BENİM YAZILARIM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BENİM YAZILARIM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Her güzel şeyin bir sonu olduğu muhakkak... Sessiz sedasız çıktığımız tatilimize nokta koymak ve tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yerin yine kürkçü dükkanı yani evi olacağının da bilinciyle bitirdik bu seneki tatilimizi de. Allah tan henüz izin bitmiş değil. Ama tüm güzelliği ile Antalya - Kemer-Göynük Mevkii'n de ki tatilimizden oldukça memnun kalmış, dinlenmiş ve enerji toplamış olarak döndük ve darısı inşallah ömrümüz yeterse seneye diyerek şimdilik deniz ile ilgili kısmına nokta koyduk. 

Tatile giderken insanların büyük umutlarla gitmesi ve ardından beklentilerinin altında bir tatil yapması elbette ki hoş bir durum değil. Sonuçta belli bir miktar parayı sırf tatil yapmak için ayırıyor ve konaklayacağınız yer için ödüyorsunuz. Sonuç itibariyle ödediğiniz bu paranın da karşılığını almak istiyorsunuz. Bu tatile çıkan her insanın hakkıdır. Ama tatil planlarını yaparken bazen öyle yorumlar yazılıyor, öyle şeyler okuyorsunuz ki gitsem mi gitmesem mi  diye bir sürü düşünce ile birlikte ne yapacağınızı bilemez bir hale geliyorsunuz. Biz de bu seneki tatilimize birkaç ay öncesinden planladık. Bir çok otel ile karşılaştırma yaptık ve sonunda karar verdik. İstikamet Antalya - Kemer / Göynük Mevkii'nde Royal Palm Resort oldu. Otobüs ile Kemer otogarına gitmeden Göynük tatil beldeleri yazan yerde inerek bir taksi aracılığıyla on dakika içinde otelimize vardık. Oldukça büyük bir alan üzerine kurulmuş otele girer girmez resepsiyondaki görevli arkadaş "Coşkun bey" güler yüzü ile karşıladı bizi. Ve normalde saat 14:00'te yapılan girişe rağmen hoş bir tavırla "kim demiş saat 2'de girilecek , biraz bekleyin size yardımcı olalım" diyerek bizi kahvaltı yapmamız için restaurant'a yönlendirdi. Kahvaltımızın ardından halihazırda boşta olan odamıza yerleştik. Yol yorgunu halimizle odayı incelemeye başladık. Çok geniş bir oda olmamakla birlikte üç kişi için yeterde artardı bile. Odanın temizlendiği söylense bile biz ikinci bir kez daha odayı baştan sona temizlettirip yine her zaman yaptığımız gibi kendi getirdiğimiz çarşaflarımızıda sermeyi ihmal etmedik. Ne de olsa ailecek böyle bir takıntımız var. Otel gerçekten oldukça büyük bir alan üzerine kurulmuş yirmi yıllık bir otel ve neticede tadilat gerektiren yerleri yok değil ama bu durum benim tatil yapmamı engelleyecek kadar büyük boyutta değildi. Ve annemin de dediği gibi "oteli satın alacak değiliz" sözüne de hak vererek tatilimizi bir hafta boyunca istediğimiz gibi gönlümüzce keyif içerisinde geçirdik. Allah'tan gittiğim hiçbir otelde yemek konusunda sıkıntı çekmedim ve bu otelde de herşey sebil gibiydi. Gözleme saatleri, pidesinden tutunda pizzasına, dönerine, balığına ve diğer bir sürü çeşit yemekler... Cennet vatanımın zengin yemek menüsü ile yabancı turistlerin tabak tabak aldıkları yemekleri gördükçe aslında kendiminde yemek yemediğini fark ettim desem yeri :-) Allah'ım herşeyi bize vermiş onlardan esirgemiş sanki. Sanki değil bizzati öyle. Yalnız üzüldüğüm tek şey insanların yemeyecekleri yemekleride alıp daha sonra tabaklarında bırakmaları. Kaldı ki bir lokma ekmeği bulamayan pek çok insanın varlığını düşünürsek bu dünyada aslında bu yapılanın israftan başka bir şey olmadığınıda söylemek mümkündür ! Bu konu üzerinde gerçekten söylenecek çok şey var aslında ama şimdi sırası değil. Netice itibariyle internet ortamında çeşitli sitelerde yazılan yok odalar şöyle kötü, yemekler rezalet, heryer pislik içerisinde diyenler... Allah'tan sizin lafınıza uyarak gitmekten vazgeçmek gibi bir hata yapmamışım.
Kısacası ben/biz memnun kaldık. Ama memnuniyette kişiden kişiye göre değişir ve henüz tatile gitmemiş olanlara fazla beklenti içerisine girmeden tavsiye edebileceğim bir yer diyebilirim... Sonuçta ne demişti annem "oteli satın alacak değiliz ya !"... 

Sevgiler,,,Henüz tatile çıkacak olanlara iyi tatiller dileğiyle...

Mehpare ÖĞÜT



Her gelen bayram ile birlikte anacağımız ne kadar çok şey; aradığımız ne çok insan oluyor. Ne garip öyle değil mi ? Aslında garip olan bir şey yok… Kaybettiğimiz her insan bir anıya dönüşüyor, özleniyor, gelmeyeceğini bile bile bekleniyor. Küçüklüğümüzde çok da idrak edemediğimiz bayram coşkusu sadece alınan bayramlık elbise, ayakkabı ve toplanan harçlıklarla sınırlıyken ilerleyen yaşlarda ne alınan bir elbisenin ne de bir ayakkabının geride bıraktığımız hiçbir anıdan daha önemli olmadığını gösteriyor bizlere… Kimilerine göre bayram tüm coşkusuyla yaşanmaya devam ederken kimileri de bayram gelmiş neyime deyip dertleniyor ve yalnızlığının verdiği acının sesiyle kederleniyor iyice. Bayram gelmiş neyime babam gitmiş bir kere… Babam gittiğinden beri geçirdiğimiz hiçbir bayram tat vermiyor bana. Mümkünse kendimi eve kapatmak, kimsenin de gelmesini istememek gibi bir ruh haline bürünmüş vaziyette geçip gitsin istiyorum bu bayramda sessizce. Oysa ki üç sene öncesine kadar ne kadar da keyifliydi bayramlar, ne kadar da mutluluk verici. Sabahın körlük vaktinde annemin bizi kaldırıp ev işini yaptırması, kardeşimin yataktan kalkmamak için verdiği mücadele ve babamın bizim tarafımızdan elini öpmek için beklemesi, annemin mutfaktaki telaşı… güzel şeylerdi velhasıl yine de güzel olabilir ama bir eksik varken arada öncekiler kadar değil. 
Mutfaktan gelen taze çayın kokusu birdenbire çocukluğumda memlekette geçirdiğimiz bayramlara götürdü beni. Anneannemin iki katlı bahçe içindeki evinde, kuzinenin üstünde demlenmiş taze çayın kokusu… Sıcak, huzurlu, sevgi dolu bayramlardı her biride. Hey gidi günler dedirten cinsten hem de. Teyzemler, dayımlar, biz ve bir de anneannem. Toplamda bir evin içinde 17 kişi.Sabah ezanı ile uyanmalar, biz çocukları yataklarından kaldırıp başka bir odaya almalar, herkesin evde iş paylaşımı yapması , anneannemin mutfakta hazırlanmaları… biten işin ardından “haydi uyanın çocuklar, kalkın, kahvaltı hazır” sesleri, yüzümüze vuran güneş, evin şeker mi şeker kedileri… Bahçedeki köpeğimiz. Ve tam kahvaltıya başlanacakken konu komşunun birer ikişer bayramlaşmak için gelme fasılları... kapı kapı dolaşıp şeker ve harçlık kapmaya çalışan çocuklar… Ardından fırsat bulup cümbür cemaat yapılan ev ziyaretleri… Şimdi hepsi de birer anı olarak yaşıyor yüreğimde ve ömrümce silinmeyecek hiçbir şekilde. O günlere duyulan özlem, o sıcaklık, o huzur, o sevgi dolu ev… mazide kalan hoş bir seda gibi her geçen gün tazelenerek devam edecek anılarımla birlikte. Ama yine de kalanlarla birlikte mutluluğu yakalamak ve bugünlere sağlıklı bir şekilde ulaştığımız için Yaradan’a şükretmek, hiçbir anısı olmayanı bile düşünerek kendi adımıza mutlu olmamızı sağlıyor en nihayetinde. Ve bayramlara en büyük anlam katan mezar ziyaretleri, okunacak olan Yasin’ler, Tebareke’ler, Amme’ler ve daha nice dualar ise bayramları bayram yapan en büyük özellik değil mi sizce de  Bir yerde okumuştum. Kaybettiğimiz yakınlarımız bizler hakkında belli bir dereceye kadar çoğu şeyden haberdar edilirlermiş ve kaldı ki onlarda bizim gelmemizi beklerlermiş. Ayak sesimizden kim olduğumuzu tanırlar ve ayrılış sırasında da gidiyorlar diye hüzünlenirlermiş. Bunların hepsi elbette Yüce Yaradan’ın takdiri. 
Onlar bile başka bir boyutta bizlerin ziyaretini beklerken ya yaşayan yakınlarımız, bir yerde unuttuklarımız, onlar beklemezler mi bizleri ! Bu kadar mı sıkıldık onlardan, bu kadar mı ağır geldi bize yükleri! Hiç kimsenin bu konuda bahanesine kılıf uydurmasına gerek yok aslında. Çünkü hiçbir bahane haklı kılmayacaktır bizi. Cebimizdeki paraya güvenip onları bir yerlere bırakıyoruz ya her şeyi hallettik sanıp övünüyoruz kendimizle bir de. Ama hiç düşünmüyoruz şunu ! Biz onları bırakırken o yurtlara, barınma evlerine onlar bıraktı mı bizleri  bir köşeye ! Ve arada sırada bir bayram hatırlayıp da eşe dosta ayıp olmasın diye gidilir ya bir de ziyarete… Neyse. Evet bu bayram doluyum. Çünkü duydukça bu tarz olayları iyice üzülüyor, kederleniyorum. Bu tarz insanların nasıl bir vicdan taşıdığını anlamak da zorlanıyorum inanın ve sonrasında, sonrasını boş verin işte. Diyecek çok şey var ama bugün bayram erken kalkmamız lazım çocuklar… Giyelim en güzel giysilerimizi, gidelim ziyarete tüm sevdiklerimize…


Mutlu, umutlu, sevgi dolu bir bayram geçirmen dileğiyle TÜRKİYE’m !
Olduğunca / Olabildiğince…



Mehpare ÖĞÜT






Sana dair hissettiklerim öylesine derin, öylesine özel ve öylesine güzel ki…
Ne yazsam ne anlatsam yetmeyecek biliyorum.
Seni ne bir kelimeyle ne de onca cümleyle tarif edemem kimseye.
Ama bildiğim tek bir şey var ki o da;
Gittiğin günden beri sensiz geçirdiğim hiçbir günüm benzemiyor Sen’li günlere…
Mutluluğun ne olduğunu ise unuttum gidişinle.
Sevmeyi ise hatırlamıyorum.
An yok ki gün yok ki adını anmıyorum…
Ve sen olamasan da şu an yanımda
Bil ki ben her zamankinden çok seviyor ama en kötüsü de müthiş özlüyoruz…
Tarifsiz bir özlemmiş bu sefer ki
Kavuşma vakti Allah’a kalmış…
Zaman veremem ama günün birinde illa ki…
..........
Ve bugün…                                                                                        
Herkes babasına koşacak. Oysa ki benim ne elini öpebileceğim ne de boynuna sarılabileceğim bir babam yok artık. Özlemlerim kat kat olmuş, göz yaşlarım aktı akacak yine. Boğazımda ilmek ilmek düğümlenmeler… Sen gittiğinden beri hep böyle, hep böyleyim, aralıksız, mütemadiyen…

En kötüsü de ne biliyor musun babacığım !
Gelmeyeceğini bile bile bekliyor insan… Şu kapı çalacak, koşup açacağım ve karşımda sen,  atlayıp boynuna sarılacağım…Hayal işte.  Ama yine de bekliyor insan bir ümitle. Oysa ki farkındayım bu gidişin dönüşü olmadığının da. Ama bir umut dedim ya her daim yürekte.

Ve bugün sensiz geçireceğim bu üçüncü babalar günü… Bir burukluk var halimden belli. Bir yalnızlık var içimde sebebi sen. Neye atsam elimi mutlu etmiyor hiçbir şey beni. Gülüşlerim sahte, duygularım yalan, mutluluğumu ise kaybettim gidişinle. Ama yine de bugün senin günün. Bugün yine her zaman ki gibi seni düşünecek, seni sevdiğimi söyleyeceğim duymadan hiç kimse.. Ve her zamankinden daha çok özleyeceğim seni…

Olamasak da yan yana… Babalar günün kutlu olsun BABACIĞIM… Seni çok ama çok seviyorum…

İlk göz ağrın, kızın,,, Mehpare'n
 ………..

Tıpkı annelerimiz gibi babalarımız da… Her anımızda yanımızda, baş ucumuzda. Emek veren büyüten.  Doğuran annedir ama bir baba yoksa eğer sen de gelemezsin bu dünyaya. Var olamazsın hiçbir vakit. İşte bu yüzden tıpkı en az annelerimiz kadar kıymetlidir babalarda.


Bu güzel ve özel gün nedeniyle; bloğumu ziyaret eden tüm babaların, baba adaylarının ve şu an yanımda olamasa da varlığını ve gücünü her daim yanımda hissettiğim babacığımın babalar gününü yürekten kutluyor; acısı, tatlısıyla,,, sevinci mutluluğuyla ama her şeyden önemlisi de tüm seven ve sevdiklerinizle birlikte mutlu ve de huzurlu sevgi dolu nice yıllar diliyorum. Her şey gönlünüzce olsun…Saygılarımla

Mehpare ÖĞÜT



Yanmak mı ? sahi ne için yanardı insan.
Kalbine ne zaman hükmederdi de aşk’ın adı çeker miydi onca zaman
Uzakları yakın eden bir sevda gelip de çalar mıydı senin kapını da
Sen istemem çek git diyebilir miydin ona…
-Bir sor kendine;
Uğrunda nice düşler biriktirilen bir sevdan olmuş muydu hiç !
Adını zaruri bir ihtiyaçmışçasına ezberlediğin;
-yüreğini kurşun yarasından da  daha çok yakan, delip de geçen
Bir sevdiğin olmuş muydu  hiç !
Beklemenin adını sen koymuşsam
Susturup gönlümü sabrımı sana bağışlamışsam
Unutup konuşmayı hayallerine dalmışsam
Sevda makamından onca nağmeyi sana adamışsam
Bil ki hem yanmış, hem de sevmişim demektir seni…


Mehpare ÖĞÜT

Direniş, eylem, taksim, gezi parkı, İstanbul, Ankara, İzmir ve Türkiye !!!

İnsanlar kendi kaderlerini kendileri çizemez ama ülkelerin kaderlerini tayin edebilirler. Seçim zamanında bir takım vaatlerde bulunan insanların temel sorumlulukları arasında halkın isteklerini yerine getirmesi, seslerine de kulak vermesi gerekir. Bu halk ne demek istiyor diye düşünmesi. Eğer ki bu sesler duyulmaz ise neticede bu tür hareketlere de imkan sağlamış olurlar. İşte bu eylemler, direnişler, günlerdir verilen mücadeleler, insan olmanın onuruyla, vatan sevdasının bir sonucu olarak, yılların getirisidir. Şimdi birileri de çıkıp şunu diyebilir. Siz seviyorsunuz da biz sevmiyor muyuz vatanı. Ben böyle bir şey demiyorum. Ben hiçbir ayrım yapmadan sadece kendi penceremden bakıyorum çevreme. Düşündüklerimi kendi hissettiklerimle birlikte dilimin döndüğünce paylaşmak üzere.

Bir bardağa suyu ancak alabileceği oranda doldurabilirsiniz. Eğer ki o bardağın sınırını bilmez ve suyu koymaya devam ederseniz su taşar ve etrafa dökülmeye başlar. Ben eylemleri buna benzetiyorum. Siz aynı bayrak altında aynı ülke sınırları içerisinde farklı ideolojilere sahip insanlarla yaşamınızı sürdürürsünüz. Her şeyi güllük gülistanlık sanırsınız ama bir de madalyonun görünmeyen diğer yüzü vardır. Aslında her şey bildiğiniz gibi değildir ya da biliyorsunuzdur da yapabileceğim bir şey yok diyerek kenara çekiliyorsunuzdur.  Ama yolunda gitmeyen bir şeyler vardır. Belki yıllarca suskun kalmışsınızdır, belki korkmuş, belki başınıza bir hal gelir diyerekten hiçbir tepki verememişsinizdir. Ama günün birinde ağaçlar dile gelir ve “kurtarın bizi” derler. Ve bu sesi duyan güzel yürekli, duyarlı, vatan evlatları çıkarlar meydanlara...  Kendilerince bildikleri doğrularla ve hayatları boyunca insan olabilmenin verdiği vasıflarla sırf o ağaçların sesini duyurabilmek adına başlarlar mücadele etmeye… Sonrasında başka insanlar gelir etraftan çevresini seven, doğayı seven, duyarlı insanlar… Onlar da bu sesi duyarlar, destek olurlar kendilerince. Sonra, başkaları, başkaları derken koca bir ülke bu sesi duymaya başlar hep birden. İşte yılların birikimi sonucu bir ağaç sayesinde başka şeyleri de sineye çeken insanlar bu eyleme destek olma yolunda unuttukları bir takım insani duyguları da bu sayede hatırlayarak yeniden paylaşmayı, birlikte ağlamayı, gülmeyi, sevinmeyi, dostluğu, yardımlaşmayı derken unutmaya yüz tutmuş ne varsa hatırlayıverirler kısa süre içerisinde. Sesler yükselir, yükselir ve kıtalar arasında da duyulmaya başlar. Tepkiler azımsanacak gibi değildir elbette ama duymak istemeyenler her nedense bildiklerini okumaya devam ederler ülkede…

Gelelim sadede… Ben siyasetle içli dışlı olan biri değilim ve işimde olmaz ama doğayı seven, yeşile hasret bir insan olarak şunu deme hakkına da sahip görüyorum kendimi. Doğayı sevmeyen kimseyi sevmez. Doğayı seviyorum deyip de ağaç katledenin sözünü de yalandan sayarım ben. Ağaçlar tıpkı bir çocuk misali… Fidan olarak alırsınız ve ekersiniz, her gün sularsınız ama onu o haşmetli haline getirene kadar yıllar geçer. Düşünün bir ağaç ki kaç kişinin doğumuna, kaç kişinin bu dünyadan ayrılışına, kaç kişinin konuşmalarına şahittir.. Dostlarımızla, sevdiklerimizle iki sohbet edip de huzur bulduğumuz ve gölgesinde serinleyebildiğimiz tek yer ağaç altları değil midir… Reva mıdır kalıp kalıp dökülmüş taş binaların içerisine insanları sıkıştırmak. Küçük esnafı bir köşeye fırlatarak büyük alışveriş merkezlerine muhtaç etmek ve sırf bu alışveriş merkezi için bu ağaçları katletmek. Günlerdir milletçe takip ediyoruz eylemleri, destekliyoruz da... Haklı mıdırlar ? evet haklıdırlar. Şiddet reva mıdır ? Hayır, değildir… İnsanların özgürlük ve haklarına müdahale etme hakkı var mıdır ? Hayır, yoktur… İnsanlar sınırları aşmadan eylemlerini yapabilir. Eğer ki amaç bu ülkenin yararına, insanlar adına güzel bir şeyler için oluyorsa yapılmalıdır da… Ama şiddet olmadan, kimsenin burnu bile kanamadan. Duyarlılığımızı bırakmadan. Sen, ben, o ayırımı yapmadan. Çünkü bu ülke ne senin ne benim hepimizin. Atmaca gibi ülkenin bölünmesini parçalanmasını bekleyen bir takım leş kargalarına fırsat vermeden… Kardeşçe, dostça, ülkemiz için el ele…Hep birlikte… Ne ağaçlarımıza kıyalım ne de birbirimize. İnsanım diyoruz ya hep o zaman insan olabilmenin verdiği tüm özellikleri göstermek adına kulak verilsin bu seslere… Kulak verilsin ki kırdırılmasın bir kardeş diğerine… Birlik ve beraberlik içerisinde ülkesini sevenler olarak kucaklayalım doğamızı, yeşilimizi, insanlarımızı… Mutlu mesut yaşayalım hep birlikte, ileriye doğru yürüyerek.

Ve Peygamberimiz Hz.Muhammed’in (S.A.V) söylemiş olduğu birkaç söze kulak verelim hepbirlikte…

“Yerdekilere merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin" (Tirmizî, "Birr", 16)

Kendisi bir defasında beş yüz hurma ağacını birden dikmiş (İ Hanbel, 5:354) ve bu konuda şunları söylemiştir:
"Bir Müslüman bir ağaç diker de bunun meyvesinden insan, evcil veya vahşi hayvan, veya bir kuş yiyecek olsa, yenen şey diken için bir sadaka hükmüne geçer" (Müslim, "Müsakat", 10)

"Kıyamet kopma anında bile olsa, elinde bir ağaç filizi bulunan onu mutlaka diksin" (Buharî, el-Edebü'l-Müfred, 168)

Davarları yapraklarını yesin diye, bir ağacı sopayla çırpan adama şöyle müdahalede bulunmuştu: "Biraz ağır ol bakalım, ağaca vurarak, onu kırıp dökerek değil, tatlılıkla sallayarak yaprağını dök!" (Üsdü'l-Ğabe, 3:276)


Ülkemi ve doğayı seviyorum… Saygılarımla,,,


Mehpare ÖĞÜT



Kıssadan hisse ile başlayalım evvela söze…

Zayıf ve dermansız bir balıkçının ağına iri bir balık düştü. Fakat zavallı adam onu zapt edemedi. Balık daha kuvvetli çıktı, ağdan kurtuldu, suya dalıp kayboldu. Diğer balıkçılar; “Tuzağına öyle bir av düştü ama sen kaçırdın!” diye adamı kınadılar.
Adamcağız dedi ki: “Haksız yere eleştiriyorsunuz. Benim kısmetim değilmiş, onun da eceli henüz gelmemiş.”
Hikmet: Kısmetsiz avcı Dicle’de bile balık tutamaz, eceli gelmemiş balık karada bulunsa bile ölmez.

____o____    

Kısmet…
Kısmet diyor herkes. Eş, dost, akraba çevremdeki herkes, her şeye, olmasını ümit ettiği her şeye kısmet diyor. Sevmekten yana da kısmet deniliyor. Kısmetin varsa gelir Yemen’den Çin’den, değilse ne gelir elden sözü hep dolaşıyor dilden dile. Oturup beklemek mi lazım kısmeti yoksa insanın kendisinin araması mı gerekiyor hala anlayabilmiş değilim. Neyi bekliyoruz ya da kimi. Gelmeyecek birini mi yoksa gelecek birini mi, şaşırdım kaldım. Zaman daraldıkça ve ardımızda bıraktığımız geçip giden yıllara baktıkça eli ayağına dolaşıyor insanın. Yok yani yanıp tutuştuğumdan değil de artık şu mahalle baskısı artmaya başladıkça her geçen gün biraz daha ve bir de yalnızlık korkusu sarmaya başladıkça derinden derine, bu kısmeti arama işi tarafıma düşüyor herhalde “O beni bulamadığına göre”… Bilmiyorum da hani nasıl ve nerede arayacağımı. Gördüğümde tanır mıyım ya da tanıyacak mı o beni bundan da emin değilim. Off ne de zor işlermiş bunlar böyle, kısmet kısmet bize de insaf et…

Geçenlerde yan apartmanda oturan ve Karadeniz şivesi ile konuşan yaşlı teyze soruyor;
-Sen cimsun ?
Şu kişinin kızıyım diyorum.
-Haaa cüzelmişsun da
Gülüyorum.
-Evlümisun ? diye soruyor
Hayır diyorum
-Evlen, evlen, diyor.
Kısmet, diyorum…
-Bak cüzelmissun da, niye evlenmiysun, diyor…
Bakalım, diyorum…

Diyemiyorum ki teyzem yok benim bu kalbimin ruh-i haliyetinden anlayacak biri…Yok bu dünyada ruh ikizim. Hint kumaşı da değilim ama bir türlü karşılaşamadık kendisiyle. Derken Özcan Deniz’in şarkısının nakaratı düşüyor dilime ;

“Yok bir sitemim
hayatta her şey kısmet
soldu gençliğim ömrümü aşkla ziyan ettim
ağla gönlüm nasip değilmiş vuslat
rahat uyu yar sana hakkımı helal ettim…”

Vuslat ne kadar da uzak bir kelime bana. Hangi ayrılık var ki vuslat olsun kapımda. Keşke olsaydı da razı gelseydik beklemelere, bıraksaydık her şeyi zamana. Hiç olmazsa bir ümidimiz olurdu yarınlara. Ama o da yok, hakikaten de kısmet….
Oltayı fırlattığımızda denize ya nasip ya kısmet işte öyle bizimkisi de… Kısmetse payımıza düşecek bir şeyler elbet, değilse de oturup ağlayacak değiliz halimize. Olsa iyi olurdu diyeceğiz belki ama olmamasının da bir nedeni var deyip şükredeceğiz Yaradan’a. !

Ne diyelim ya nasip ya kısmet,,, her şey de vardır bir hikmet …!


Mehpare ÖĞÜT




Bilirim anlarsın gözlerimde ki hüzünden
Ne zaman ki sıkılsa canım “neden böylesin” demelerinden…
Sorgu sual edişinden
Bir sen yanarsın
Bir sen ağlarsın benim için;
Gün gelir herkes giderken…
….
Gün gelir elini eteğini toplar gider herkes,  değişir; yenik düşer zamana her şey.  Akıl erdirilemez çoğu şeye, anlam verilemez gidişlere. Zaman deyip koyarsın bir köşeye, iyileşsin diye…

Yaraların olur kapatmak istersin kimseyi bulamazsın etrafında. Dertlerin olur kimi zaman dinleyecek bir Allah’ın kulu çıkmaz karşına. Paylaşmak istersin bir şeyleri; kimi gönülsüz kimi de öylesine seyreder seni. Kaldı ki herkes değildir “sen” gibi… Kısaca annem; 
….
Yeri gelir derdim derdin olur / benimle ağlar durursun.
Söylemezsin ama içten içe üzülür durursun.
Yüzündeki her çizgide vardır bilirim payım
Sana ne desem, ne yapsam yetmez ki canım…!
….
Benim için en özel, en güzel, en vazgeçilmezim
Bu dünya üzerinde sevdiğim yegane insan olan ANNEM…Seni çok ama çok seviyorum...
….

Başta kendi anneciğim olmak üzere dünya üzerinde hangi şartlar altında olursa olsun
çocuklarını bağırlarına basarak her türlü fedakarlığı yapan, onlar için en güzelini ve en hayırlısını isteyen cefakar, vefakar bütün annelerimizin bu güzel ve özel gününü canı gönülden kutluyorum…

Sizi seven ve sevdiklerinizle birlikte sağlıklı, mutlu, huzurlu, sevgi dolu bir dünyada nice güzel zamanları birlikte geçirmeniz dileğiyle, saygılar sunuyor, sevgiler gönderiyorum…

ANNELER GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN..

Mehpare ÖĞÜT





Benim de özlediğim anlar yok değil hani. Sabah kahvaltısını hazırlayıp hadi kalk diyebileceğim biri mesela… Yalnızlığımı unutturup  ruhumu iyileştirecek; dört duvar arasında ki sessizliğimi bozacak biri.

Daha önceleri olmuş muydu böyle bir şansım bilmiyorum. Belki kıyısından döndüm belki de hiç rastlamadım hatırlamıyorum. Ama biten her günün ardından yanı başımda ki sevdiklerime rağmen ruhumun ihtiyacı olan sevgiyi bulamamanın verdiği acı, beni daha çok üzmeye başladı son günlerde. Belki de insanın yaşı ilerlemeye başladıkça düşüyor böyle derin düşünceler içerisine. Ve biliyorum ki zaman bazı yaraları iyileştirirken, bazı yaraların ise kapanmasına müsaade etmiyor ve belki de o kapanmak bilmeyen yaralardır ruhumu böylesine derinden etkileyip üzen. Geçmişle koparamadığım ve zamanımı çalan sevdanın bugüne değin yansıması belki de. Şimdi soracak olsalar “sonunu bile bile yine sever miydin” diye cevap bile veremiyorum kendime. Bir tarafım sevmekten ve yanmaktan yanayken, diğer tarafım hayır demenin peşinde. Ama biliyorum ki pişmanlık duyacağım hiçbir şeye imza atmadım ve koşup da sahte sevdaların peşinden kirletmedim yüreğimi ben. Ve bir zamanlar döktüğüm göz yaşlarımı bile bağışlamışken yalnızlığımın sürüklendiği limanlara sığınmadım hiçbir zaman. Düşünüyorum da insan yaşadığı müddetçe her şeye sahip olamıyor, olsa da yeterince elinde tutamıyormuş. Zamanı geldiğinde ise bırakmayı bile öğreniyormuş, her ne kadar razı gelmese de gönlü; hayır dese de aklı…

Yine de ben, yüreğimin sesine kulak verip koşmayı yeğliyorum hayallerimin peşinden. Belki de son anda yetişirim umuduyla…Olur mu ya da olmaz mı hesabı yapmadan şimdilik uzaktan seyrine daldığım bir düş’üm var ne de olsa.Gelecek güzel günlerin haberini müjdeleyecek olan. Ve yüreğim ümidimin ev sahibesiyken her daim, pes etmenin de bir anlamı yok yaşıyorken. Neticede sevmek ve sevilmek için bahanelere de gerek yokken, en güzeli ve en yaşanılası şey sevmek değil mi sizce de …!

Ve şarkıda söylendiği gibi “sevmekten kim usanır, tadına doyum olmaz / hangi gönül uslanır, sevenle oyun olmaz”

Sevmek için sevilmeyi beklemeyin. Belki karşılığını alamayacaksınız belki de düşündüğünüzden fazla sevileceksiniz ama asla pes etmeyin sevmekten yana. Ve de hiç kimsenin ümitlerinizi kırmasına. Yeter ki isteyin, olumlu düşünün ve de vazgeçmeyin… Kapınızı her an biri çalabilir !!

Mehpare ÖĞÜT
"Vazgeçemeyeceksin, Seveceksin İnadına"







Eliminde altında kitaplar, yanı başımda telefon…
Uzun uzadıya yazılmış sevda şiirleri
Aklımdan geçen yüzlerce soru
Ve o sorular içerisinde en önemlisi Sen…
Bir avuntu bulmalıyım kendime.
Şarkılar bile yalnızlığı söylerken
İhmale gelir mi seni düşünmemek.
Olmuyor değil  hani
Bazen öyle bir an geliyor ki bırak düşünme diyorum…
Sonra kendi kendime kızıyor, öfkeleniyor ardından üzülüyorum…
Seni düşünmemek / özlememek ne mümkün !
Seni sensizde yaşıyorum ama
Bir yanım hep eksik
Ama en çok acıyan yerimse yüreğim.
Yüreğim senden geçemez ki….
Hayallerine yattığım kimbilir kaç gecenin sabahında
Gözlerimi seninle açtığımı bilemezsin.
Düşlerimde ne zaman görsem
Ümidim yine yeniden coşardı
Yalnızlığı yaşarken en çok da farkına varıyordum ya
İşte sen olmasaydın
Belki de çoktan kaçırmıştım o aklı…

Unuttuğum bir şeyler vardı maziden.
Belki de herkes gibi sevemediğimdendi kederim.
Herkes seviyordu da birbirini,  belki birileri de sevmişti beni…
Ama bir tek ben sevemedim öyle herkesi…
Seviyorum dediğim anlarda bile
İnandıramadım demek ki…
Ya sözlerim yalan geldi ya da gözlerim
Anlamadım gitti…
  
Mehpare ÖĞÜT





Sevmek ne kadar güçlü bir duygudur ki, sevmediğin zamanlarda bile kalıyor hatırı… Güneşi göremesen bile yetiyor yüreğini saran sevgi. Sen hiç gördün mü sevmiyorum deyip de gerçekten yanmayanı. Diyorsa ki diyen, bil ki yalandandır tüm konuşmaları…

Ne unutmak için çaba harcadım ne de yeniden sevmek için… Ne zaman ki çaldı kapımı aşk, buyur edip aldım içeriye ve gösterdim ona tüm konukseverliğimi. Başımın üstünde yeri vardı ama en çok da yüreğimde. Ve dünya sadece ben, aşk ve o’nun etrafında dönmekteydi. Ve gün geldi  ne zaman sıkıldı benden girdiği kapıdan gönderirken güle güle demesini de bildim ben…Düşmedim peşine hiçbir vakit ve O’da gelmedi zaten. Bekledim belki bir ihtimal gün olur döner diye. Körü körüne de bağlanmadım aşk’a kaldı ki onun esiri olacak kadar da sevemedim hiçbirini asla. Ve işte bir umuttur yaşayıp gitmekteyim bir gün aşk kapımı çalacak diye…

Sadece zamanı vardı biliyorum ve biliyordum ki bu sefer ki geliş gidişlere izin vermeyenlerden olsundu. Bir his vardı yüreğimde tam da şuramda “O” gelecek biliyorum. Kaldı ki bu geliş zaman alacak hem de düşündüğümden çok ama çok, beklemeye devam diyorum…

Mehpare ÖĞÜT














Havaların düzeleceği yok bu gidişle ve dolayısıyla benim de ruh halimin…
Sanırım beni bu havalar mahvetti diyen şairin dizeleri tam da bana göre. Kış’ı yaşayamazsan doğru dürüst böyle ıslanır kalırsın sürekli yağmur tanelerinin altında. Ve sakladığın göz yaşların da kaynar gider arada nasıl olsa…

Bir fincan çayımı alıp yudumlamaya tam da başlamışken, dilimin ucuna aniden gelip de takılıveren

“Sana ben şiirler sözler büyüttüm
Sana ben baharlar yazlar büyüttüm
Sana ben hummalı gizler büyüttüm
Söyleyemedim….”

dizeleriyle dalıyorum düşler alemine. Bildiğim ama senin bilmediğin bir şey var ya o şey sana dair büyüttüğüm sevgiydi. Yenik düştüğüm suskunluklarıma alet olan ve beni böylesine düşlere salan sendin aslında.
Sineye çektiğim ve kabul ettiğim yenilginin altında ezilip dururken her geçen gün nasıl oluyor da sevmeye devam edebiliyordum seni veremiyordum bir anlamda…
Seni sevmekten vazgeçmek istemiyorum çünkü seni diğerlerinden ayrı tutan bir şeyler var adını koyamadığım. Sen bilmesen de ben biliyorum, kendimi sensizliğin düşlerinde oyalayıp duruyorum. Öyle çok şeyler istiyorum ki sana dair; sana bakmak, sarılmak, konuşmak en çok da seni sevmek daha çok sevmek istiyorum. Ve yüreğimden yüreğine yol bulacak bir gün sözlerim inanıyorum. Belki bir gün, hissederken seni sensizlikte, yetmese de yetinmeyi bilmek ama yokluğuna dayanarak günlerimi geçirmek. Biliyorum bir gün duyacaksın sesimi, şimdi bilmesen de sevdiğimi, bir gün inanırsan ki sevdiğime geleceksin biliyorum… Ve sana dair büyüttüğüm sevdamı, yalnızlığımı, hüzünlerimi, şiirlerimi saklayacağım geleceğin güne kadar. Meğerse ne de çok biriktirmişim yokluğunda hepsinden de… Olsun varsın, hepsi de sana dair nasıl olsa…

Şimdilik bana müsaade… Sıyrılırken düşlerimin arasından yavaş yavaş bir başka düşe kadar büyütmeye devam edeceğim seni biraz daha. Ta ki seni sevdiğimi anlayıp geleceğin güne kadar… Biraz ayrılık, biraz hüzün, biraz yalnızlık, biraz mutluluk, bir sen, bir ben ama sonunda aşk olana dek sevdiğim…
Saklayacağım o güne dek seni en gizli yerde ve geldiğin gün hayat bulacağım, yeniden doğmuş gibi olacağım seninle…

Mehpare ÖĞÜT






Her günü bir umutla tüketmenin
Yanında olmayan birinin düşlerine sarılarak uyumanın
Ve kendi kendinle yaptığın iç hesaplaşmaların
Nereye varacağını bilmeden, sevebilir misin sevgili !
Sevebilir misin aradaki mesafelere aldırmadan görmediğin
…ve belki de hiç görme umudunun olmadığı birini…
Adını yüreğine yazıp başkalarına yer vermeden,
Belki de bir ömrü adamaya yemin ederek
Sevmeye söz verebilir misin sevgili !
Bekleyebilir misin belki bir gün diyerek…
…ve o bir günün hesabını verebilir misin hiç düşünmeden kendine…

Oysa ki ben her günümü, gönlümü sana adadım…
Seninle yatıp sensizlikle uyandığım her günü;
Kendime haram kıldım ey sevgili…
…ve aklıma düşen gözlerini her düşündüğümde;
Senin hayallerinde yüzer buldum kendimi.
Belki de seviyorum dediğim zamanlardan bile daha çok sevdim seni…
Sana ulaşamadığım her anın acısından olsa gerek,
Sensizlikle geçirilen her günü yas ilan edip,
Heybeme attığım yalnızlık tohumlarını ekiyorum gönlüme…
Belki bir gün diyerek geçirdiğim her günün ardından açıp da ellerimi semaya;
Seni istiyorum şu garip gönlüme !
Kimbilir dualarım kabul olurda düşersin cemre gibi yüreğime…

…ve seni yaşıyorum her anımda, her günümde…
Tohumların çiçek açtığı, güneşin ısıttığı ve nisan yağmurlarının mevsiminde;
Sen de açar mısın benim gönlümde !
Verir misin yüreğini, katar mısın benimkine !

Mehpare ÖĞÜT
2013    
Sensiz aldığım her nefes haram bana, bil istedim…





Her zaman ki gibiyim. Hayallerimin denizinde yüzmeye devam bizde. Çok şükür henüz batırmadık sandalı… Batırmak gibi de bir niyetim olmadı zaten. Mutluyum ben kendi halime…Geçinip gidiyoruz hayallerimle birlikte…

Bahar da geldi ya artık, değmesinler keyfime. Sıcağı sevdiğimi bilir herkes ve bir o kadar da  kış’tan nefret ettiğimi. Anlaşamadık gitti bir türlü kendisiyle…Herkes sevecek diye de bir şey yok zaten !

Son zamanlarda ise duygusallığım üzerimde. Kötü mana da değil hani. Arabesk takılmıyorum ki zaten bana göre değil o hallerde. Ama seviyorum kendimi ne yapayım, mutluyum her halimle. Bazen dağınık saçlarımla bile güzel buluyorum kendimi, bazen de çirkinsin diyorum en boyalı halime bile… Varsın olsun diyorum sonra sen nasıl mutlu oluyorsan takıl o şekilde.

Ve son zamanlarda hep birilerinin yüreklerini dinliyorum. Herkes bir şey olsun dileğinde. Herkesin sevmekten yana söyleyecek ne kadar çok sözü varmış böyle. Bense onları dinlemeyi seviyorum, onları dinlerken ise bazen hüzünleniyor, bazen de seviniyorum. Biliyorum çünkü  bir zamanlar ben de sesimin ulaşabildiği her yere duyurmak isterdim sesimi, bazen de gem vurmak zorunda kalırdım çaresizce…
Sahi, sevmek dedim de kaç kere sevmiştim, kaç yürekte bahar olarak açmıştım söylesene !...
Çok mu yoksa az mıydı sevdiklerim; çok mu yoksa az mıydı sevenlerim. Düşünsem bulacağım belki de, aklıma gelecek hepsi de. Ama gelmesinler bu saatten sonra istemiyorum hiçbirisini de…
Artık kapanmış yaraları açmanın alemi yok, kimsenin gelecek diye yolunu gözlediğimde. Bu saatten sonra boş laflara da karnım tok. Mantığım seven sever, sevmeyen gider diyor.
Hareket vakti, önümüz bahar ardından yaz… Zaman neyi gösterir bilemem ama keyfime diyecek yok… Attım üzerimden en sonunda şu ölü toprağını ve en nihayetinde buldum kaybettim sandığım kendimi. Saklandığı yerden tutup çıkardım gün yüzüne, doya doya baksın diye güneşe…
Bundan sonra saklanmak, kaybolmak yok karar verdik birlikte… Bak ne güzelde bir müzik çalıyor kulağımın dibinde. Bundan iyisi can sağlığı desek yerinde… Yaşamak güzel, güzel şey vesselam…

Hava da güzel, değmesinler keyfime…
Yüreğim sıcak, yer yok öfkeye…
Fazla söze de gerek yok, ben buyum işte…
Ama yine de ruh halime zeval olmaz böyle biline !...

Mehpare ÖĞÜT






Şükürler olsun huzurluyum son günlerde… Mutluluk şarkıları söylemek, hep gülümsemek, birilerine iyilik yapmak geliyor içimden ve en önemlisi de hep böyle kalmak…Belki de baharın etkisi ama memnunum bu halimden.

Bir ara fazla ciddiydim farkındayım. Kılı kırk yarardım. Her söylenene alınır, kendi iç dünyama kapanırdım. Alınganlıklarım bazen öyle hat safhalara ulaşırdı ki çevremdeki herkesle olan bağlantımı koparır, kimse anlam veremezdi bu halime. Sanki tonlarca yük taşıyan ağır işçisiydim dünyanın. Üzerime ölü toprağı serpilmişçesine boğuşup duruyordum her günle… Şimdi düşünüyorum da ne kadar anlamsız geliyor hepsi de.

Bazen yaraların iyileşmesi zaman alıyor. Ve bazen unutmak zor olsa da her Allah’ın günü kendinizle yüzleşmek, çıkar yollar aramak, elden geleni değil gelmeyeni de yapmak gerekiyordu  işte. Bazen duygularımın düşüncelerime hakim olmasına engel olamazken bazen de olayları akışına bırakıyordum. Büyük sorunlar değildi elbette ve büyük olmadıkları gibi çözümü de bende olan şeylerdi. Aslında sorun filan da yoktu. Çünkü sorun dediğim şeyler kendi içimde büyütüp sorun haline soktuğum bir dizin düşünce ve duygu yumağıydı sadece. Ve zamanla affetmeyi, sevilmeden sevmeyi ve kimseden bir şey beklememeyi öğrendiğim gün yaşamın / yaşadığımın farkına vardım yeniden. Artık yoktu öyle kapıları kapatıp kendi dünyama çekilip yaşamak… Anlaşmak vardı, sevmek vardı. Alınganlıklarımı rafa kaldırıp olaylarla yüzleşmek ve anında çözüme ulaşmak vardı. Ve bunları öğrendiğim gün aradığım mutluluğun kendi benliğimde olduğunu gördüm. Kimseye minnet etmeden mutlu olabilmek ve her doğan güne şükretmeyi yeniden keşfetmenin verdiği hazla, artık etrafımda ki herkese ve her şeye olumlu bakabilmek, işte en büyük mutluluk bana.

İster baharın etkisi isterse olaylara daha güzel bakabilmenin verdiği keyiften olsun, bundan sonra kimsenin bu mutluluğumu bozmasına izin vermek yok,,,yok işte, bu ben olsam bile… J

Mehpare ÖĞÜT







İnanır mısınız rüyalara ! Uzun zamandır görmediğiniz yahut kaybettiğiniz birini gördüğünüzde nasıl tepki verirsiniz. Bunun bir rüyadan ibaret olduğunu anlar üzülür müsünüz yoksa rüyada bile olsa gördüğünüz için sevinir misiniz !

Sizi bilemem ama ben rüyalarıma inanırım. Rüyalarımız gelecekten haber veremez elbette ama bazı rüyalar vardır ki bir sinyal niteliğindedir, tabii inanırsanız şayet. Belki bu yazımı okuyup katılanlarınız belki de hayır diyenleriniz olacaktır ama ben şundan eminim ki rüyalar günlük yaşantımızda, yaşadığımız olaylar ve düşüncelerimizin ardından iç dünyamızın yani bilinç altımızın neticesinde bizlere çeşitli şekillerde ip uçları vermektedir. Bir yerden duydum ya da okudum diye anımsıyorum ki o da, rüyaların sabah ezanından sonra görüleni makbulmüş. Tabii bundan yüzde yüz emin olmamız mümkün değil ama siz nasıl inanmak istiyor ve yoruyorsanız rüyanızı size o şekilde gerçek olacaktır. Misal, ben babamı kaybettikten bir hafta sonra görmüştüm. Hiç unutmuyorum. Normal günlük kıyafetler içerisinde yattığı odada bir masanın başında oturuyor ve bana masanın altından bacaklarını gösteriyordu. O kadar güzel ve beyazdı ki bacakları. Uyandığımda ilk işim rüya tabirleri kitabımı açıp okumak olmuştu ki, açıklamada rüyada görülen kişinin durumunun iyi olduğu yazıyordu. Ardından nice rüyalar gördüm babamla ilgili ve her defasında da onu güzel ve iyi yerlerde görüyordum. Ve hatta gördüğüm bir rüyadan çok ama çok etkilenmiştim ki sizlere anlatmak isterim. Babamla birlikte bir dağa tırmanıyoruz. Babam benim elimden tutmuş ve beni zirveye çıkarıyor, etraf uçurum açıklık. Çıktığımız yer de Hz. Meryem karşılıyor bizi ve bana küçük bir tümsek gösteriyor, demirden yapılmış birkaç parmaklığı olan bir yeri. Ve bir anahtar. Bu da benim için bir işaret diye düşündüm hep. Yani ben bir şekilde istediğim bir şey için uğraş vereceğim ve sonunda o kapı bana açılacak. Şu ana kadar gördüğüm rüyaların bir çoğunun gerçek dünya ile bağlantısı olduğuna inanıyorum. Size belki saçma gelebilir ama rüyaların bana bir şekilde yol gösterici olduğu inancındayım. Tabi ki bu yolu gösteren ve her şeyin sahibi yine Yüce Allah’tır.

Bazen de hiç ulaşamayacağımız şeylerin hayalini kurar ve bunlar ile ilgili rüyalara dalarız.  Hatta görürüz de çoğunlukla ama bu tarz rüyaların bilinçaltımızda yarattığımız, olmasını istediğimiz düşünce ve duygular sonucu oluştuğunu da biliriz. Bütün rüyalar zaten bu duygu ve düşünce birikiminin eseri değil midir ! Ama öyle rüyalarda vardır ki onları gerçekleştirmek için uyanmak gerekir tıpkı “rüyaları gerçekleştirmenin tek yolu uyanmaktır” diyen sözde olduğu gibi. Kim söylemiş şu an hatırlayamasam da ne kadar doğru değil mi !! Kurduğumuz hayal ne ile ilgili olursa olsun yitip giden zamana karşı dur diyebilmek ve gerçekleştirmek için üzerimizde ki ölü toprağını silkelemek ve harekete geçmek şart bizler için. Önce niyet edip istemek sonra da harekete geçmek ve sonucunda rüyaları gerçekleştirmek. Ama arada sırada rüyalara dalma hakkımızda var  uyanmak şartıyla…

Bu nedenle naçizane tavsiyem; yaşamınızda neyi arzu ediyorsanız ona kavuşmanın tek şartı harekete geçmektir ama öncesinde istemek, istemek ve istemek… Bu arada şu şarkıyı da söylemek serbest….”Rüyalar, rüyalar, rüyalar,,,rüyalar gerçek olsa...” Kimbilir belki de şu an rüyalarınızın gerçeğe dönüştüğü andır.

Rüyalarınızın gerçek olması dileğiyle…

Mehpare ÖĞÜT






Onca işin gücün arasında düşünmek
Sürekli kafanı kurcalayan bir şeylerin olması
Ha bugün ha yarın diyerek ümitlenmek
Lakin yarına bile çıkacağımızı bilmeden…
Uykunun en ağır yerinde gelen gözlerin müebbet hapsindeyken
Geçmek bilmez sandığım zamanların
Hatıraların üzerinden sıçrayarak geçmesi kadar kolay değil seni unutmak !...
Amma velakin yaşıyorum çok şükür diyerek…
Yaşıyorum, sevgiye doyamadığım günlerin hesabını yaparak.

 Mehpare ÖĞÜT







Anı yaşamak gerektiğine inananlardanım.
Elbette ki unutmadan geçmişi;
Umutla bakarak yarınlarımıza
Kurmalıyız düzenimizi…
Mevlana’nın da  dediği gibi ;
“Dün, dünle gitti cancağızım”
Bugün yeni şeyler söylemek lazım…”
Hayat kısa bir andır
Kimi için kuş kanadında
Kimi için bir göz kırpımında
Kiminin ki yaz ateşi kadar sıcak
Kiminin ki  kardan daha beyaz
Alıp verdiklerimizle ve bazen de unuttuklarımızla
Devam ediyor işte hayat
Geçip giden ömür
Serpiştirirken saçlarımızın arasına akları
Ve bir zaman geldiğinde susturarak tüm şarkıları
Bitecek yaşam denilen kavgamızda.
Ama devam edecek başkaları için biz olmasak da
Her nerede yaşanıyor ve yaşatılıyorsa
Kalacak en güzel haliyle anılarımız sevdiklerimizin hatıratında…

Mehpare ÖĞÜT
 2013





Sıradan bir hayat yaşıyorum belki… Sıradan ama mutlu ve de umutlu. Bazen o umutların yeri değişse de karamsarlıkla, oluyor yani öyle zaman zaman… Yine de ben “ben” olduğum için mutluyum kendi adıma ve sevdiğim ve beni seven bir ailem olmasından dolayı şükran borçluyum Allah’ıma.

Ve tabii ki de dostlarım… Bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az olsa da sayıları ki bence en iyisi, hepsini de seviyorum. Onlara yüreğimde ki sevgiyi istediğim gibi gösteremesem de  benim için hepside çok kıymetli. Kimiyle her şeyimi paylaştığım, kimiyle çocukluğumu yaşadığım dostlarım…

Bir de  beni sever gibi yapıp da aslında tam tersi davrananlar. Yüzüme gülüp de aslında ardımdan gizli gizli planlar kuranlar. Ya inanın ki sizi de çok seviyorum… Çünkü bana kendimi bulmama fırsat verdiğiniz, herkesi kendim gibi bilip de sonsuz güven duygumu tasarruflu bir şekilde harcamayı öğrettiğiniz için… Var olun çok yaşayın emi… Ne diyeyim sizlere bilmiyorum ki… Sizlerde iyi ki varsınız hayatımda…Ya olmasaydınız ben ne yapardım sonra…

Mehpare ÖĞÜT





Sebebi yalnızlığımın sebebi sizsiniz !
Evet, evet sizsiniz beyefendi…
Çok uzun zamandır bekliyordum gelişinizi.
Nerelerdeydiniz ?
Sakın bana bahaneler sıralamaya kalkmayın, inanmam…
Gelecek olan çıkar gelirdi ansızın.
Hiç haber vermeden bir demet gülle
Yok, yok gül’e de gerek yoktu,
Bir sabah ya da bir akşam ansızın
Yahut dilediğiniz bir vakitte gelebilirdiniz…
Oysa gelmediniz !
Bense hep bekledim..
Her kapı gıcırtısında, her ses duyuşumda
Gözümün saate iliştiği her anda…
Ama yoktunuz !
Nerelerdeydiniz diye de sormayacağım ikinci defa.
Gelmeyene soru sormak üstüme vazife değildir benim.
Ama keşke gelmeyeceğinizi bir haber verebilseydiniz ;
Beklemezdim bunca zamandır boşu boşuna.
Ki onca mevsim gelip geçti üzerinden…
Bense kaçırdım tüm baharları siz geleceksiniz diye !...
Siz ki ümidimdiniz;
Siz ki tüm baharlardan vazgeçiş sebebimdiniz.
Oysa ki şimdi hiçbir bahar umurumda değil benim…


Mehpare ÖĞÜT







Sana yazmak istediklerim var aslında…Birbirini kovalayan günlerin ve hatta ayların ardından biriken sözlerim. Neden ya da niçin diye sormayacağım sana, korkma ! Ama isterdim ki bir gidişe bir elveda olsundu ardında.
En nihayetinde sevmemiş bile olsan hak etmemiştim böylesine unutulmayı. Kaldı ki ben hala unutamamışken seni.

Uzaktın bana biliyorum ve gelmeyeceğini bile bile sevmiştim seni, biliyordun…Mesele gelip gelmemen de değildi aslında. Asıl sevmeden seviyormuş gibi yapmandı beni kahreden…

Oysa ki daha önceleri de yemiştim bu vurgunlardan ve belliydi hala akıllanamayışımdan.
Ağız dolusu sevda birikintileriyle dolu yüreğimin kapısını ne zaman aralasam, sınırları ihlal edilirdi yüreğim her defasında.

Tamam, ilk zamanlar temkinli yaklaşırdım. Sevip sevmediğinden emin olmalıyım derdim ama, bir süre sonra sevdanın en derinliklerinde yüzerken bulurdum kendimi. Ve ben boğulmamak için kıyıya ne kadar yakın durursam durayım bir süre sonra kaybederdim kendimi.

Severdim, gerçekten severdim…İnandığımda karşımdakinin sevgisine. Körü körüne değil, taparcasına değil, öyle böylesine hiç değil. İnanırcasına, kendime inanırcasınaydı benim sevmelerim. Ama anlatamadım hiçbir yüreğe bu sevginin dilini. Çözemedim benimkinden başka hiçbir yüreği. Bazen sevmelerin de yetersiz kaldığını anlamıştım ve belki de çok geç kalmıştım. Bilmiyorum, hiçbir şey bilmediğimi ise nice sonra anladım.

Seni de sevmiştim… Belki inandın belki de yalan geldi sana. Bilemezdin elbette, seni suçlayacak değilim. Ama ben ki seviyorum dediysem birine hiçbir zaman yalan söylemedim ve bu kelimeyi boş yere hiçbir vakit fütursuzca kullanmadım hiç kimseye. Belki yanımda olmadığındandı inanmayışının sebebi. Görmüş ya da gelmiş olabilseydin kolay olacaktı belki Bilmiyorum, oysa ki bilmeyi ne çok isterdim…

Ve en çok ayrılıkların sahnesine şahit oldu bu gönlüm. Ne zaman ki ayrılık çanları çalmaya başlardı yüreğimde işte o vakit benim de suskunluk zamanlarım gelir kurulurdu baş köşeye. . Kendi kabuğuma çekilip,  yazar oynardım sevda adına her şeyi içimde.
Hastalıklı değildim aşk’tan yana. Ama unutmak her daim zor zanaattı tek bildiğim. Hele ki doldurulamıyorsa gidenin yeri söylemeye hacet yoktu başka şeyleri.

Yine de içimde yaşıyorum seni. Gelme, görme, sevme ne çıkar… Bilme, isteme ne yazar. Bu sevda benim. Ben seni “Sensizken” de sevmeyi bilirim. Görmeden de bir yüreği sevebilirim. Olsun varsın, isteyen gülsün halime aldırmam. Ben nasıl olsa mutluyum böylesine der ve geçerim. Ve hiçbir zaman  okumayacak olsan da sana dair yazdığım satırları, hepsi senin, hepsi de sana dair. Başkasının olmayacak inan ki. Olsun varsın, isteme, gelme, görme, bilme ve hatta sevme. Ne çıkar.
Ben seviyorum ya bana yeter böylesine bir sevda…
Ben seveyim yeter ki sen sevmesen de olur inan ki !....

Şimdi kapat gözlerini…
Unut beni…
Hiç görmemiş say,
Hiç sevmediğimi farzet,
Hiç tanımamış kabul et !...
Yeter ki bir tek benden isteme…!


Mehpare ÖĞÜT
“Sen bilmesen de olur, yüreğim sever seni”