıların içinde yaşamak aşk’ı, görmek varken yaz güneşini yüreğin. Ne demeye bu acelen, nereye yetişeceksin… Bekle ve gör… Göreceksin ki gelecek günün birinde seni seven ve sadece Rabbinden iste başkasından değil… Her şeyi bilen değil mi ki “O” güven “Ona”; göreceksin zamanı geldiğinde verecek istediğini sana, sevin…

Şimdi hayal ülkesinin ışıklarının altında devam et sen, istediğin kadar düş kurmaya. Aldırma, varsın gülüp geçsin isteyen sana. İsterlerse deli desinler adına. Her “insan hayal ettiği müddetçe yaşarmış” unutma !. Varsın konuşsunlar arkandan, varsın Leyla olsun bir diğer adında. Yeter ki sen yitirme yüreğinde yeşermiş umutlarını da, varsın hayalperest desinler. Gün ola devran döne, bir gün olur hayalden gerçeğe.. Kurulan her düş senin olur bir gün oturur bütün taşlar yerine, unutma…

Hadi Sev Yüreğim / Korkma…


Mehpare ÖĞÜT
2012


Bugünlerde kendimi farklı bir şekilde yalnız hissediyorum. Çok sevdiğim ailem, beni seven ve benim de sevdiğim arkadaşlarım, dostum diyebileceğim özel insanların yakınımda olmasına rağmen, benden sanki milyarlarca ışık yılı uzaktaymışçasına gibi olmalarını bazen çözemiyorum. Çünkü kimsenin ne düşündüğünü, ne hissettiğini asla ve asla bilemiyorum.
Bazen kendimi en kalabalık yerde bile o kadar yalnız hissediyorum ki, konuşulan herşey, kelimeler, gülüşler… bana yabancı gibi geliyor. Ne o, ben mi tuhaflaşıyorum yoksa içimde ölen bir şeyler mi var yaşama dair kestiremiyorum. Bazen düşünüyorum da insanın kendini yalnız hissettiğinde gidip de rahatlayabileceği en güzel yer mezarlıklar aslında. Çünkü onlara ne söylerseniz söyleyin size cevap vermiyorlar, kızmıyorlar, küsmüyorlar. Bir insanın ses renginden, kullandığı kelimelerden tarafıma dair algıladığım çoğu şeyi kestirebiliyorum ki, bu bir çok insanda da olan bir özelliktir; bende de fazlasıyla mevcut. Ne var ki bazen kendimi gerçekten de bu dünyaya ait değilmişim gibi hissediyorum. İnsanlara ne verirseniz verin herşey anladıkları ve algıladıkları kadar oluyor ya da tam tersi… Tabii bu durum yüz ifadesinden tutun da, el kol hareketlerine kadar vücudunun her yerinde gösteriyor kendini. İnsanları anlamak için de illa ki bir şeyler söylesin diye beklemiyorum çünkü az önce de bahsettiğim gibi bedeninde ki tüm hareketlerle yansıtıyor kendini…

Hayatta en sevmediğim şeydir riyakarlık… Bana gelip de dostane bir şekilde davranıp diğer taraftan başkalarına ağzımdan çıkan her cümleyi değiştirerek, kısacası bire bin katarak anlatan ve karşı tarafta ki insanların hakkımda yalan yanlış bilgilerle bana cephe almaları yahut da beni anlatılanlarla eşleştirmeleri…İşte en nefret ettiğim şey bu. Ama değimlidir ki en çok da insanı sırtından vuranlar, en sevip de güvendikleri. Bazen neden ? diye bir soru dolanır durur beynimde…Neden ? İnsanların bu şekilde davranmasının sebebi ne ??? Neyi paylaşamıyoruz ? Sonuçta benden kimseye bir zarar gelmeyeceklerini bilmelerine rağmen neden insanlar yargısız infaz yapıp da haksız yere benimle ilgili farklı düşüncelere yönelmekte ve etrafımda ki insanları da kendi düşüncelerine ortak etmekte…
Ama kabul ediyorum ki hatalıyım… Bugüne değin kimsenin yalakalığını yapmadım ya da kendimi farklı göstermeye çalışmadım. Neysem o oldum. Geldiğim yeri de gittiğim yeri de hiçbir vakit unutmadım. Çünkü temelim o kadar sağlam ki benim, ailemin vermiş olduğu değerlerle bugüne değin sağlam bir karakter ile yoluma devam etmekteyim. Ama dedim ya tek kusurum beni etrafa farklı göstermeye çalışanlar gibi olmamamdan. Ben değerimi biliyorum ama ne yazık ki siz yani arkadaşlık, dostluk sınıfına soktuğum ve güven duyduğum insanlar, sizler haddinizi hiçbir zaman bilmediniz ve sanırım bundan sonra da bilmeyeceksiniz. Kaldı ki bu satırları yazarken aklıma “güneş balçıkla sıvanmaz” sözü geldi. Benim de, ne söylerseniz söyleyin, ne yaparsanız yapın ve hakkımda ne düşünürseniz düşünün hiçbir surette değerimden bir şey kaybettiremeyecek ve rolleri ters yüz edemeyeceksiniz. Attığım adımdan, söylediğim sözden ve kendimden öyle eminim ki…
Ne istiyorsanız onu yapın, elinizden geleni ardınıza koymayın…
İlahi adalete teslim ediyorum sizi…
Hesap günü çok yakın, unutmayın !!!

"Birilerine göndermeler…Anlarlarsa tabii"

Mehpare ÖĞÜT
2012